اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | اتَيْنَاهُمُ | kendilerine verdiğimiz |
|
3 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
4 | يَتْلُونَهُ | onu okuyanlar |
|
5 | حَقَّ | doğru bir |
|
6 | تِلَاوَتِهِ | okuyuşla |
|
7 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
8 | يُؤْمِنُونَ | inananlardır |
|
9 | بِهِ | ona |
|
10 | وَمَنْ | ve kim |
|
11 | يَكْفُرْ | inkar ederse |
|
12 | بِهِ | onu |
|
13 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
14 | هُمُ | onlar |
|
15 | الْخَاسِرُونَ | ziyana uğrayanlardır |
|
“Kendilerine kitap verdiğimiz” ifadesine dikkat çekmek isterim. Bu ifade bazen “kendilerine kitap verilenler” şeklinde gelir. Kendilerine kitap verdiğimiz şeklinde kullanılıyorsa Allah kendilerinden memnun olduğu kullarından bahsediyordur. Kendilerine kitap verilenler şeklinde kullanıldığında Allah onlardan memnun değildir, çünkü kulluğun gereğini yerine getirmemişlerdir. Ayetin içeriğinde bile Allah kendini katmayarak onlardan uzak tutar ve edilgen fiil kullanır! (Nouman Ali Han)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ cümlesidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Fiile bitişen mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. يَتْلُونَهُ fiili اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfudur. اٰتَيْنَاهُمُ fiilinin mef’ûlünün veya الْكِتَابَ kelimesinin hali de olabilir.
حَقَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur ve muzâftır. تِلَاوَتِه۪ۜ muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ ifadesi ise haber olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ [İşte bunlar ona inanırlar.] cümlesi, cümlenin mübtedasının bir diğer haberidir, çünkü يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ [onu hakkıyla okurlar.] ifadesi haber idi. اُو۬لٰٓئِكَ [İşte bunlar] ile başlayan cümle ise bir başka haberdir. Bu yönüyle bu cümle tıpkı “Bu tatlıdır, ekşidir.” cümlesi gibidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْفُرْ şart fiilidir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. بِه۪ car mecruru يَكْفُرْ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ mübtedadır. هُمُ kelimesi munfasıl ya da fasl zamiridir. الْخَاسِرُونَ ise haberidir.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ [Onu] yani kitabı فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ [inkâr edene gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.] Yani onlar aldanmışlardır ve helak olacaklardır. Burada مَنْ يَكْفُرْ بِه۪ [onu inkâr edene] ifadesi tekil olduğu halde “işte onlar” ifadesinin çoğul olmasının sebebi, [onu inkâr eden] ifadesinin anlam olarak çoğul olmasıdır. Çünkü bu, cins ifade eder. اُو۬لٰٓئِكَ [İşte onlar] ifadesinin ardından gelen هُمُ [onlar] zamiri, imâd (ayırma, fasl) zamiridir. الْخَاسِرُونَ۟ [Ziyana uğrayanlardır.] ifadesi mübtedanın haberidir, yani cümlenin yüklemidir. Burada hüsran ona hakkıyla tâbi olan kimseye değil, onu inkâr eden kimseye nispet edilmiştir ki bu da Allah Teâlâ’nın kullarına yönelik bir lütfudur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ
İstînafiyye olan ayet kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İlk cümle, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ ’nin müsnedün ileyh olması, sözü geçen kimselere tazim ifade eder.
Müsned, isim cümlesi formunda gelmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenlere tazim ifade eder. Haberin يُؤْمِنُونَ şeklinde muzari fiille gelmesi ise hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrara işaret eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi harekete geçirerek muhatabın olayı gözünde canladırmasını sağlar.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ [Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler] ifadesinde “verme” fiilinin hususi olarak onlar için kullanılma sebebi, onların kitap ile amel etmeleridir. Adeta kitap sadece onlara verilmiş gibi ifade edilmiştir. Hak Teâlâ, [onlara oku.] (eş-Şuarâ 26/69) ayetinde تلي fiilini okumak anlamında kullanmıştır. Hakkıyla okuma ise üzerinde düşünmek, tefekkür etmek, ağır ağır okumak, tahrif ve değiştirmeden kaçınmaktır.
Bir görüşe göre يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ [Onu hakkıyla okurlar.] cümlesinin başında bir و edatı gizlidir, yani anlam “Ve onu hakkıyla okuyanlar” şeklindedir. Dolayısıyla bu cümle de mübtedâya dahildir, mübteda bu cümle ile tamamlanır.
اُو۬لٰٓئِكَ ifadesi ise bu mübtedanın haberi olur. Yani asıl iman eden kimsenin, kendisine Tevrat verilen ve ona uyan, onunla amel eden kimse olduğunun beyanı olur. Bir görüşe göre ayet sahabe hakkındadır, kitaptan kasıt Kur’an’dır ve bu ifade, önceki grupların kınanmasının ardından sahabenin övülmesidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Ömer)
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ ifadesinde müsnedin ileyhin önce gelmesinde takdim kasrı vardır. Kasrı ifrad kabilindendir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 991)
وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Cümle öncesine و ile atfedilmiştir. اٰتَيْنَاهُمُ ’a matuf olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. يَكْفُرْ şart fiili, فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ cevap cümlesidir.
Birden fazla unsurla tekid edilen cevap cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayetin fasılasında 3 tekid vardır: اُو۬لٰٓئِكَ işaret ismidir, ‘gözümüzün önünde’ demektir. هُمُ fasıl zamiridir. الْخَاسِرُونَ۟ da haber olduğu halde marife gelmiştir. “Zarara uğrayanlar sadece onlardır” gibi bir vurgu, yani kasr vardır.
“Bu kitabı nankörce inkâr eden” tahrifçiler; [bunlardır işte hüsrana uğrayacaklar!] Çünkü hidayeti verip dalaleti satın almışlardır. (Keşşâf)
يَكْفُرْ - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb, اَلَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır.
الْكِتَابَ - يَتْلُونَهُ - تِلَاوَتِه۪ۜ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
اُو۬لٰٓئِكَ ’nin tekrarında ıtnâb, يَتْلُونَهُ - تِلَاوَتِه۪ۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada İsrailoğulları'nın da, sayıları az da olsa, bir kısmının müminler arasına girmiş ve ilahi övgüye nail olduklarını görüyoruz. Bu mazhariyetin ve bu yeni özelliğin getirdiği şevk ve heyecan ile şimdi İsrailoğullarına, bir taraftan yukarıdan beri sürüp gelen hitapları tamamlamak, diğer taraftan daha sonra gelecek olan İbrahim kıssasına geçişe hazırlık mahiyetinde bir hüsn-i tehallus sanatıdır. Türk edebiyatında bir bahisten diğer bir bahse geçerken, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet sağlayan söze "girizgah" denilir, Arapça'da ise buna "tehallus" adı verilir. Bedi' ilminde, bir sözden diğerine doğrudan doğruya geçmeye "iktidap", tam bir münasebetle geçmeye "tehallus", ikisi ortasına da "iktidab-ı karib-ı tehallus" veya "tehallusa yakın iktidab" ismi verilir. (Elmalılı)