Bakara Sûresi 213. Ayet

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...

İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَانَ idi ك و ن
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 أُمَّةً ümmet ا م م
4 وَاحِدَةً bir tek و ح د
5 فَبَعَثَ sonra gönderdi ب ع ث
6 اللَّهُ Allah
7 النَّبِيِّينَ peygamberleri ن ب ا
8 مُبَشِّرِينَ müjdeciler ب ش ر
9 وَمُنْذِرِينَ ve uyarıcılar olarak ن ذ ر
10 وَأَنْزَلَ ve indirdi ن ز ل
11 مَعَهُمُ onlarla beraber
12 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
13 بِالْحَقِّ hak olarak ح ق ق
14 لِيَحْكُمَ hükmetmek üzere ح ك م
15 بَيْنَ arasında ب ي ن
16 النَّاسِ insanlar ن و س
17 فِيمَا (konularda)
18 اخْتَلَفُوا anlaşmazlığa düştükleri خ ل ف
19 فِيهِ onda
20 وَمَا ve
21 اخْتَلَفَ anlaşmazlığa düştü(ler) خ ل ف
22 فِيهِ o(Kitap hakkı)nda
23 إِلَّا dışında
24 الَّذِينَ kendilerine
25 أُوتُوهُ (Kitap) verilmiş olanlar ا ت ي
26 مِنْ
27 بَعْدِ sonra ب ع د
28 مَا
29 جَاءَتْهُمُ kendilerine geldikten ج ي ا
30 الْبَيِّنَاتُ açık deliller ب ي ن
31 بَغْيًا sırf kıskançlıktan ötürü ب غ ي
32 بَيْنَهُمْ aralarındaki ب ي ن
33 فَهَدَى bunun üzerine iletti ه د ي
34 اللَّهُ Allah
35 الَّذِينَ kimseleri
36 امَنُوا iman eden ا م ن
37 لِمَا
38 اخْتَلَفُوا ayrılığa düştükleri خ ل ف
39 فِيهِ kendisinde
40 مِنَ
41 الْحَقِّ gerçeğe ح ق ق
42 بِإِذْنِهِ kendi izniyle ا ذ ن
43 وَاللَّهُ Allah
44 يَهْدِي iletir ه د ي
45 مَنْ kimseyi
46 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
47 إِلَىٰ
48 صِرَاطٍ yola ص ر ط
49 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م
 

İnsanlar Hz. Adem’den bu yana tek ümmetti, tek milletti, tek bir sistemleri vardı, tek bir inançları vardı, Allah onların aralarından peygamberler gönderdi, onlarla beraber kitaplar gönderdi. İhtilâf ettikleri konularda, problem yaptıkları konularda aralarında hükmetmesi için. Allah ihtilâfları halletmek için kitaplar indirmiştir.

Âyetten anlıyoruz ki kimilerinin iddia ettikleri gibi yeryüzünde insanlık tarihinde karanlık bir dönem yoktur. İnsanlık tarihi vahiyle başlamıştır. İlk insandan bu yana Cenab-ı Hak kullarını hiçbir zaman vahiysiz bırakmamıştır. İnsanlar yeryüzünde yaratıldıkları andan itibaren dinsiz ve yolsuz bir dönem yaşamamışlardır. Hz. Adem’i yaratmış Rabbimiz, ona vahiy göndermiş; Hz. Adem ve çocukları, torunları uzun bir süre vahiyle yollarını bulmuşlar ve tek bir ümmet olarak aynı inançla, aynı dinle yürümüşler. Daha sonra insanlar çoğalıp yeryüzüne yayılınca, zamanla insanlar bu tevhidden inhiraf edip bâtıl yollara ve şirke düşmüşler.

İşte yeryüzünde her ne zaman insanlık tevhid konusunda ihtilâf edip, vahiyden uzaklaşıp bâtıl yollara düşmüşlerse, Allah onları düzeltmek için ihtilâf ettikleri tevhide onları yeniden davet etmek için peygamberler göndermiştir. Demek ki insanlığın başlangıcı tevhittir, aydınlıktır. Küfür, şirk, bâtıl ve karanlıklar sonradan çıkmış ârızî şeylerdir.

Kendilerine kitap verilenler, kendilerine bu kitaplar geldikten sonra niye ihtilâfa düşmüşler? Eğer bu insanları ihtilâfa düştükleri konular hakkında âyet bulunmayan konular olsaydı neyse; ama bakın, bunlar kendilerine deliller geldikten sonra, hakkında nas bulunan konularda ihtilâfa düşmüşler.

Bu konuya inşallah dikkatinizi çekeyim, genelde çok problem yapıyoruz. Elimizde Kur’ân ve peygamber sünneti olduğu halde acaba niye bu toplum hâlâ fırka fırka? Niye grup grup? Niye ayrışmışlar? Niye ihtilâfa düşüyorlar? Elimizde Kur’ân ve peygamber sünneti olduğu halde bizim ihtilâfa düşmemizin se­bebi:

Aralarındaki azgınlıktan dolayıdır, aralarındaki hırstan dolayıdır. Kur’ân’a ve Peygambere göre azgınlık yapan toplumlar mutlaka ihtilâfa düşeceklerdir. Kur’ân’a ve Peygambere samimi olarak yönelenler, samimi olarak kulak verenler, samimi olarak bu kitaba ve peygambere uymak isteyen bir topluluk, Allah’ın gazabıyla kesinlikle birbirlerini öldürür hale gelmezler. Birbirlerini yiyecek hale gelmezler.

Yani bugün bizi bu hale getiren bizim kitabımız değildir. Bizim peygamberimiz de değildir bizi bu hale getiren. Eğer bugün bu müslümanlar fırka fırka, grup grup, hizip hizip birbirlerini yiyecek bir durumdalarsa, parça parça olmuş bir durumdalarsa ve dünya üzerinde zillet ve meskenet üzerimize çökmüşse, bu noktada her müslüman tek tek şunu demek zorundayız:

"Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik! Eğer bizi yarlığayıp bu halden kurtarmazsan işimiz bitiktir."(A’râf 23) (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)

 

   Ezene أذن :

  اُذُنٌ  kelimesi kulaktır. Yapı olarak benzetildiği için kulpa da böyle denmektedir. İşitilen şeyi ifade etmek için إذْنٌ  ve أذانٌ sözcükleri kullanılır. Bilgi de bu şekilde ifade edilir. Çünkü sahip olduğumuz çoğu bilginin kaynağı da odur. (Türkçede de kullandığımız) müezzin herhangi bir şeyi nida ederek konuşan herkes için kullanılır. إذْنٌ e gelince bir şeyle ilgili cevazın, iznin ve ruhsatın verildiğini bildirmedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de pek çok türeviyle 102 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri izin, ezan, müezzin, mezun ve mezuniyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ


Fiil cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. ٱلنَّاسُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismidir. أُمَّة  kelimesi كَانَ ’nin haberidir. وَ ٰ⁠حِدَة  ise  أُمَّة ‘in sıfatıdır. فَ  atıf harfiyle mukadder cümleye atfedilmiştir. Takdiri; اختلفوا فبعث (İhtilaf ettiler ve … gönderdi) şeklindedir.  بَعَثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. ٱلنَّبِیِّـۧنَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. مُبَشِّرِینَ  hal olup mansubtur. مُنذِرِینَ kelimesi  مُبَشِّرِینَ ’ye matuftur.

مُبَشِّرِینَ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir. مُنذِرِینَ  ise sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

و  atıf harfidir. أَنزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَعَ mekân zarfı  أَنزَلَ  fiiline veya  ٱلۡكِتَـٰبَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; وأنزل الكتاب مصاحبًا لهم وقت الإنزال (Ve inzal vaktinde onlara eşlik eden kitabı indirdi) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ٱلۡكِتَـٰبَ  mef’ûlun bihtir. بِٱلۡحَقِّ  car mecruru  أَنزَلَ  fiiline müteallıktır.  بِ  harfi mülâbeset içindir. Takdiri;  أنزله إنزالًا ملتبسًا بالحق  şeklindedir. لِ harfi,  یَحۡكُمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte  أَنزَلَ  fiiline müteallıktır. بَیۡنَ  mekân zarfı  یَحۡكُمَ  fiiline müteallık olup mef’ûlun fihdir. ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَا  müşterek ism-i mevsûlu, فِي  harf-i ceriyle birlikte  یَحۡكُمَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ٱخۡتَلَفُوا۟ فِیهِ ’dır. ٱخۡتَلَفُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِیهِ car mecruru  ٱخۡتَلَفُوا۟  fiiline müteallıktır. 

 

وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْۚ 


وَ itiraziyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ٱخۡتَلَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. فِیهِ  car mecruru  ٱخۡتَلَفَ  fiiline müteallıktır. إِلَّا  hasr edatıdır. ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu  ٱخۡتَلَفَ  fiilinin failidir. İsm-i mevsûlun sılası  أُوتُوهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. أُوتُو  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنۢ بَعۡدِ  car mecruru  ٱخۡتَلَفَ  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir. جَاۤءَتۡ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  kelimesi faildir. بَغۡیَۢا  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. بَیۡنَ  mekân zarfı  بَغۡیَۢا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ٱخۡتَلَفَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek oluşan iftiâl babındandır. Sülâsîsi خلف  'dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. هَدَى  mazi fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. ءَامَنُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûlu لِ harfi ceriyle birlikte  هَدَى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  ٱخۡتَلَفُوا۟ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. ٱخۡتَلَفُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِیهِ  car mecruru  ٱخۡتَلَفُوا۟  fiiline müteallıktır. مِنَ ٱلۡحَقِّ  car mecruru  فِیهِ ’deki gaib zamirinin mahzuf haline müteallıktır. بِإِذۡنِ  car mecruru  ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ۘ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; مأذونًا لهم (Onlara izin verilmiştir) şeklindedir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ


İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. یَهۡدِی fiili haber olarak mahallen merfûdur. یَهۡدِی  muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَن , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  یَشَاۤءُ ‘dur. یَشَاۤءُ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. إِلَىٰ صِرَ ٰ⁠ط  car mecruru  یَهۡدِی  fiiline müteallıktır. مُّسۡتَقِیمٍ  kelimesi  صِرَ ٰ⁠ط  kelimesinin sıfatıdır. Kesra ile mecrurdur.


 

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ


Ayet istînâfiyyedir. Fasılla gelmiştir. كَانَ ’nin dahil olduğu ilk cümle isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

...فَبَعَثَ ٱللَّهُ  cümlesi, takdiri اختلفوا (ihtilaf ettiler) olan mahzuf cümleye  فَ  ‘u fasiha ile atfedilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

الناس ‘ın ال ile marife olması istiğrak içindir. Burada, umum yani tüm beşeri kapsar.(Âşur)

بَعَثَ fiili Allah Teala'nın kendisine isnad edilmiş ve mef’ûlun bihi de zikredilerek  ٱلنَّبِیِّـۧنَ buyurulmuştur.

Taberî,  ٱلۡكِتَـٰبَ  kelimesindeki elif lam ahd içindir, demiştir. Bundan kasıt ise Tevrattır. (Kurtubî) 

Burada kitap ile semavi kitap türü kastedilmiş olabileceği gibi, o peygamberlerden her birinin kendi kitabı da kastedilmiş olabilir. [Bunda] yani hak üzerinde [sadece, kendilerine] anlaşmazlığın giderilmesi için [kitap verilenler, birbirlerini çekemedikleri] kıskandıkları, dünyaya aşırı düşkünlük göstererek zulmettikleri ve insafları az olduğu [için anlaşmazlığa düştüler.] Yani kendilerine kitap indirilince, anlaşmazlığı daha da artırdılar ve kitabın inişini anlaşmazlığın pekişip kök salmasına sebep kıldılar. [… anlaşmazlığa düştükleri şeye] yani anlaşmazlığa düşenlerin ihtilaf ettiği o gerçeğe / hakka, Allah iman edenleri iletmiştir. (Keşşâf)

Nebilerin müjdeleyici ve uyarıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Zamir gelebilecekken  بَیۡنَ ٱلنَّاسِ  şeklinde zahir isim gelmesi izmardan zahire iltifattır.

مُبَشِّرِینَ - مُنذِرِینَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır

 مُبَشِّرِینَ - مُنذِرِینَ  kelimeleri haldir.  Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

[İnsanlar tek bir milletti. Ve Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi] ayeti, "İnsanlar tek bir milletti sonra görüş ayrılığına düştüler de Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi." demektir. Çünkü ayetin daha öncesi ve daha sonrası bunu gösterdiği gibi,  وَمَا كَانَ النَّاسُ اِلَّٓا اُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواۜ  [İnsanlar ancak bir tek milletti. Sonra görüş ayrılığına düştüler.] (Yunus, 10/19) ayetinde bu kayıt açıkça yer almaktadır. (Elmalılı)


وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْۚ


وَ atıf, مَا nefy harfidir. Cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. مَا  ve istisna edatı  إِلَّا  arasında kasr oluşmuştur. Kasr, fiille faili olan ism-i mevsul arasındadır. ٱخۡتَلَفَ  fiili kasr ıstılahıyla sıfat ve maksur, ٱلَّذِینَ  mevsuf ve maksurun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. 

"Kendilerine kitap indirilmiş olanlar" değil de  ٱلَّذِینَ أُوتُوهُ [kendilerine o (Kitap) verilenler] denmesi, onların, kitaptaki hakka vakıf olduklarına baştan dikkat çekmek içindir. Çünkü  اُنْزِلَ [indirildi] kelimesi, bu hakikati ifade etmez. (Ebüssuûd)

Masdariyye olan  مَا ’nın sılası  جَاۤءَتۡهُمُ ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  cümlesi masdar teviliyle  بَعۡدِ ’nin muzâfun ileyhidir. مَا  ,ٱلَّذِینَ  ismi mevsûllerinde tevcih sanatı vardır.

جَاۤءَتۡهُمُ ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  cümlesinde takdim- tehir vardır. Mef’ûl önemine binaen takdim edilmiştir.

 

فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ 


Ayetin bu cümlesi  فَ ‘u fasiha ile  أَنزَلَ  fiiline atfedilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz ve teberrük içindir.  مَا  ,ٱلَّذِینَ  ismi mevsûlerinde tevcih sanatı vardır. 


وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ


وَ , istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz içindir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

Müsned muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, bu ifadede istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.

Müşterek ismi mevsul مَن ’in îrabdan mahalli olmayan sılası  یَشَاۤءُ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müşterek ismi mevsul  مَن de tevcih sanatı vardır. 

صِرَ ٰ⁠ط  , مُّسۡتَقِیمٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Ayette Allah lafzı üç kez tekrarlanmıştır. Zamir yerine zahir isim zikredilerek izmardan izhara dönülmüştür.

ٱخۡتَلَفُوا۟ - ٱخۡتَلَفَ , یَهۡدِی - هَدَى  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette tekrarlanan بَیۡنَ , ٱلۡحَقِّ , ٱلنَّاسُ , ٱخۡتَلَفُوا۟ , ٱللَّهُ , ٱلَّذِینَ , مِنَ , یَهۡدِی  kelimeleri arasında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Farklı görevdeki  مَا  ve  ٱلَّذِینَ  kelimeleri arasında tam cinas,  بَیۡنَهُمۡۖ  ve  ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.