يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَقُولُوا | demeyin |
|
6 | رَاعِنَا | Ra’ina (bizi gözet yahut: kaba söz) |
|
7 | وَقُولُوا | deyin |
|
8 | انْظُرْنَا | unzurna (bize bak) |
|
9 | وَاسْمَعُوا | ve dinleyin |
|
10 | وَلِلْكَافِرِينَ | ve kafirler için vardır |
|
11 | عَذَابٌ | bir azab |
|
12 | أَلِيمٌ | acı |
|
"Ey mü'minler "RAİNA" demeyin! "UNZURNA" deyin ve dinleyin."
Kulak verin! Dinleyin! Buyuruyor.
Raiy, riâyet; bir kimsenin başkalarının işlerini çekip çevirmesi, yönetmesi demektir. Onun lehine olan şeyleri tedarik edip, ona fayda sağlaması, onu gözetmesi demektir.
Başlangıçta Allah’ın Rasûlü, müslümanlara herhangi bir emir verdiği zaman müslümanlar, sahabe: “Raina ya Rasûlallah!” derlerdi. Yani bize riâyet et ey Allah’ın Rasûlü! Bizi gözet! Bize mühlet tanı! Acele etme! Bize zaman ver ki, biz bunu anlayalım! Derlerdi.
Sonradan yahudilerin çok değişik mânâlarda kullandıkları bu tabiri kullanmamalarını emrederek buyurdu ki Rabbimiz:
Böyle demeyin! "RAİNA" demeyin ey müslümanlar "UNZUR-NA" deyin. Ve söze de iyi kulak verin, dikkatlice dinleyin.
Bunun sebebini şöyle izah etmişler:
1- "RAİNA" kelimesi yahudilerin kendi aralarında bir tür sövme anlamına kullandıkları bir kelimeydi. Bu kelimeyle, bu şifreyle Allah’ın Rasûlüne sövmeye çalışıyorlardı.
2- Veya ey bizim çoban! Ey bizim çobanımız! Ey bizim gü-dücümüz anlamına kullanıyorlardı bunu. Peygamberi bir çoban, bir hayvan güdücüsü konumuna düşürmeye ve böylece onunla alay etmeye, onu alay konusu yapmaya çalışıyorlardı.
3- Veya İbrani’ce de: Duy duymaz olası! Dinle dinlenmez olası! Dinle sözü dinlenmez adam! Gibi hakaret ifade eden bir kelimedir. Yahudiler hem karşısındakine sövmek, hem de hakaret etmek kastıyla bu kelimeyi kullanmaya başlayınca Cenab-ı Hak müslümanların bu kelimeyi kullanmalarını yasakladı.
4- Bir de bu kelime: Sen bize riâyet et, sözümüze kulak ver ki biz de sana riâyet edelim, biz de senin sözünü dinleyelim şeklinde pazarlıklı bir ifade anlamına geliyor. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
Nezara نظر:
نَظَرٌ bir şeyi algılamak, görmek ve idrak etmek için gözü ve uz bakışı ona çevirmektir. Bu kavramla bazen acele etmeden düşünmek (te'emmül) ve araştırmakta kastedilir.
Halk dilinde nazar, daha çok gözle bakmak anlamında, ulemâ dilinde ise basiret anlamında kullanılır.
نَظَرَ ve إنْتَظَرَ fiilleri bir şeyin gelmesini intizar etmek/beklemek/gözlemektir. İf'al babındaki formu olan أنْظَرَ fiili ise tehir etmek/ertelemek anlamında kullanılır.
Yine نَظَرٌ nazar sözcüğü aynı zamanda bir meseleyle ilgili hayret etmek ve şaşırmak manasına da gelir.
نَظِيرٌ ise benzer/eş demektir.
Son olarak münazara مُناظَرَةٌ kavramı, görüş alışverişinde karşılıklı görüşlerini ortaya koyma, birbirini tenkit etmek, üstün gelmek için rekabet etmek ya da çekişmek şeklinde sergilenen tartışmadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 129 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri nazar, nazari, nâzır, nazariye, intizar, müntazır, manzara, münazara, nezaret, mütenâzır, (sarfı) nazar ve naziredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ
يَٓا nida harfi, اَيُّ münada, هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadanın sıfatı veya bedeli olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Nidanın cevabı لَا تَقُولُوا ’dur. لَا nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُولُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Mekulü’l-kavl cümlesi رَاعِنَا ’dır. رَاعِ emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûl olarak mahallen mansubtur. رَاعِنَا cümlesi لَا تَقُولُوا fiilinin mef‘ûlü olup mahallen mansubtur.
قُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ ifadesi atıf harfi وَ ile nidanın cevabına atfedilmiştir. قُولُوا emir fiildir. Mekulü’l-kavl cümlesi انْظُرْنَا ’dir. قُولُوا fiilinin mef‘ûlü olup mahallen mansubtur. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûl olarak mahallen mansubtur.
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. اَل۪يمٌ ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı لَا تَقُولُوا nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَا تَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli emir üslubunda talebi inşâî isnaddır.
قُولُوا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَا تَقُولُوا cümlesine matuftur. Cihet-i camia, tezattır.
قُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli de, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَاسْمَعُواۜ cümlesi nidanın cevabına matuftur.
Bu inşa cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir.
الَّذ۪ينَ kelimesinde tevcih sanatı vardır. Müphem bir kelimedir, arkadan gelen sıla cümlesiyle kimlerin kastedildiği açıklanır.
رَاعِنَا - انْظُرْنَا kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَا تَقُولُوا - قُولُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müslümanlar, kendilerine ilimden [Kur’an’dan, dinden] bir şey söylediğinde Peygamber (s.a.)’e راعنا يا رسول اللّٰهِ yani “Ey Allah’ın Rasulü! Bizi gözet, bizi bekle, bize teenni ile davran ki söylediklerini anlayıp ezberleyebilelim” diyorlardı. Yahudilerin de birbirlerine sövmek için kullandıkları İbranca veya Süryanca راعينا şeklinde bir kelimeleri vardı. Bunlar, mü’minlerin راعنا sözünü duyunca, bunu fırsat bildiler ve malum sövmeyi kastederek Peygamber (s.a.)’e o kelimeyle hitap ettiler. Bunun üzerine müminlere bu kelimeyi söylemek yasaklandı ve o kelimeyle aynı manaya gelen bir başka kelimeyi söylemeleri emrolundu. Bu da, “onu bekledi” anlamına gelen نَظَرَهُ kökünden انْظُرْنَا kelimesidir. (Keşşâf)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kuran-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Bu hitap Allah'ın müminlere yönelerek bu surede yaptığı ilk hitaptır. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefâsir)
رَع ; gözetmek, رَاعِ ; çoban demektir. Riayet ve mera (otlak) kelimeleri de bu kökten türemiştir.
Kur’an’da “dinleyin” emri çok geçer. Çünkü o dönemde Kur’an yazılı değildi. Okunacak değil, dinlenecek bir şeydi.
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
اَل۪يمٌ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada elîm azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.
Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki, bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Keşşâf)
عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ ifadesindeki اَل۪يمٌۙ kelimesi ism-i fail kalıbındadır. İşârî olarak o öyle bir azap ki, azap verirken kendisi bile acımaktadır, şeklinde düşünülebilir. اَل۪م kökünden gelen اَل۪م acı, ağrı; اَل۪يمٌۙ ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elîm acı duyan anlamına alınırsa, bu azabın değil azab edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır.