Kehf Sûresi 50. Ayet

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً  ...

Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قُلْنَا demiştik ق و ل
3 لِلْمَلَائِكَةِ meleklere م ل ك
4 اسْجُدُوا secde edin س ج د
5 لِادَمَ Adem’e
6 فَسَجَدُوا secde ettiler س ج د
7 إِلَّا hariç
8 إِبْلِيسَ İblis
9 كَانَ (O) idi ك و ن
10 مِنَ
11 الْجِنِّ cinlerden ج ن ن
12 فَفَسَقَ dışına çıktı ف س ق
13 عَنْ
14 أَمْرِ buyruğunun ا م ر
15 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
16 أَفَتَتَّخِذُونَهُ siz onu mu ediniyorsunuz? ا خ ذ
17 وَذُرِّيَّتَهُ ve onun neslini ذ ر ر
18 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
19 مِنْ
20 دُونِي benden ayrı olarak د و ن
21 وَهُمْ oysa onlar
22 لَكُمْ sizin
23 عَدُوٌّ düşmanınızdır ع د و
24 بِئْسَ ne kötü ب ا س
25 لِلظَّالِمِينَ zalimler için ظ ل م
26 بَدَلًا bir değiştirmedir ب د ل
 
Âdem ile İblîs kıssası daha önce birkaç defa geçmiş ve oralarda İblîs’in Âdem’e secde etmemesinin sebebi açıklanmıştı (bk. Bakara 2/34; A‘râf 7/11; Hicr 15/30-31). Burada, Allah’ın ve peygamberin yolunu bırakıp da hem Allah’ın hem de insanların düşmanı olan İblîs’in ve soyunun yolundan giden sapkın insanları uyarmak için konuya tekrar kısaca değinilmiştir.

 İblîs’in cinlerden mi meleklerden mi olduğu konusunda farklı görüşlerolmakla birlikte (Râzî, XXI, 136), bu ve benzeri âyetler onun meleklerden olmadığını açık bir şekilde ifade eder. Mecaz anlamıyla “izleyenler” diye çevirdiğimiz zürriyyet kelimesinin sözlük anlamı, “ondan türeyenler, onun nesli” demektir. Buna göre cinler melek olamaz; çünkü melekler nuranî varlıklar olup onların erkeklik ve dişilikleri yoktur. Onlar evlenmezler, dolayısıyla çocuk sahibi olmazlar. Melekler, yaratılışları itibariyle itaatkâr varlıklar olup Allah’a asla isyan etmezler, kendilerine emredilenleri yerine getirirler (bk. Nahl 16/50; Tahrîm 66/6). Halbuki İblîs çeşitli âyetlerde ifade edildiği üzere Allah’a isyan etmiştir. Çünkü o cinlerdendir, cinler ise itaat veya isyan etme özgürlüğüne sahip varlıklardır.
 
 Başka bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: “O gün Allah onların hepsini toplayacak ve meleklere soracak: ‘Bunlar mıydı size tapmakta olanlar?’ Melekler şöyle cevap verecekler: ‘Hâşâ, sen yüceler yücesisin! Bizim velimiz onlar değil sensin.’ Gerçekte onlar cinlere tapıyorlardı; çoğu onlara inanmıştı” (Sebe’ 34/40-41). 
 
Kur’ân-ı Kerîm’de İblîs’in de (A‘râf 7/12) cinlerin de (Rahmân 55/15) ateşten yaratılmış oldukları bildirilmiştir. Bu âyetler cinlerle meleklerinayrı ayrı varlıklar olduğunu gösterir.
 
 Cinler de melekler gibi gayri maddî oldukları için, bu anlamda meleklerin cinlerden sayılabileceğini, dolayısıyla cinlerden olan İblîs’in aynı zamanda meleklerden olmasına bir engel bulunmadığını savunanlar olmuşsa da gerek yukarıdaki deliller, gerekse Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadîs-i şerif, meleklerle cinlerin farklı varlıklar olduğunu ifade etmektedir. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise öz ateşten yaratıldı. Âdem de (Kur’an’da) size anlatılan şeyden (toprak) yaratıldı” (Müslim, “Zühd”, 60; melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; cinler hakkında bilgi için bk. Cin 72/1).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 560-561
 

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  اِذْ , takdiri  أذكر  olan mahzuf fiile müteallıktır. 

قُلْنَا  ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

لِلْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  قُلْنَا  fiiline müteallıktır. 

Mekulü’l-kavli,  اسْجُدُوا ’dir.  قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اسْجُدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni, emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لِاٰدَمَ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline müteallıktır.  لِاٰدَمَ  cer alameti fetha olup gayri munsariftir. 

Gayri munsarıf isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarıfa “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَجَدُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَّٓا  istisna edatıdır. 

İstisna: bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِبْل۪يسَ  müstesna olup fetha ile mansubdur.

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

  كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallktır.

فَ  atıf harfidir.  فَسَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

عَنْ اَمْرِ  car mecruru  فَسَقَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي 

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifhâm harfidir.  فَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. تَتَّخِذُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ذُرِّيَّتَ  kelimesi mef’ûlun bih olan gaib zamirine matuftur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.

اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsarıftır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarıfa “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مِنْ دُون۪ي  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَكُمْ  car mecruru  عَدُوٌّ ’ün mahzuf haline müteallıktır. عَدُوٌّ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بِئْسَ  zem fiili, yergi maksatlı cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Bu kelamda şiddetli bir tehdit vardır. 

بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. Fiilin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  هُو ’dir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلظَّالِم۪ينَ  car mecruru  بَدَلاً ’nin mahzuf haline müteallıktır.  اَلظَّالِم۪ينَ ’nin  cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

بَدَلاً , zamir olan failin temyizi olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah’tır. Muhatap Hz. Peygamber ve dolayısıyla bütün insanlardır.

Âşûr ise bu cümlenin 47. ayetteki  ويَوْمَ نُسَيِّرُ الجِبالَ  cümlesine matuf olduğu görüşündedir. (Âşûr)

Zaman zarfı  اِذْ , takdiri  اذكر  (hatırla, düşün) olan mahzuf fiile müteallıktır. 

Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olan  قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamiri dolayısıyla fiil tazim ifade eder.

قُلْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اسْجُدُوا لِاٰدَمَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Meleklere emir olan mekulü’l-kavl cümlesinden sonra, emrin cevabının  فَ  ile gelmesi hemen secde etmiş olduklarına işaret eder.

Bu secde, selamlama ve saygı gösterme secdesidir. (Ebüssuûd)

فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَ  cümlesi, aynı üslupta gelerek …قُلْنَا  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. اِلَّٓا , istisna edatıdır. Munkatı’ olan istisnada  اِبْل۪يسَۜ , müstesnadır. 

“İblis cinlerden idi.” cümlesi, müstesna olarak İblis’in secde etmemesinin sebebinin beyanıdır. Sanki “O niçin secde etmedi?” Mukadder (gizli) sualine cevap olarak “Çünkü o, aslen cinlerden idi. Sonra Rabbinin emrinden çıktı.” denilmiştir. (Ebüssuûd)

Burada İblis’in kıssasını hatırlatmaktan maksat, kendi nesepleri ve mallarıyla övünüp yoksul müminler arasına girmeyi kendilerine yakıştırmayan mütekebbirlere olan inkâr ve reddi ağırlaştırmaktır. Yani bunun İblis’in işi olduğu ve onların, böyle davranmakla İblis’in vesvesesine uydukları beyân edilmektedir. (Ebüssuûd)

سجد  yakın anlamı “secde etmek, tapmak” demektir. Fakat burada meleklerin Rabbimizin emrine itaat edip boyun eğdikleri kastedilmektedir ki bu da kelimenin ikinci ve uzak anlamıdır. Dolayısıyla tevriye vardır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

اسْجُدُوا - سَجَدُٓوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

لِاٰدَمَ  -  اِبْل۪يسَۜ  -  لِلْمَلٰٓئِكَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Âdem’e secde edin demişti de İblis hariç secde etmişlerdi.] Kuran-ı Kerim’in bunu birçok yerde tekrar etmesi, anlatılmak istenen konuya giriş olmasındandır. Burada da o övünenleri teşhir edip de yaptıklarını çirkin bulunca, bunun İblis'in yollarından olduğunu bildirmekle tespit etti ya da dünyaya aldananla ondan yüz çevirenin halini açıklayınca -ki ona aldanmanın sebebi şehvet tutkunluğu ve şeytanın süslemesidir- aralarındaki eski düşmanlığı hatırlatarak şeytandan nefret ettirdi. İşte Kur'an'da bütün tekrarların buna benzer gerekçeleri vardır. (Beyzâvî)

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Kâdî bir başka izah yaparak şöyle demiştir: “Allah Teâlâ daha önce kıyametten, haşirden ve amel defterlerinin ellere verilmesinden bahsedince burada da sanki o müşriklere, kıyamet günü nida edeceğini ve onlara: ‘Ortaklarım olduğunu söylediğiniz o şeyler nerede?’ diyeceğini anlatmıştır. O, insanları böylesi şirklere sevk edenin İblis olduğunu bildiği için de bu manayı tamamlamak için ayette bu kıssaya yer vermiştir.” Kâdi sözüne şöyle devam eder: “Cenab-ı Hak her ne kadar bu kıssayı pek çok surede tekrar tekrar anlatmış ise de her bir anlatışında, yeni değişik hususlar vardır.” (Fahreddin er-Râzî)


 كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  كَانَ مِنَ الْجِنِّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْجِنِّ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Atıfla gelen  فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul Arapçada Cümle Yapısı 2010 s. 190-191)

فَسَقَ ; İtaatte haddi aşmak demektir.  فَسَقَتِ الرُّطَبَةُ  sözü kabuğundan çıkan taze hurma için kullanılır. Mecâzen haddi aşmak manasında kullanılır. (Âşûr)

فَسَقَ  kelimesi için Ferrâ şöyle demiştir: “O'nun taatinden çıktı anlamındadır. Nitekim Araplar ‘Hurma, kabuğundan çıktı anlamında  فَسَقَتِ الرُّطَبَةُ  demektedirler. Nitekim, fareye de evinin yuvasının iki kapısından çıktığı için ‘fuveysika (fare, köstebek)’ denir.” (Fahreddin er-Râzî)

رَبِّه۪  şeklinde Rabb isminin Allah’a isyan eden İblis’e ait zamire muzâf olmasında, Rabbin, onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. Yine Rabb ismine muzâf olması  اَمْرِ  için şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. 

كَانَ مِنَ الْجِنِّ  gizli  قَدْ  ile haldir ya da gerekçe mahiyetinde yeni söz başıdır. (Beyzâvî)


اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ

 

فَ  istînâfiyye veya atıftır. Cümle, takdiri  أتكفرون  (İnkâr mı ediyorsunuz?) olan mukadder istînâfa matuftur.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Hemze, inkârî istifham harfidir. Cümle “Onu ve zürriyetini dost ediniyor musunuz?” anlamında değil, “Onu ve zürriyetini dost edinmeniz olacak iş değil, böyle birşey olamaz!” anlamındadır. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham, inkâr ve müşrikleri azarlama manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

دُون۪ي  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ  harf-i ceri tekid için gelmiştir, zaiddir. (Âşûr)

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ , sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  لَكُمْ , konudaki önemine binaen takdim edilmiştir.

Mansub mahaldeki cümle önceki ifadeleri desteklemek için gelmiş tetmim ıtnâbıdır.

اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ  [Onu ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz?!] cümlesi inkâr ve hayret ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)

وَذُرِّيَّتَهُٓ , evlatlarını ve ona tabi olanları demektir, bunlara zürriyet denilmesi mecazîdir. (Beyzâvî)

Şeytanın zürriyeti, onun çocuklarıdır veya mecazî olarak ona uyanlar demektir. (Ebüssuûd)


  بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً

 

İstînâfiye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Son cümle gayrı talebî inşâî isnaddır.  بِئْسَ  zem fiillerindendir. Tekid ifade eden camid fiildir.  بِئْس nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri,  بئس البدل إبليس وذريته  [İblis ve zürriyeti ne kötü bedeldir.] şeklindedir. 

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. 

بَدَلاً  temyiz olarak nasbtır.

Sonra Cenab-ı Hak, “Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!” buyurmuştur. Yani “İblis’i Allah ile değişip de Allah'a itaat yerine İblis'e itaat eden kimse için Allah yerine İblis ne kötü bir bedeldir, ne kötü bir değiş tokuştur!” demektir.

Bu ifade, onların yaptıklarının, pek çirkin bir zulüm olduğunu açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)

Zalimlerden kasıt müşriklerdir. Zamir yerine açık isim olarak  الظَّالِم۪ينَ  denilmesi, onların zalimliğini teşhir etmek ve onları zemmetmek içindir. (Âşûr)

اِبْل۪يسَۜ - مَلٰٓئِكَةِ  ve  اَوْلِيَٓاءَ  -  عَدُوٌّۜ  gruplarındaki  kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı, جِنِّ   مَلٰٓئِكَةِ - اِبْل۪يسَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müşrikler İblis ve Âdem kıssasını, ehl-i kitaptan işitmiş idiler ve doğruluğa da inanmış idiler. Biliyorlardı ki İblis, ancak asaleti sebebiyle Hz. Âdem'e karşı kibirlenmişti. Binaenaleyh bu kıssayı onlara anlattığımız zaman bu, onların fakir Müslümanlara karşı gösterdikleri kibir ve büyüklenme hususunda, onları bundan alıkoyacak bir şey olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)