Bakara Sûresi 146. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ  ...

Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 اتَيْنَاهُمُ kendilerine verdiğimiz ا ت ي
3 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
4 يَعْرِفُونَهُ onu tanırlar ع ر ف
5 كَمَا gibi
6 يَعْرِفُونَ tanıdıkları ع ر ف
7 أَبْنَاءَهُمْ oğullarını ب ن ي
8 وَإِنَّ ve (yine) elbette
9 فَرِيقًا bir grup ف ر ق
10 مِنْهُمْ onlardan
11 لَيَكْتُمُونَ gizlerler ك ت م
12 الْحَقَّ gerçeği ح ق ق
13 وَهُمْ onlar
14 يَعْلَمُونَ bildikleri (halde) ع ل م
 

   Arafe عرف :

  Mârife مَعْرِفَةٌ ve irfan عِرْفانٌ sözcükleri bir şeyin izini tefekkür edip derin düşünerek onu idrak etmektir ki bu sınırlı bir bilgidir. Bu kelime ilimden daha dar kapsamlıdır. Marifetin zıddı inkar, ilmin zıddı ise cehldir.

  Bu kökün aslı ya onun arfına yani kokusuna ulaşmak veya urfe yani onun sınırına ulaşmak kullanımından gelir.

  Tefâul babındaki تَعارَفَ fiili birbirlerini tanımak anlamına gelir.

  عَرَفاتٌ Belirli bir arazi parçası olan Arafat'ın adıdır. Bir görüşe göre bu sözcük  Hz. Âdem ile Hz. Havva'nın burada tanışmalarından dolayıdır. Diğer bir görüşe göre ise kulların burada ibadet ve dualarla kendilerini Yüce Allah'a tanıtmalarıdır.

  Mâruf مَعْرُوفٌ; güzelliği akıl ve şeriat yoluyla bilinen her türlü fiilin adıdır. Bunun zıddı ise münkerdir.

  عُرْفٌ'a gelince o maruf olan ihsan, lutuf ve iyiliktir.

  Âraf أعْرافٌ, cennet ile cehennem arasında bir surdur.

  İf'tial babı formundaki i'tiraf إعْتِرافٌ formu ikrar/itiraf ve kabul etmektir. Asıl anlamı kişinin günahını ve kabahatini bildiğini göstermesidir. (Müfredat)

   Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda 71 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Ârif, mâruf, maarif, Arafat, Arafe, arâf, irfan, târif, tarife, itiraf, örf ve marifettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.  Fiile bitişmiş olan نا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. يَعْرِفُونَ fiili اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. 

كَ misli manasındadır. ما ve masdar-ı müevvel, كَ harfi ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatı veya mef‘ûlu mutlak olarak mahallen mansubtur. Takdiri يعرفونه معرفة مثلَ معرفتهم أبناءهم (oğullarını tanıdıkları gibi onu tanırlar.) şeklindedir. يَعْرِفُونَ muzari fiildir. نَ ’nun sübutuyla merfûdur. اَبْنَٓاءَ mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir هُمْۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

 

وَ haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اِنَّ ’nin ismi فَر۪يقًا ‘dır.  مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقًا’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. لَ  harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. يَكْتُمُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. الْحَقَّ kelimesi يَكْتُمُونَ ’nin mef’ûlu bihidir.

وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. 

 

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اَلَّذ۪ينَ - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, يَعْرِفُونَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ ayetinde Kitap ehlinin Nebi (sav)’i tanımaları, kendi sulbleri olan öz oğullarını tanımaları gibi kesin ve nettir. Teşbihi mürseldir. Aklinin hissiye benzetilmesidir. Aralarındaki benzerlik dolayısıyla semavi kitaplara muttali olmakla elde edilen akli bilgi, hissi bilgiye benzetilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru1172)

عرِف fiili çoğunlukla zat ve beş duyuyla algılanan şeyler için kullanılır. (Âşûr) Dolayısıyla buradaki هُ zamiri kitaba değil, Peygamber Efendimiz'e s.a.v. aittir. Zaten kitap ile çocukları karşılaştırmak, ona benzetmek münasip değildir. Ayrıca onların kitabında Peygamber Efendimiz s.a.v. ile ilgili özellikler anlatılmıştır. 

Şayet “Niçin burada özellikle oğullar zikredilmiştir?” ayet dersen, şöyle derim: Çünkü daha meşhur, daha tanınan, babaların sohbetine daha çok  devam eden ve onların gönüllerinde daha çok yer tutan erkek evlâtlardır. (Keşşaf)

Kendilerine kitap verdiklerimiz, Peygamber hakkındaki bilgiyi, bu bilginin sebebi olan vahyi, Kur’ân'ı ve kıble tahvilini elbette bilirler. Ancak ayetin ‘kendi oğullarını tanırcasına veya tanır gibi' bölümü, birinci mânâyı teyid eder. Yani onlar, Peygamberi kendi kitaplarında yazılı olduğu gibi o üstün vasıfları ile bilirler ve oğullarının nesebi hakkında nasıl şüpheleri yoksa bunda da şüpheleri yoktur demektir. Zahirin yalnız oğullara hasr ve tahsis edilmesi kızların bunun dışında bırakılması Yahudî ve Hristiyanların kendi oğullarını kızlarından daha çok sevdikleri ve dolayısıyla onları daha fazla tanıdıkları içindir. (Ebüssuûd)

Ayrıca burada iltifat sanatı vardır. Önceki ayette Efendimizden sen zamiriyle bahsedilmişti. Burada o zamiriyle bahsedilmiştir.

Ayette muhatabtan gaibe iltifat edilmesinde amaç; ehli kitap nezdinde çok ünlü ve bilinir olsa bile Peygamber Efendimizin şöhretini tekid etmektir. İsmini ve sıfatını izhar etmeye gerek yoktur. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru,1170)


وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


و , istînâfiyye veya haliyyedir. Cümle اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi tahkir içindir.

Mahallen merfû olan اِنَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın, olayı gözünde canlandırmasını sağlayarak dikkatini canlı tutar.

وَهُمْ يَعْلَمُونَ cümlesi يَكْتُمُونَ fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَعْلَمُونَ - يَعْرِفُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İçlerindeki iman sahiplerini -ya da haklarında “Bunların bir de ümmî takımı vardır ki, Kitabı (Tevrat’ı) bilmezler” [Bakara 2/78]” buyrulan cahillerini- istisna etmek üzere “içlerinden bir grup” buyurmaktadır. (Keşşaf)

“Böyle iken içlerinden birtakımı gerçeği gizlerler.” Mücahid şöyle demiştir: Yani Hz. Muhammed aleyhisselamın vasıflarını saklarlar. Halbuki onlar Hz. Muhammed’in vasıflarını Tevrat ve İncil’de yazılı halde görüyorlardı. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr-Ebüssuûd)