Kehf Sûresi 31. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟  ...

İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir yaslanacak yerdir!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ onlar öyle kimselerdir ki
2 لَهُمْ kendileri için vardır
3 جَنَّاتُ cennetleri ج ن ن
4 عَدْنٍ Adn
5 تَجْرِي akar ج ر ي
6 مِنْ
7 تَحْتِهِمُ altlarından ت ح ت
8 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
9 يُحَلَّوْنَ bezenirler ح ل ي
10 فِيهَا orada
11 مِنْ
12 أَسَاوِرَ bileziklerle س و ر
13 مِنْ -dan
14 ذَهَبٍ altın- ذ ه ب
15 وَيَلْبَسُونَ ve giyerler ل ب س
16 ثِيَابًا giysiler ث و ب
17 خُضْرًا yeşil خ ض ر
18 مِنْ
19 سُنْدُسٍ ince ipekten
20 وَإِسْتَبْرَقٍ ve kalın ipekten
21 مُتَّكِئِينَ yaslanırlar و ك ا
22 فِيهَا orada
23 عَلَى üzerine
24 الْأَرَائِكِ koltuklar ا ر ك
25 نِعْمَ ne güzel ن ع م
26 الثَّوَابُ sevap ث و ب
27 وَحَسُنَتْ ve ne güzel ح س ن
28 مُرْتَفَقًا ağırlanma ر ف ق
 
Allah Teâlâ bir önceki âyette iman etmeyenlere verilecek cezayı belirttikten sonra 30. âyette de, “Biz, güzel iş yapanların ecrini asla zâyi etmeyiz” buyurarak kendisinin adaletine işaret etmekte, inanıp iyi işler yapanların emeklerinin boşa gitmeyeceğini, karşılıklarının eksiksiz olarak kendilerine verileceğini ifade buyurmaktadır. 31. âyette ise iman edip iyi işler yapanlara verilecek karşılığın neler olduğu bildirilmektedir. Âhiret hayatı ve burada müminlere verilecek nimetler öz ve yapı itibariyle dünyada bilinen nesnelerden farklı olduğu için insanlar tarafından bilinmemektedir. Burada ve benzeri diğer âyetlerdeki tasvirler ise (meselâ bk. Hac 22/23; İnsân 76/21) müminler için ebedî hayatın konforu, canlılığı ve rahatlığının temsilî birer anlatımıdır (bu konuda geniş bilgi için bk. Bakara 2/25).
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 552
 

  Sendese سندس :  سُنْدُسٌ  astarlık olarak kullanılan ince ipek brokar kumaştır.(Tahqiq)

Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 3 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sündüs (parlak renkli çiçekli ve nakışlı ipek kumaş) dür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ جَنَّاتُ  haber olup mahallen merfûdur. 

لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

جَنَّاتُ  kelimesi  muahhar mübteda olup  lafzen merfûdur.  عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَجْر۪ي  fiili,  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهِمُ  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur. 


 يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يُحَلَّوْنَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  يُحَلَّوْنَ  fiiline müteallıktır. مِنْ اَسَاوِرَ  car mecruru  يُحَلَّوْنَ  fiiline müteallıktır. اَسَاوِرَ  kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ ذَهَبٍ  car mecruru  اَسَاوِرَ ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَلْبَسُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

ثِيَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. خُضْراً  kelimesi  ثِيَاباً  sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ سُنْدُسٍ  car mecruru  ثِيَاباً ın mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır.

اِسْتَبْرَقٍ  kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur.

مُتَّكِـ۪ٔينَ  kelimesi  يَلْبَسُونَ ’deki failinin hali olup nasb alameti  ى ’dır. Çünkü  cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا  car mecruru  مُتَّكِـ۪ٔينَ nin zamirinden haline müteallıktır.

عَلَى الْاَرَٓائِكِ  car mecruru  مُتَّكِـ۪ٔينَ ye müteallıktır. 

يُحَلَّوْنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  حلى ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟

 

نِعْمَ  camid fiil olup medih fiillerindendir.  الثَّوَابُ  kelimesi  نِعْمَ ’nin faili olup lafzen merfûdur. 

نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  الجنّة  şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  حَسُنَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.

حَسُنَتْ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  جنات ’dir.  مُرْتَفَقاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُرْتَفَقاً  kelimesi sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i mekânıdır.

 

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ

 

Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi, isim cümlesi formunda gelmiştir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, tazim ifade eder. Uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi olması işaret edilenlerin mertebesinin yüksekliğine işaret etmek ve cennet ehlini önemseyerek dikkatleri onlarda yoğunlaştırmak içindir.

Haber olan لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberidir. Aynı üsluptaki  يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ  cümlesi de üçüncü haberidir.

يُحَلَّوْنَ  cümlesine matuf olan  وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hükümde ortaklık nedeniyle birbirine atfedilen üç cümlede de fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اَسَاوِرَ ’daki  مِنْ  ibtidaiyye,  ذَهَبٍ ’deki ise  اَسَاوِرَ ’nın sıfatını açıklamak için beyaniyyedir. 

اَسَاوِرَ ,ثِيَاباً  ve  اِسْتَبْرَقٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade ederek güzelliklerinin tarif edilemeyecek evsafta olduğunun işaretidir.

يَلْبَسُونَ ’nin failinden hal olan  مُتَّكِـ۪ٔينَ , ıtnâb sanatıdır.

خُضْراً [Yeşil]  ثِيَاباً  için birinci,  مِنْ سُنْدُسٍ  ikinci sıfattır.  مِنْ , sıfatı açıklamak için beyaniyyedir. 

Ayetteki  اُو۬لٰٓئِكَ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup ‘’biz zayi etmeyiz’’ cümlesi de mutarıza, ara cümledir. Sen, hem biz zayi etmeyiz ifadesini hem de onlar ifadesini,  اِنَّ ’nin iki ayrı haberi kabul edebileceğin gibi  اُو۬لٰٓئِكَ  ifadesini, önceki ayette müphem bırakılan  اَجْرَ (mükâfat) kelimesini beyan eden müstenef bir kelam da kabul edebilirsin. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette cennetin çeşitli özellikleri sayılmıştır. Bu bedî’ sanatlardan taksim üslubudur.

تَجْر۪ي - الْاَنْهَارُ  ve  يُحَلَّوْنَ - اَسَاوِرَ - ذَهَبٍ  ve  وَيَلْبَسُونَ - ثِيَاباً - سُنْدُسٍ اِسْتَبْرَقٍ ve  نِعْمَ - حَسُنَتْ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Renkler içinden yeşil rengin tahsis edilmiş olması, bütün renklerin en güzeli ve en zarifi olduğu içindir. 

Ayette hem ince dibanın hem de kalın dibanın zikredilmesi, nefislerin arzuladığı ve gözlerin zevk aldığı her şeyin cennette mevcut olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Renkler içinden yeşil rengin tahsis edilmiş olması, bütün renklerin en güzeli ve en zarifi olduğu içindir. (Âşûr)

Dünyadakilerin elbiseleri ya zinet elbisesidir ya da tesettür, giyinip örtünme elbisesidir. Zinet elbisesi hakkında Cenab-ı Hak, “Orada altın bileziklerle bezenecekler.” buyurmuştur. Bu, “Allah onları bu şekilde bezer ve süsler.” veya “Melekler onları bu şekilde süsler.” anlamındadır.

Bazı kimseler de, onların her birinin üzerinde üç çeşit bilezik bulunduğunu; tefsirini yapmakta olduğunuz ayetten dolayı altın bilezikler, “Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir.” (İnsan Suresi, 21) ayetinden dolayı gümüş bilezikler. “...incilerle…” (Hac Suresi, 23) ayetinden dolayı da inciden yapılma bilezikler bulunduğunu söylemişlerdir

Örtünme için giydikleri elbiseler ise bu da “İnce ipek kumaştan, kalın ipekten yeşil elbiseler giyeceklerdir.” ayetinin ifade ettiği husustur ki bunlarla ahiretteki ince ipek kumaş ile kalın ipek kumaş kastedilmiştir. Birincisi  سُنْدُسٍ  (sündüs), ince ipek demektir. İkincisi de  اِسْتَبْرَقٍ  kalın ipek demek olup bu kelimenin aslının Farsça olduğu daha sonra Arapçalaştığı da ileri sürülmüştü. Kelimenin Farsçadaki aslı ise “kalın” anlamında olan (اِسْتَبْرَقٍ)dır. (Fahreddin er-Râzî)


نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen  نِعْمَ الثَّوَابُۜ  cümlesi gayri talebî inşâî isnaddır.

نِعْمَ, medh anlamı taşıyan camid fiildir.  الثَّوَابُۜ , failidir. Takdiri  هي  olan mahsusu mahzuftur. Yani cennettir.  

Aynı üsluptaki  وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟  cümlesi, makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.

Müstetir zamir  هي , medh fiili  حَسُنَتْ ’in failidir.  مُرْتَفَقاً , temyizdir.

Cennet ehline, cennette verilecek nimetlerin sayıldığı önceki cümlede taksim, son iki cümlede ise cem’ sanatı vardır. 

نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاً۟  [O, ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeridir] ayetinin ifade ettiği Cennet ile,  بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً  [Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir kalma yeridir] ayetinin ifade ettiği Cehennem arasında güzel bir mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)