Bakara Sûresi 16. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ  ...

İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte onlar
2 الَّذِينَ
3 اشْتَرَوُا satın aldılar ش ر ي
4 الضَّلَالَةَ sapıklığı ض ل ل
5 بِالْهُدَىٰ hidayet karşılığında ه د ي
6 فَمَا etmedi
7 رَبِحَتْ kâr ر ب ح
8 تِجَارَتُهُمْ ticaretleri ت ج ر
9 وَمَا ve değildir
10 كَانُوا olanlardan ك و ن
11 مُهْتَدِينَ doğru yolu bulan ه د ي
 

Dalle ضلّ :

ضَلالٌ doğru yoldan sapıp ayrılmaktır. هِدايَةٌ sözcüğünün zıddıdır. İster kasıtlı ister gafletle olsun, ister az ister çok olsun doğru yoldan uzaklaştıran her türlü sapmaya denir.

إضْلالٌ yani Yüce Allah'ın saptırması iki şekilde olur: Birincisi; insanın kendisinin doğru yoldan sapması. Yani insan doğru yoldan sapar, ayrılırsa Yüce Allah dünyada onun doğru yoldan saptığına hükmeder ve onu ahirette cennet yolundan cehennem yoluna saptırır. İkincisi; bunun nedeni Allah'ın saptırmasıdır. Şöyle ki; Yüce Allah insanın karakterini öyle bir biçimde koymuştur ki insan övülen ya da yerilen bir yolu izlediğinde ona alışır, onu hoş görür ona sıkı sıkıa yapışır. Artık onu o yoldan geri çevirmek ve onunda kendi kendine gittiği yoldan geri dönmesi zorlaşır.  Böylece bu yol kendisini başka bir tarafa taşımak isteyeni reddeden bir tabiat haline dönüşür. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 191 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekli dalaletttir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اشْتَرَوُاdur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اشْتَرَوُا  iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

الضَّلَالَةَ  mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubdur. بِالْهُدٰى  car mecruru اشْتَرَوُا  fiiline mütealliktir.

اشْتَرَوُا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري dır. 

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ

فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. رَبِحَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir.  تِجَارَتُ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’ nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  

مُهْتَد۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُهْتَد۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, fâide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

الضَّلَالَةَ - لْهُدٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ٱلۡهُدَىٰ - مُهۡتَدِینَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

ٱلضَّلَـٰلَةَ kelimesi sapkınlık, ٱلۡهُدَىٰ kelimesi iman karşılığında kullanıldığı için burada istiare vardır. Kelimeler hakiki manalarında değil, mecazî manada kullanılmıştır. (Dalalet; yolunu şaşırmak demektir) İman ve küfür satın alınacak, ticareti yapılacak şeyler değildir, dolayısıyla anlıyoruz ki bunlar hakiki manada kullanılmayarak, muhatabı etkilemek için kelimelerin düz manaları yerine mecazî manaları kullanılmıştır. Bu üslup daha etkilidir. ‘’Oğlum geldi’’ yerine ‘’aslanım geldi’’ demek gibidir. İkinci cümle daha etkilidir. Ticaretin kâr etmemesi istiarenin karînesidir. Altı-yedinci ayetlerde kâfirlerden bahsedilirken sonrasında ise münafıklardan bahsedilmiştir. Bizim de kendi açımızdan münafıklık alametlerine, davranışlarına dikkat etmemiz gerekir. Münafıklar inanmadıkları halde inandık derler ve inanma alametleri gözükmez. 8-16.ayetler münafıkları anlatmaktadır.

اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ [Hidayeti sapıklıkla değiştirdiler.] cümlesinde istiare-i tasrihiyye vardır. Maksat, onların doğruluğu eğrilikle, imanı da küfür ile değiştirmelerini vurgulamaktır. Bundan dolayı alışverişlerinde kazanamadılar, aksine zarar ettiler. Yüce Allah "satın almak’’ lafzını "değiştirmek" manasında istiare olarak kullandı ve buna "onlar ticaretlerinde kazançlı olmadı" sözü ile bir açıklık getirdi. Bu, açıklamaya edebiyatta terşîh sanatı denir ki, bu da istiareyi en yüksek zirveye ulaştırır. (Safvetü't Tefâsir)

Ayetteki اشْتَرَوُا [satın aldılar], فَمَا رَبِحَتْ [kâr etmedi] ve تِجَارَتُهُمْ [ticaretleri] sözcükleri arasında tenâsüp vardır. Çünkü hepsi alışverişle ilgili sözcüklerdir.

Ayette اشْتَرَوُا lafzı, değiştirmek ve tercih etmek anlamı taşıdığı için istiaredir. Sonra Allah, onu اشْتَرَوُا (satın aldılar)’a uygun olan الرِّبح (kâr) ve التِّجارة (ticaret) lafızlarıyla terşîh etti/besledi. Burada الرِبّح (kâr) ve التِّجارة (ticaret) lafızlarının zikredilmesi, teşbihte mübalağayı beslemektedir. Çünkü istiare ve teşbihte mübalağa vardır. (Arap Dili Belâgatında Bedî İlmi ve Sanatları/ Dr. Mustafa Aydın)

فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ

Menfi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin mazi fiille gelmesi kesinlik ve hudûs ifade eder.

مَا كَانُوا مُهْتَد۪ي cümlesi وَ ’la öncesine atfedilmiştir.

Kâne’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder.

مَا كَانli olumsuz sîgalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, Âl-i İmrân/79)

Bu ayetle ilgili biri çıkıp: ‘’Ticaret nasıl kâr edebilir? Kâr etmek, ticaret yapan kişiye özgüdür’’ şeklinde bir soru yöneltse, ona cevabımız şudur: Kazancın ticarete isnat edilmesi, Arap kelamında yaygın olan bir ifade üslubudur. Nitekim Araplar, رَبِحَ بيْعُكَ (alışverişin kazandı) ve خَسِرَ بَيْعُكَ (alış verişin zarar etti) gibi tabirler kullanırlar. Çünkü kâr ve zarar ancak ticarette olur.

رَبِحت fiili تجارةً kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki ticaret, kâr eden birşey değildir. Ticareti yapan kişi, yani tacir kâr eder. Demek ki bu isnadda kelime hakiki manalarında kullanılmış, ancak isnad olması gereken unsura yapılmamıştır. Tacir ticaretle o kadar iç içedir ki; sanki birbirinden ayırt edilemez bir haldedir. Bunun için faile isnad edilmesi gereken kelime, onun yerine mef'ûle isnad edilmiştir. (Âlûsî kelimede veya isnadda mecaz olduğunu söylemiştir. Meknî veya tahyîlî istiâre olduğu da söylenmiştir.)

Ayetteki وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ  [doğru yolu da bulamadılar.] ifadesi îğâldir. Çünkü mana bu ifade olmaksızın tamamlanmıştı. Fakat onların sapkınlıklarındaki mübalağayı artırmak maksadıyla bu ifade îğâl olarak getirilmiştir.

Îgâl; ayetin sonunda muhtevayı pekiştirmek, güzelleştirmek, açıklamak veya mübalağa amacıyla ek bir kayıt getirme şeklindeki ıtnâb türüdür.

Bu ayette ise وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ ifadesi onların zararda olduğunu ifade etmekte ve öncesindeki manayı pekiştirmektedir. (Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu / Ali Bulut)