Bakara Sûresi 13. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَـهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَـهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ  ...

Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler.İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 قِيلَ denildiği ق و ل
3 لَهُمْ onlara
4 امِنُوا iman edin ا م ن
5 كَمَا gibi
6 امَنَ inandıkları ا م ن
7 النَّاسُ insanların ن و س
8 قَالُوا derler ق و ل
9 أَنُؤْمِنُ inanır mıyız? ا م ن
10 كَمَا gibi
11 امَنَ inandığı ا م ن
12 السُّفَهَاءُ beyinsizlerin س ف ه
13 أَلَا iyi bilin ki
14 إِنَّهُمْ doğrusu onlardır
15 هُمُ onlar
16 السُّفَهَاءُ asıl beyinsizler س ف ه
17 وَلَٰكِنْ fakat
18 لَا değildir
19 يَعْلَمُونَ bilenlerden ع ل م
 

Onlara “Diğer insanlar gibi siz de iman ediniz” denildiğinde, “Akılsızların inandıkları gibi biz de inanalım mı?” derler. Biline ki, asıl akılsızlar onlardır, fakat bilmezler.

İman ve inkâr yalnızca akıl ve bilgi işi olsaydı bütün akıl ve bilgi sahipleri inanır veya inanmazlardı. Halbuki tarih boyunca ileri düzeyde akıl ve ilim sahibi kişiler arasında hem iman edenler hem de inkâr edenler bulunmuştur.

Bu sebeple iman edenler akıllarıyla övünmezler; hidayeti, imana kavuşmayı, kendi irade ve tercihleri yanında Allah’ın hidayet ve yardımına da bağlarlar, O’na şükrederler. İnkârcılar ise yalnız akıllarına güvenir, akıl üstü varlıklara inanmaktan kurtulduklarını düşünür, iman ehlini akılsızlıkla, saflıkla, ekonomik ve kültürel yönlerden geri kalmışlıkla vasıflandırırlar, imanı bu etkenlere bağlarlar.

13. ve yukarısındaki âyetler işte bu tavır ve psikolojiyi açığa çıkarmakta; asıl akılsızların, aklını doğru kullanmayanlar, tercihlerini iman ve İslâm yönünde yapmayanlar olduklarını ilân etmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 81  
 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُۜ                           


وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen  zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

ق۪يلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمْ  car mecruru, ق۪يلَ  fiiline mütealliktir. اٰمِنُوا  emir fiil, naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

اٰمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَ  misli manasındadır.

ما  ve masdar-ı müevvel  كَ  harfi ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatı veya mef‘ûlu mutlak olarak mahallen mansubdur. Takdiri: آمنوا إيمانًا مثل إيمان الناس (Öyle bir iman ki tıpkı gerçek insanların imanı gibi bir iman) şeklindedir. 

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. النَّاسُ  fail olup damme ile merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالُوا  cümlesi şartın cevabıdır. 

قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  Mekulü’l-kavli  اَنُؤْمِنُ ’ dur. قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir. نُؤْمِنُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. كَ  misli manasındadır.

ما  ve masdar-ı müevvel  كَ  harfi ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubdur. Takdiri: أنؤمن إيمانًا مثل إيمان السفهاء؟ (Akılsız insanların imanı gibi iman eder miyiz?) şeklindedir. 

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. السُّفَهَٓاءُ  fail olup damme ile merfûdur.

اٰمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ 


اَلَٓا  taaccüb manasında arz edatıdır.

اَلَا  Konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُمُ السُّفَهَٓاءُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

هُمْ  fasıl zamiri veya mübteda olup mahallen merfûdur. السُّفَهَٓاءُ  haber olup damme ile merfûdur.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السُّفَهَٓاءُ  kelimesi  فعلاء  vezninde sıfatı müşebbehedir. 

Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنْ  istidrak harfidir, لكنّ ’den muhaffefedir. 

İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُۜ

وَ  istînâfiyyedir. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  ق۪يلَ لَهُمْ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavli  اٰمِنُوا ; emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا , mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubdur. Takdiri: أنؤمن إيمانًا مثل إيمان السفهاء؟ (Akılsız insanların imanı gibi iman eder miyiz?) şeklindedir. ما ’nın sılası olan  اٰمَنَ النَّاسُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُ  cümlesi istifham üslubunda gelmiş, talebî inşâî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkari anlamdadır. Yani “sana inanmamız olacak şey değil” demek istemişlerdir. Cümle, inşâ manasından çıkıp haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

ءَامَنَ - ءَامَنَوا - نُؤۡمِنُ ,قِیلَ - قَالُوۤا۟ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.  

السُّفَهَٓاءُ  kelimesindeki tarif ahd veya cins içindir. Yani ya önceki insanları, ya da tüm ırkı ve başlangıçta kendi bozuk iddialarıyla bu işe giren ve devam edenleri uzak tutan şerefli, bilge ve asil insanları kastetmişlerdir. (Âlûsî) 

Burada  إنْ  değil, اِذَا  buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

النَّاسُ  kelimesindeki ال ahd içindir, yani akılda var olan belli bir şeyi işaret etmektedir. Dolayısıyla şöyle demektir: "Tıpkı Allah Rasulünün ve onunla birlikte iman etmiş olanların iman ettikleri gibi. Hz. Peygamberin yanında yer alan imanlı kimseler de, Abdullah b. Selâm (v.43/663) ve taraftarlarıdır. Yani arkadaşlarınızın ve kardeşlerinizin inandıkları gibi siz de gelin iman edin, manasındadır.

Ya da buradaki ال cins içindir. Bu durumda ise mana şöyledir: İnsanlıkta kemâl ve olgunluk derecesine ulaşmış olanların inandıkları gibi... Ya da sanki burası, bu ifade ile, inanmış olanları gerçek anlamda insan ve bunların dışındakileri de hayvanlar olarak... değerlendirmesidir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Bu ayetteki اَنُؤْمِنُ  [İman eder miyiz?] ifadesinde bulunan istifham, inkâr - yalanlama içindir. Yani inanmayız anlamındadır.(Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl)

Ayette istifham asli manasından - o da bir şeyi öğrenmek istemektir - ayrılarak ifadenin mazmunundan anlaşılan başka manaları, inkâr ve istihza manalarını almıştır. Bu manaları tayindeki ölçü ise zevk-i selimdir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

اَنُؤْمِنُ  [İman eder miyiz?] ifadesindeki soru, inkâr anlamı taşır. السُّفَهَٓاءُ  (beyinsizler) kelimesindeki lâm-ı tarif, daha önce işaret edilen “insanlar”a göndermedir. Nitekim bir kişi dostuna; “Zeyd senin aleyhinde kötü konuştu” dendiğinde, “Yapmış mı beyinsiz!?” diye cevap verir. Lâm-ı ta‘rîfin cins ifade etmesi ve bu cinsin kapsamına -onların iddiasına göre- ‘beyinsiz’ kapsamına giren kimselerin dahil olması da mümkündür. Çünkü münafıklara göre müminler insanlar içerisinde en beyinsiz olanlardır. (Keşşâf)

Bu ayet-i kerimedeki النَّاسُ kelimesinin başındaki tarif, rasul manasında ahd-i ilmî olabileceği gibi (“Rasul’un iman ettiği gibi”); insan cinsi manasında cins için de olabilir. Bu ikinci durumda ince bir mana da vardır. Şöyle ki; iman eden insanlar, kâmil manada insandır. Onların dışındakiler ise insan cinsinden değildir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette müminleri budalalıkla itham eden münafıkların, bu vasfa müminlerden daha layık olduğuna vurgu yapılmaktadır. (Zemahşerî, Mufassal fî İlmi’l-Arabiyye, s. 312, 313.)

اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiş tenbih edatıdır.  اِنَّ  ile  اَلَٓا  ve fasıl zamiri  هُم  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi, fasıl zamiri  هُم  ve tenbih edatı sebebiyle birden fazla tekit unsuru taşıyan çok muhkem cümlelerdir. 

اَلَٓا, ayette isim cümlesinin başına gelerek devamında gelecek sözü muhatabın can kulağıyla dinlemesini sağlamıştır. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa (Bakara Suresi Örneği))  

Cümlede müsnedin  ال  ile marife olması, herkes tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, tahsis ifade eder.

ألا  edatı tenbih edatı olarak kullanılmış olup tekid ifade eder.

Cümlede müsnedin marife olması, herkes tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, tahsis de ifade eder.

ءَامَنَ - ٱلسُّفَهَاۤءُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Burada tenbihler ve fasıl zamirlerinin de bulunması dolayısıyla çok kuvvetli bir ifade vardır diyebiliriz.

وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ

Atıfla gelen cümlede cihet-i camia temasüldür. Cümle atıf harfi  وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir.

لٰـكِنَّ ’den tahfif edilmiş istidrak harfi  لٰـكِنْ ’in dahil olduğu  وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki  يَعْلَمُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil sıygasında gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لٰكِنْ  şeddeden muhaffeftir, ibtida harfidir, amel etmez. Sadece istidrak ifade eder. Kendisinden önce atıf edatı geldiğinden, atıf harfi olamaz. Kendisinden sonra müfred kelime geldiğinde, atıf edatı olmakla beraber, istidrak manasını da korur. (İtkan c.1 s.475)

Burada لَا يَعْلَمُونَ [bilmezler] buyuruldu. Bundan önceki ayette de, لَا يَشْعُرُونَ [farkında olmazlar, şuursuzdurlar] denilmişti. Çünkü burada sefeh’ten söz edilmiştir ki bu cehildir, bilgisizliktir. Dolayısıyla cehaletin söz konusu edildiği bir yerde ona uygun olarak ilimden yani bilmekten söz etmek daha yerindedir. Çünkü iman olayı delil ve kanıt ister, doğru teşhis ister ki bu sayede delil ve kanıtları göz önünde tutan kimse bilgi kazanmış olsun.

Yeryüzünde fesat çıkarma, bozgunculuk meydana getirme, huzuru bozma olayına gelince, bu sıradan şeylere dayanan bir durumdur. Bu da adeta duyularla algılanabilen şeyler gibidir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

11, 12, ve 13.ayetler başlangıç bölümlerine münasip bir şekilde bitmiştir. Önceki ayette fesattan bahsedilmektedir. Fesat dünyevî bir şeydir ve adetlere mebnidir. Mahsus şeylerden olduğu için ayetin “fark etmezler” şeklinde bitmesi uygun olmuştur. Sonraki ayet ise imanla alakalıdır. Hak ve batılı kavramakla alakalıdır. Bu da teemmül gerektirir. Dolayısıyla “bilmezler” şeklinde bitmesi münasip olmuştur. Kur’an-ı Kerim’in nazmı üzerinde düşünülürse ayet sonlarındaki esma-i hüsnanın bulunduğu yere özel olarak seçildiği anlaşılır. Kur'an'daki bu harika üslup, teşâbüh-i etrâf sanatı olarak isimlendirilir.

Bu ayette süfehanın sözleri tazmin sayılmıştır.

11, 12 ve 13.ayetler arasında mukabele vardır. Benzer ayetler olmasına rağmen sonlarında farklı fiiller tercih edilmiştir. Bunun sebebi müminlerin hak, kendilerinin batıl üzere olduklarını anlamak için düşünmelerini sağlamaktır. Münafıklar, müminlerin görüşlerinin yanlış olduğuna inandıkları ve onları küçümsedikleri için onlara “sefîh” dediler. Çünkü müminlerin çoğu fakirdi. İşte buna mukabil Allah Teâlâ asıl sefîhlerin onlar olduğunu ifade ederek ayeti “ilim" fiiliyle bitirdi. halbuki nifak ve buna bağlı olan yeryüzünde fitne ve fesada yol açan azgınlıklar dünyevi şeylerdir ve âdetlere mebnidir. Onun için önceki ayet de buna münasip olarak “şuur” fiiliyle sona ermiştir.

Münafıklar kendilerinin değil müminlerin akılsız olduklarına inanıyorlardı. Allah Teâlâ onların bu inancını ters çevirerek, inananların değil kendilerinin akılsız olduğunu ama bunu bilmediklerini dile getirdi. Bunun için kasr-ı kalb olmuştur.