Bakara Sûresi 15. Ayet

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ  ...

Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 يَسْتَهْزِئُ alay eder ه ز ا
3 بِهِمْ kendileriyle
4 وَيَمُدُّهُمْ ve onları bırakır م د د
5 فِي içinde
6 طُغْيَانِهِمْ taşkınları ط غ ي
7 يَعْمَهُونَ bocalayıp dururlar ع م ه
 

Allah(C.C.)bu ayette ya’meune deseydi “Onlar göremezler, kördürler” demiş olacaktı.

Ama ya’mehune kalplerinin kör olduğunu, artık kalplerinin yumuşamadığını söyler. Aslında başladığımız yere geri dönüyoruz gibi. İlk ayetlerde kalpleri mühürlenmişti. Şimdi de kalplerinin kör olduğu, hissetmekten aciz olduğu ifade edilmiştir. (Nouman Ali Khan)

 


اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ 


İsim cümlesidir. اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup damme ile merfûdur.  يَسْتَهْزِئُ  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. 

يَسْتَهْزِئُ  damme ile merfû muzari fiildir. بِهِمْ  car mecruru  يَسْتَهْزِئُ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَمُدُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  car mecruru  يَمُدُّ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur. يَعْمَهُونَ  cümlesi  يَمُدُّهُمْ deki zamirin hali olup mahallen mansubdur.  

يَعْمَهُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْتَهْزِئُ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi,  هزأ ‘dir. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar. 

 

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda,  يَسْتَهْزِئُ  cümlesi mübtedanın haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üsluptaki  وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَعْمَهُونَ  cümlesi  يَمُدُّهُمْ deki zamirin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هم zamirinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.

’مُسْتَهْزِؤُ۫نَ - يَسْتَهْزِئُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Ayette muzari fiil olarak gelen یَسۡتَهۡزِئُ kelimesi, istihzanın an be an yenilenerek devam ettiği anlamını vermektedir. (Keşşâf)

Tuğyanın onlara izafe edilmesindeki nükte şudur: taşkınlık ve mütemadiyen yanlış yolda gitme, bizzat kendi işledikleri kendi elleriyle yaptıkları şeylerdir; Allah bunlardan berîdir. Bu ifade ile, ‘’Allah dileseydi şirk koşmazdık’’ [En‘âm 6/148] diyen kâfirlerin düşünceleri reddedildiği gibi, onları daha donanımlı hale getirenin Allah olduğunun belirtilmesinden yola çıkarak, tuğyanı da -kendisine izafe edilmeyecek olsa da- Allah’ın fiili zannedebilecek kimselerin bu düşüncesinin yanlış olduğu gösterilmektedir. (Keşşâf)

عمى (âmâ / körlük), عمه kelimesine benzer; ancak أعمى görme ve aklî görüşü kapsayan bir kullanıma sahipken, عمه (doğruyu bilmeyen, şaşkın) sadece görme konusunda kullanılır. Anlamı ise şaşkınlık, hayret, tereddüt, nereye gideceğini bilememedir. (Keşşâf)

Allah Teâlâ önceki ayette münafıkların sözünü aktarırken ism-i fail kalıbında olan  ’مُسْتَهْزِؤُ۫نَ kelimesini kullandığı halde, kendi sözünü muzari kipi  يَسْتَهْزِئُ  ile vermiştir. İlahi nazmın üslubundaki bu değişimin hikmetini Beyzâvî şöyle açıklar: belki de, Yüce Allah’ın münafıkların sözlerine uyacak şekilde  ألّله مسْتَهْذؤ بهم  dememesi istihzanın yavaş yavaş meydana geleceğini ve yenileneceğini ima etmek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

14 ve 15.ayetlerde müşâkele yapılmıştır. Birinci ayette geçen ’مُسْتَهْزِؤُ۫نَ  (alay etmek) lafzının hakiki/sözlük anlamı kastedilirken, ikinci ayette Allah'a nispetle kullanılan aynı lafızla  يَسْتَهْذِئ بهم  ile münafıkların müminlere alaylarının cezalandırılması kastedilmiştir. (Ebüssuûd)

Allah’ın alay etmesi onun şanına yakışmaz, insan zaafı gibi bir zayıflıkla nitelenmekten münezzehtir. Allah insanla aynı seviyede değildir, insan onun muhatabı değildir. Bu ve benzeri ifadeler şöyle anlaşılır: onlar Müslümanlarla alay eder, Allah onların bu istihzalarının / alaylarının karşılığını verir. Ona uygun muamele eder. Buna müşâkele sanatı denir.

Allah’ın onların alaylarına verdiği ceza “alay” kelimesiyle ifade edilmiştir. Burada münafıkları şiddetle uyarma ve bu davranışlarından vazgeçirme maksadı vardır.

إستِهذاء  ifadesinde iki istiare bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, alay etme (istihza) fiilinin Yüce Allah için söylenmiş olmasıdır. ''Allah'ın alay etmesi'' ile anlatılmak istenen, onlar için cezalandırma fırsatları kollamak suretiyle alay etmeleri yüzünden hak ettikleri karşılığı vermesidir. Bu durumda ceza istihza karşılığında vuku bulduğu için, istihzanın karşılığı da istihza diye isimlendirilmiş oluyor. Ancak biz deriz ki: Yüce Allah'ı istihzanın gerçek anlamıyla nitelemek caiz değildir. Çünkü istihza hikmet sahibi Allah'ın sıfatlarına ters, hilim sahibi Allah'ın fiillerine zıttır.

İkincisi,  وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ  [azgınlıkları içinde serserice dolaşmaları için onlara fırsat tanır] sözüdür. Allah'ın azgınlara fırsat tanıması, onları serbest bırakıp başıboş salmasıdır ki böylece bu fırsat kendi aleyhlerine delil teşkil etsin veya dönüş yapmaları ümit edilebilsin. Bu suretle Yüce Allah onların durumunu, boğazı daha rahat nefes alsın, dolaşma alanı daha geniş hale gelsin diye atının veya devesinin ipini salıp uzatan kimseye benzetmiştir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

Burada murad, hükmü takviye ve tekid etmektir. Yani, Allah Teâlâ’nın istihzası bütün istihzaların fevkindedir.

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ ile وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ  cümleleri و ile vasl yapılarak gelmiştir. Çünkü maksat Allah Teâlâ’dan iki farklı şekilde haber vermektir. Eğer atfı terk edip fasl yapılsaydı bu mana değişirdi ve Allah’ın onlara tek bir ceza verdiği, bu cezanın da azgınlıkları içinde şaşkın şaşkın dolaşmaları için mühlet vermek şeklinde bir alay olduğu zannedilirdi. Bu da kasdedilen mana değildir. (Yani îrab uygunluğu sebebiyle vasl yapılmıştır.)

Burada ikinci ayetteki cümlenin  اِنَّا مَعَكُمْ  veya  قَالُٓوا  cümlesine atfedilemeyeceği açıktır. اِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِم قالوا  şeklindeki şart ve ceza cümlesine atfı ise caizdir. Ancak bu atıf; önceki iki cümleden birine atfedildiği vehmedilmesin diye terk edilmiş ve fasl yapılmıştır.

Burada ikinci ayetteki  اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ  cümlesi fasılla gelmiştir. Çünkü eğer vasl yapılsaydı; münafıkların sözü gibi olurdu ve “münafıklar şeytanlarıyla yalnız kaldıklarında; biz sizinle beraberiz, onlarla sadece alay ediyoruz, Allah da onlarla alay ediyor” manasına gelirdi. Halbuki bu cümle münafıkların sözünü takip eden Allah Teâlâ’nın sözüdür. Zemahşerî ise Keşşâf’ta bu ayetteki faslın istînâf nedeniyle olduğunu söylemiştir. Sanki; bu çirkin fiilleri ve sözlerinin cezası ne olacak şeklinde bir sorunun cevabı olarak gelmiştir.

Bu sayfada sonu و  ve ن  ile biten ayetlerde (9-15) lüzûm-u mâ lâ yelzem sanatı vardır.

Ayet sonlarındaki uygunluğu sağlamak için fasıla harfleri aynı gelmiştir. Bu, kulağa hoş gelir ve ruhta güzel bir tesir bırakır. Bakara /10 يَكْذِبون , Bakara / 11 مصْلحون , Bakara / 15 يعْمَهون  ayetlerinde olduğu gibi. Bu uygunluk da edebî güzelliklerdendir.