وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَوُضِعَ | (ortaya) konulmuştur |
|
2 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
3 | فَتَرَى | ve görürsün |
|
4 | الْمُجْرِمِينَ | suçluların |
|
5 | مُشْفِقِينَ | korkarak |
|
6 | مِمَّا |
|
|
7 | فِيهِ | onun içindekilerden |
|
8 | وَيَقُولُونَ | ve dediklerini |
|
9 | يَا وَيْلَتَنَا | vah bize |
|
10 | مَالِ | ne oluyor |
|
11 | هَٰذَا | bu |
|
12 | الْكِتَابِ | Kitaba |
|
13 | لَا | (hiçbir şey) |
|
14 | يُغَادِرُ | bırakmıyor |
|
15 | صَغِيرَةً | (ne) küçük |
|
16 | وَلَا | ne de |
|
17 | كَبِيرَةً | büyük |
|
18 | إِلَّا |
|
|
19 | أَحْصَاهَا | her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor |
|
20 | وَوَجَدُوا | ve bulmuşlardır |
|
21 | مَا | şeyleri |
|
22 | عَمِلُوا | yaptıkları |
|
23 | حَاضِرًا | hazır |
|
24 | وَلَا | ve |
|
25 | يَظْلِمُ | zulmetmez |
|
26 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
27 | أَحَدًا | kimseye |
|
Şefeqa شفق :
شَفَقٌ güneşin batışı esnasında, gün ışığının gecenin karanlığına karışmasıdır. İf'al babındaki إشْفاقٌ formu korkuyla karışık ihtimam ve ilgi göstermektir. Çünkü şefkat gösteren kişi (müşfik) şefkat gösterileni sever ve onun başına bir şey gelmesinden korkar. Bu kavram مِنْ harfi ceriyle müteaddî olduğunda (geçişli yapıldığında) korku anlamı daha açıktır. عَلَى ve فِي harfi cerleriyle müteaddî yapıldığında ise ihtimam ya da ilgi manası daha belirgindir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şafak, şefkat ve müşfiktir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وُضِعَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْكِتَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
الْمُجْرِم۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُشْفِق۪ينَ hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle birlikte مُشْفِق۪ينَ ’e müteallıktır.
ف۪يهِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
مُشْفِق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا وَيْلَتَنَا ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. وَيْلَتَنَا münada olup fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münadanın 3 çeşidi vardır: 1) İstigase, 2) Nudbe, 3) Terhim.
Nudbe: Kişinin kendisinin veya başkasının uğradığı felaket ve musibetten duyduğu acıyı açıklamak için yaptığı nidaya “nudbe” denir. Acı, musibet veya kötü bir anda kullanılan bir ünlem çeşididir. Nudbe uyarmak, seslenmek, çağırmak için kullanılan ifade şekillerinden biridir. Acınılması, üzüntü duyulması gereken kimseye “mendub” denir. Nudbe için umumiyetle وَا nida harfi kullanılır. وَا ile yapılan nidaya “nudbe”, münadasına da “mendub” denir. وَا edatının türkçe karşılığı “vah, vah yazık, vay” şeklindedir. Mendub münada gibi fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Hazf edilen fiili اَدْعُو veya اُنَادِى ’dir. Nudbe nadir olarak يَا ile de yapılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
لِ هٰذَا car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
الْكِتَابِ işaret zamiri هٰذَا ’dan bedel veya atf-ı beyândır.
Atf-ı beyân konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyân olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsûfun atf-ı beyân olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُغَادِرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
صَغ۪يرَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
كَب۪يرَةً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَحْصٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَحْصٰيهَا kelimesi صَغ۪يرَةً ve كَب۪يرَةً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُغَادِرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi غدر ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْصٰي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟
Fiil cümlesidir. وَجَدُوا fiili ile başlayan cümle قَدْ takdiriyle يَقُولُونَ ’nin failinin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “ وَقَدْ ” gelir. Bazen sadece و gelir. Nadiren و ’sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَاضِراً kelimesi وَجَدُوا fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَظْلِمُ merfû muzari fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfudur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَحَداً۟ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَاضِراً kelimesi, sülasi mücerred olan حضر fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَوُضِعَ الْكِتَابُ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …زَعَمْتُمْ cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur. وَوُضِعَ الْكِتَابُ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
وُضِعَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Bu cümle, hatırlatılmak istenen kıyametin, korkunç hallerine dahildir. Burada, geçmiş fiil kipinin kullanılması, diğerlerinde olduğu gibi muhakkak olacağına delalet etmek içindir. (Olacağı muhakkak olan, olmuş hükmünde kabul edilebilir.) (Ebüssuûd)
O kitaptan murad, amel defterleridir. Onun konulmasından murad da sahiplerinin sağ veya sol ellerine verilmesi veya sevap ile günah terazisine konulmasıdır. (Ebüssuûd)
كِتَابُ mecazî manada amel defteri demektir.
الْكِتَابُ kelimesinin başındaki elif-lâm ile cins (kitap cinsi) manası kastedilmiştir. Buna göre kitap lafzı ile insanların “amel defterleri” murad edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ
فَ ile makabline atfedilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İkinci cümlede الْمُجْرِم۪ينَ mef'ûl, مُشْفِق۪ينَ haldir. Bu iki kelime arasında muvazene sanatı vardır.
Bu mücrimlerden murad, bütün mücrimlerdir. Böylece kıyameti inkâr edenler öncelikle buna dahildirler. (Ebüssuûd)
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl مَّا , ism-i fail veznindeki مُشْفِق۪ينَ ’ye müteallıktır. Hal olan مُشْفِق۪ينَ ’nin ism-i fail kalıbında oluşu, müteallık almasına imkân sağlamıştır.
Sıla cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مِمَّا bu mahzuf sılaya matuftur.
الإشْفاقُ ; Gelecekte meydana gelecek bir şeyden korkmak demektir. (Âşûr)
وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ
…وَيَقُولُونَ cümlesi, hal olan مُشْفِق۪ينَ ’ye matuftur. Bu atıf, ism-i failin, fiil gibi amel etmesiyle mümkün olmuştur. Matuf ve matufun aleyh arasındaki anlam bütünlüğü barizdir.
يَقُولُونَ fiili bu korkunç durumum zihinde canlandırmak veya korkunç ve dehşete düşmüş bir durumda bu sözlerin tekrar ettiğini ifade etmek için muzari olarak getirilmiştir. (Âşûr)
Müşriklerin tam bir pişmanlık ve hayret içeren sözleri ...يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ, mekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. وَيْلَتَنَا , münadadır. Nidanın cevabı olan مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi مَا ’nın mübteda olduğu cümlede haber mahzuftur. Car mecrur لِ هٰذَا , bu mahzuf habere müteallıktır. الْكِتَابِ , işaret isminden bedeldir.
Azaba bir sesleniş gibi olan nida cümlesi tahassür ve nedamet anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Veyl nidası: Acı sebebiyle duyulan ızdıraptan dolayı tutulan yas ve ağıttır. Aslında nida harfidir ama mecazen halihazirdaki hal dolayısıyla nida edilmeyen bir şey, nida edilen menziline konarak kullanılır. Adeta bu senin vaktindir, öyleyse gel der. الوَيْلَةُ kelimesi mübalağa manası için müennes olmuştur. Durumun ve helakın kötülüğünü ifade eder. Ev manasındaki الدّارُ kelimesinin evin genişliğine ifade etmek üzere دارَةَ şeklinde müennes getirilmesi gibidir. (Âşûr)
الوَيْلَةُ ; Mübalağa maksadıyla gelmiş الوَيْلِ kelimesinin müennesidir. (Âşûr)
İstifham cümlesi de gerçek manada soru olmayıp taaccüp ve korku ifade ettiğinden, vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ cümlesindeki لِ harfi ihtisas içindir. (Âşûr)
الْكِتَابِ kelimesinin هٰذَا ile işaret edilmesi onların kitaba karşı olan saygıyla karışık korku ve taaccüblerinin ne derece yoğun olduğunu göstermektedir. Sözlerindeki
يَا وَيْلَتَنَا , zaid لَا, nefy harfi لَا ve hasr edatı اِلَّٓا ile oluşmuş kasr, onların ruh hallerini bize resmediyor.
Lisânu’l Arab'da şöyle yazılıdır: Veyl, hüzün, helak ve azap nedeniyle yaşanan meşakkattir. Helak olan herkes veyl diye nida eder. Bu nida, “Ey hüznüm, ey helakim, ey azabım gel artık, senin vaktin geldi” manasındadır. Sanki başına gelen bu korkunç durumda bunun gelmesini istemektedir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmarrâî Beyanî Tefsir Yolu 2. Ya-Sin Suresi 51. ayet)
يَقُولُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
ا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kitab’ın hali olan cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’sız gelen bu hal cümlesi kitabın bu halinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
Mef’ûl olan صَغ۪يرَةً ’e matuf كَب۪يرَةً ’deki nefy harfi zaiddir, tekid ifade eder. Ayrıca cümle لَا ve اِلَّٓا ile oluşmuş kasr üslubuyla tekid edilmiştir. اَحْصٰيهَاۚ mef’ûlün sıfatıdır.
Hakir ve azim fiiller anlamındaki صَغ۪يرَةً ve كَب۪يرَةً kelimeleri, takdiri فِعْلَةً (fiil) olan mevsufun sıfatlarıdır. (Âşûr)
Buradaki istisna, bir şeyi zıddına benzer bir şeyle tekid içindir. Çünkü eğer sayıldıysa, hiçbir şey bırakılmamıştır. Bu sebeple mana, (Allah-u Teala) hiçbir şey bırakmamıştır olarak belirmiş ve istisna edatı gerçek anlamını kaybetmiştir. (Âşûr)
اَحْصٰيهَاۚ ’nın, iki mef’ûle müteaddi olan ترك manasındaki يُغَادِرُ fiilinin ikinci mef’ûlü olması da caizdir.
Ayetteki صَغ۪يرَةً ve كَب۪يرَةً kelimelerinin müennes oluşu mevsufları olarak takdir edilen فِعْلَةً kelimesi dolayısıyladır ve “mutlaka onu kaydeder ve zapteder” demektir. Bazı alimler, şöyle derler: “Ey insanlar, büyük günahlardan önce küçük günahlardan sakının. Çünkü insana büyük günahları işleme cesareti veren, işte o küçük günahlardır. Binaenaleyh küçük günahlardan da alabildiğine sakının.” (Fahreddin er-Râzî)
صَغ۪يرَةً kelimesinin takdimi, sayılmasından dolayı en çok şaşkınlık uyandıracak olanların onlar olması sebebiyledir. كَب۪يرَةً kelimesinin ona atfı ise, sayılma eylemindeki umum ifadesi içindir. (Âşûr)
يَقُولُونَ fiilinin failinden قَدْ takdiriyle hal olan وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
وَجَدُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki masdar harfi مَا ’nın sılası olan عَمِلُوا cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl olan حَاضِراًۜ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
وَجَدُوا - عَمِلُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟
وَ istînâfiyyedir. Ta’lil hükmündeki son cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle merfû olması, hitabın yalnız Hz. Peygambere tevcihi, Rabb isminin Resulullah’ın yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ'nın ona karşı ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmektedir.
Âşûr ise bu cümlenin ووَجَدُوا ما عَمِلُوا حاضِرًا cümlesine matuf olduğu görüşündedir. (Âşûr)
Mef’ûl olan اَحَداً۟ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre umuma işarettir.
Ta’lil cümleleri tetmim ıtnabındandır.
Hz. Peygambere ait كَ zamirine رَبُّ lafzının muzaf oluşu, ona tazim ve tekrim ifade eder.
Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez ki birinin işlemediği günahları onun amel defterine yazmış olsun veya müstahak olduğu azabın fazlasını versin. Şu halde bu kelam, ezelî kalemin adaletini göstermektedir. (Ebüssuûd)
صَغ۪يرَةً - كَب۪يرَةً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
الْكِتَابِ kelimesinin tekrarı dikkatleri ona çekip önemini vurgulamak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.