Bakara Sûresi 212. Ayet

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ  ...

İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 زُيِّنَ süslü gösterildi ز ي ن
2 لِلَّذِينَ kimselere
3 كَفَرُوا inkar edenler€ ك ف ر
4 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 وَيَسْخَرُونَ ve alay ederler س خ ر
7 مِنَ
8 الَّذِينَ kimselerle
9 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
10 وَالَّذِينَ ve kimselerle
11 اتَّقَوْا takva sahipleri و ق ي
12 فَوْقَهُمْ onlardan üstündürler ف و ق
13 يَوْمَ gününde ي و م
14 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
15 وَاللَّهُ Allah
16 يَرْزُقُ rızık verir ر ز ق
17 مَنْ kimseye
18 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
19 بِغَيْرِ غ ي ر
20 حِسَابٍ hesapsız ح س ب
 

  Sehara سخر :

  تَسْخِيرٌ  bir şeyi ait olduğu amaç ve maksade doğru zorla veya zor kullanarak sevk etmektir.  مُسَخِّرٌ sözcüğü bir fiili mukadder kılan, takdir eden anlam ına gelir. سُخْرِيٌّ  ise kendi iradesiyle boyun eğen anlamındadır. سَخِرَ alay etmek, alaya almak ve istihza etmek demektir. Alay edenin fiiline de سُخْرِيَّةٌ ve سِخْرِيَّةٌ denir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 42 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri musahhar (ele geçirilmiş) ve maskaradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ


Fiil cümlesidir. زُیِّنَ meçhul mebni mazi fiildir. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ harf-i ceriyle birlikte  زُیِّنَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟‘dur.  ٱلۡحَیَوٰةُ  naib-i fail olup merfûdur. ٱلدُّنۡیَا  ise  ٱلۡحَیَوٰةُ ’un sıfatıdır. 

وَ  atıf harfidir. یَسۡخَرُونَ  muzari fiildir. نَ ‘un sübutuyla merfûdur. ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  یَسۡخَرُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ۘ’dur. وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ٱتَّقَوۡا۟ ‘dur. ٱتَّقَوۡا۟  fiili sonundaki mahzuf elif üzerine takdir edilen damme ile mebnidir. Mekân zarfı فَوۡقَ mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Zaman zarfı  یَوۡمَ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. ٱلۡقِیَـٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ


İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. یَرۡزُقُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَن , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُ ’dur. بِغَیۡرِ  car mecruru  یَرۡزُقُ  fiiline müteallıktır. غَیۡرِ  muzâftır. حِسَابࣲ  muzâfun ileyhtir.


 

زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ


İstînaf cümlesidir, fasılla gelmiştir. Müsbet mazi fiil formundaki ayetin ilk cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلَّذِینَ , naib-i fail olan ٱلۡحَیَوٰةُ kelimesine takdim edilmiştir.

Tezyin etmek; güzel ve cazip göstermek, süslemek, yaratmak ve icat bakımından Allah'a (c.c) isnad edilmektedir. Nitekim meçhul kipi ile  زُیِّنَ  [tezyin edildi] varid olması da bu hakikati belirtir. Çünkü her şeyin Hâlık’ı (Yaratıcısı) ancak Allah'tır (c.c). Şeytan, hayvanî kuvvetler, dünyadaki güzel işler ve cazip şeyler ise, bizzat değil fakat zahirî ve mecazî (bi'l araz) tezyin edicilerdir. (Ebüssuûd)

Süslü gösteren şeytandır; dünyayı onlara süsleyip, vesveseleriyle onu onların gözüne güzel göstermiş ve onlara sevdirmiştir; öyle ki artık ondan başkasını istememektedirler. Süslü gösteren Allah da olabilir ki, Allah bunları kendi hallerine bıraktığı (hızlân) için, dünyayı beğenmekte, sevmektedirler. Yahut süsleyenin (bunlara) mühlet tanıması  تزين  (süsleme) fiiliyle ifade edilmiştir. (Keşşâf) 

Tezayüf nedeniyle makabline atfedilmiş ikinci cümle ...وَیَسۡخَرُونَ مِنَ , lazım-ı faide-i haber ibtidâi kelamdır. 

Boyun eğdirmek anlamındaki سۡخَرُ  fiili  مِنَ  harfiyle kullanıldığında alay etmek manasına gelir. Dolayısıyla burada tazmin vardır.

مِنْ  harfi ceri beyâniyyedir. Kâfirlerin müminlere yaptıklarını bildirmektedir. Müminlerin fakir ve perişan halleri kâfirlerin alaylarının sebebi ve kaynağı olmuştur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 1419)

Farklı iki zümreyi temsil eden ism-i mevsûller arasında tam cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tevcih sanatları vardır.

وَیَسۡخَرُونَ [alaya alırlar] şeklinde istikbal (gelecek, Türkçede geniş zaman) kipinin kullanılması, onların, iman edenlerle alaylarının devam ettiğine delalet eder. Alay ettikleri Bilâl, Ammar ve Suheyb (r.a) gibi fakir müminlerdi. O müşrikler, bu muhterem Müslümanların dünyalığa itibar etmeyip ahirete yönelmelerinden dolayı onlarla eğleniyorlardı. (Ebüssuûd)

[(Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler.] Yani onları alaya alırlar ve: “Dünya hayatını bırakıp ibadetlerle kendilerine eziyet ediyorlar. Ne bu gün ne de yarın elde edebilecekleri bir yarar yokken boş yere rahatlarını bozuyorlar.” derlerdi. Allah Teâlâ onlara bu sayede müminlerin ahiret nimetlerini kazandıklarını haber vermiş ve: [Kıyamet günü takva sahipleri onların üstündedir.] buyurmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

... وَٱلَّذِینَ ٱتَّقَوۡا۟  cümlesi, istînâfa yani  زُیِّنَ  fiiline matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır

Bu hakikatin isim cümlesi ile anlatılması devamlılığını gösterir. (Ebüssuûd)

Müminlerin  وَٱلَّذِینَ ٱتَّقَوۡا۟  şeklinde ifade edilmesi, kıyamet günü müminlerin kâfirler üzerindeki üstünlüğünün takva olduğunu bildirmek ve bununla vasıflanmalarını teşvik etmek ve desteklemektir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 1421)

Cümlede mekan zarfı فَوۡقَهُمۡ ’un müteallakı olan müsnedin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayetteki fevkıyyet, şeref ve derece bakımından mecazidir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru:1422)

[Kıyamet günü takva sahipleri onların üstündedirler] sözünden murad, mekân (yer) itibarıyla üstte olmaktır. Çünkü müminler gökteki "illiyyûn"da, kâfirler ise yerdeki "siccîn" de olacaklardır. Ya da şeref ve derece bakımından üstte bulunmuş olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, Âşur)

یَوۡمَ ٱلۡقِیَـٰمَة  izafetiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir. Bu üslup, îcâz sanatı yollarından biridir. 

ءَامَنُوا۟ۘ - كَفَرُوا۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ءَامَنُوا۟ۘ - ٱتَّقَوۡا۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsned muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, bu ifadede istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay, muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin  bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.

Müşterek ism-i mevsûl مَن ’in îrabdan mahalli olmayan sılası یَشَاۤءُ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

[Allah dilediğine hesapsız lütufta bulunur.] Bir görüşe göre dünyada mümin veya kâfir herkese hesapsız lütufta bulunur, bir görüşe göre de onlara ahirette sonu gelmeyen, kesintisiz ve sıkıntısız bir şekilde geniş ve yeterli rızık verilecektir. Allah Teâlâ [Onlar cennete gireceklerdir ve kendilerine hesapsız rızık verilecektir.] (Mü’min 40/40) buyurmuştur. Bir şeyi rastgele veren onu hesapsız olarak verir. Kesintisi olmayan şeyin hesabı da olmaz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Allah (cc), her iki cihanda da kime dilerse ona hesapsız rızık verir; dünyada bazen istidrâc (tedricî olarak azaba yaklaştırmak), bazen de imtihan için rızıkları genişletir. (Ebüssuûd) 

Kıyamet gününde müminlerin şerefini yüceltmek için yapılan tezyîl cümlesidir. Çünkü tezyîlin önceki cümleyle irtibatlı olmasına gerek yoktur. Dinleyen bu tezyîlden hazfedilmiş bir mananın olduğunu anlar. (Âşur)