Nahl Sûresi 97. Ayet

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...

Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ her kim
2 عَمِلَ bir iş yaparsa ع م ل
3 صَالِحًا iyi ص ل ح
4 مِنْ
5 ذَكَرٍ erkekten ذ ك ر
6 أَوْ veya
7 أُنْثَىٰ kadından ا ن ث
8 وَهُوَ o
9 مُؤْمِنٌ inanmış olarak ا م ن
10 فَلَنُحْيِيَنَّهُ onu yaşatırız ح ي ي
11 حَيَاةً bir hayatla ح ي ي
12 طَيِّبَةً hoş ط ي ب
13 وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ ve elbette veririz ج ز ي
14 أَجْرَهُمْ onların ücretini ا ج ر
15 بِأَحْسَنِ en güzeliyle ح س ن
16 مَا
17 كَانُوا olduklarının ك و ن
18 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
 
Güzel işler” diye çevirdiğimiz sâlih kelimesi, insanların hem din hem de dünya hayatları için iyi ve yararlı olan bütün faaliyetleri kapsayan bir Kur’an tabiridir. Aslında âyet metninde  “işler” kelimesi yoktur; bununla birlikte diğer birçok âyette sâlih, “iş” anlamına gelen “amel” kavramıyla birlikte kullanıldığı için meâlini böyle verdik. Âyette bu tabirin geçtiği cümle, “kim güzel iş yaparsa...” şeklindeki anlamı yanında, “kim yaptığını doğru ve güzel yaparsa” şeklinde de anlaşılacak bir özellik taşımaktadır. Bu da bize hem işimizin doğru ve yararlı olması hem de onu doğru bir şekilde, meşrû ölçülere göre yapmamız gerektiği fikrini vermektedir. Hatta, Kur’an’daki yaygın kullanımının aksine burada “amelen sâlihan” değil de sadece “sâlihan” kelimesinin kullanılmasında, hâricî işlerimizle birlikte, literatürde “kalbin amelleri” denilen duygu, düşünce ve niyetlerimizi de güzelleştirmemiz gerektiğine bir ima olduğunu söyleyebiliriz. “Hoş bir hayat” tabirindeki hayat kelimesiyle dünya hayatının kastedildiği hususunda hemen hemen görüş birliği vardır (meselâ bk. Taberî, XIV, 170-171; Zemahşerî, II, 343; İbn Atıyye, III, 419). “Hoş bir hayat” müjdesinin ardından ikinci bir müjde olarak zikredilen ecir ise âhiret mükâfatıdır. Böylece âyette dünya ve âhiret mutluluğunun birleştirildiği görülmektedir.
 
 Dünya ve âhiret mutluluğunun birlikte vaad edildiği, böylece Allah’ın en güzel nimetlerinin çok kapsamlı ve zarif bir üslûpla dile getirildiği bu âyet, hayatını güzel işlerle süsleyen müminlere eşsiz bir müjde olduğu kadar gerek müslüman bireyler gerekse müslüman toplumlar için son derece anlamlı bir uyarı ve bir irşad değeri taşımaktadır. Burada yüce Allah, hakkıyla mümin olup işlerini güzel yapanların, yaptığını doğru yapanların; iyi, hayırlı ve faydalı işler yapmayı hayatlarının yasası haline getirenlerin dünya hayatlarının da hoş olacağı, güzel ve mutlu kılınacağı (Taberî, XIV, 171) müjdesini vermekte; bu hususta son derece kesin ifadelerle vaadde bulunmaktadır. Kur’an Allah’ın asla sözünden dönmeyeceğini bildirir (Bakara 2/80), her mümin de buna böyle inanır (Âl-i İmrân 3/194). Buna göre eğer müslümanların dünya hayatları Allah’ın müjdelediği şekilde değilse bunun sebebini yanlış yerlerde aramamalıyız; dönüp kendimize bakmalı, yaptığımız işlerin ve kalplerimizin “sâlih” olup olmadığını kontrol etmeliyiz. Âyet, hayatın güzelleştirilmesinden erkekler kadar kadınların da güzel işler yaparak pay sahibi olmaları gerektiğine işaret etmesi bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 438-439
 
Riyazus Salihin, 523 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.”
(Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zühd 9)
 

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ 

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَمِلَ صَالِحاً  cümlesi,  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

عَمِلَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنْ ذَكَرٍ  car mecruru  عَمِلَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُنْثٰى  atıf harfi اَوْ  ile  ذَكَرٍ ’e matuftur.  اُنْثٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

وَهُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُؤْمِنٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

صَالِحاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

 فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ 

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem ve cevabı  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, نحن  (Biz) şeklindedir. 

نُحْيِيَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ,  tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz,  tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

حَيٰوةً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu Mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

طَيِّبَةً  kelimesi  حَيٰوةً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  


وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

و  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  نَجْزِيَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ,  tekid ifade eden nûn-u sakiledir.Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz,  tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  هُمْ mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.اَجْرَ  ikinci  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِاَحْسَنِ  car mecruru  نَجْزِيَنَّ  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı  كَانُوا ’un ismi olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. مَنْ, umum ifade eden şart ismi, mübtedadır.  

Sübut ifade eden isim cümlesi  عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى, şart cümlesidir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafat, s. 112) 

مَنْ  kelimesi; mana bakımından her ikisini de kapsadığı halde ayrıca kadın ve erkek şeklinde açıklanması, bu kelimenin her iki tür için kullanıma uygun müphem bir lafız olmakla birlikte, zikrolunduğu zaman zahir manası erkeklere mahsus olması dolayısıyladır. Bundan dolayı açık bir şekilde “erkek olsun, kadın olsun” denmek suretiyle vaadin her iki türü de içine alması istenmiştir. (Keşşâf) 

عَمِلَ  fiilinin mef’ûlu olan  صَالِحاً  ism-i faildir. İsm-i mef’ûl yerinde ism-i fail kullanılması mecazî isnaddır. Mefûliyyet alakasıyla mecaz-ı aklîdir. صَالِحاً ’daki tenvin tazim ifade eder. 

مِنْ ذَكَرٍ  ve  ona matuf olan  اُنْثٰى, mahzuf hale müteallıktır. Bu kelimelerdeki tenvin cins ifade eder.

عَمِلَ  fiilinin failinden hal olan  وَهُوَ مُؤْمِنٌ  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlenin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu ayetteki  مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى  ve  وَهُوَ مُؤْمِنٌ  ifadeleri tetmîm için gelmiştir. Birincisiyle cennete girme hükmüne hem erkek hem de kadınların, ikincisiyle de sadece mümin olanların dahil olduğu ifade edilerek  مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ  [kim iyi işler yaparsa] hükmü daraltmıştır. (Ali Bulut, Kur'an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

Bunlar zikredilmek suretiyle kelamın manası tamamlanmış ve ifade son derece beliğ olmuştur. Eğer bu iki cümlecik hazf edilmiş olsaydı, sözün anlamı eksik kalır ve beyanın güzelliği bozulurdu.  (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

هُوَ مُؤْمِنٌ  [Mü'min olarak] çünkü sevabı hak etmede kâfirlerin ameline itibar yoktur. Ona karşı sadece beklenen azabın hafifletilmesidir. (Ebüssuûd)

فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ  cümlesinde  فَ  rabıta,  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

Çoğu kez hayat kelimesi; muayyen bir vakte işaret eden, şahsın hayatı anlamında kullanıldığında, hayat kelimesinden o belirli zaman dilimi kastedilir. İşte bu itibarla ayette hayat, “güzel” vasfıyla vasıflandırılmıştır. Yani, o zaman diliminde meydana gelen şeylerin güzelliği kastedilir ve bu vasıflandırma aklî mecaz olarak da isimlendirilebilir. Hayatın içerisinde ne varsa güzeldir manası çıkar ve bu güzellikler, ömür içerisindeki geçici-arızi hallerle kıyaslanır. Neticede müslüman olarak ölmüş ve salih ameller işlemiş kişinin, yapmaya niyetlenip de ömrü sebebiyle yetişemediği hayırlar, yapmış olduklarından telafi edilerek Allahın fazlıyla yapmış gibi sayılır. (Âşûr)

Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve şeddeli nun ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

طَيِّبَةًۚ, mef’ûlü mutlak olan  حَيٰوةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkür cevap cümlesinden oluşan terkip, takdiri  نحن  olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu isim cümlesi, ayetin başındaki şart cümlesinin cevabıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip ise şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

فَلَنُحْيِيَنَّهُ  ile  لَنَجْزِيَنَّهُمْ  kelimelerinde müfred ve cemi zamirler arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ  [Ona elbette hoş bir hayat yaşatacağız] dünyada güzel bir hayat yaşar çünkü eğer zengin ise açıktır; eğer fakir ise yaşamı kanaat, kısmete rıza ve ahirette mükâfat beklemekle hoş olur. Kâfir ise öyle değildir; eğer fakir ise açıktır, eğer zengin ise hırs ve elden kaçırma korkusu ona mutlu bir hayat yaşatmaz. Bunun ahirette olacağı da söylenmiştir. (Beyzâvi - Ebüssuûd)

لَنُحْيِيَنَّهُ - حَيٰوةً  kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr, ذَكَرٍ - اُنْثٰى   kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır

 

 وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

وَ  atıf,  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile  tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi, masdar teviliyle  بِاَحْسَنِ  için muzâfun ileyhtir.  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir. 

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir sure devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayetin son bölümünün önceki ayetle aynı olması sebebiyle aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

صَالِحاً - طَيِّبَةًۚ - اَحْسَنِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عمل - يَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.