لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا | yoktur |
|
2 | جُنَاحَ | bir günah |
|
3 | عَلَيْكُمْ | size |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | طَلَّقْتُمُ | boşarsınız |
|
6 | النِّسَاءَ | kadınları |
|
7 | مَا |
|
|
8 | لَمْ |
|
|
9 | تَمَسُّوهُنَّ | henüz dokunmadan |
|
10 | أَوْ | ya da |
|
11 | تَفْرِضُوا | belirlemeden |
|
12 | لَهُنَّ | onlara |
|
13 | فَرِيضَةً | mehir(lerini) |
|
14 | وَمَتِّعُوهُنَّ | ve onları faydalandırsın |
|
15 | عَلَى |
|
|
16 | الْمُوسِعِ | eli geniş olan |
|
17 | قَدَرُهُ | kendi gücü nisbetinde |
|
18 | وَعَلَى |
|
|
19 | الْمُقْتِرِ | eli dar olan da |
|
20 | قَدَرُهُ | kendi gücü nisbetinde |
|
21 | مَتَاعًا | bir geçimlikle |
|
22 | بِالْمَعْرُوفِ | güzel |
|
23 | حَقًّا | bu bir borçtur |
|
24 | عَلَى | üzerine |
|
25 | الْمُحْسِنِينَ | iyilik edenlerin |
|
“Farida” Erkeğin kadına evlilik sözleşmesi sırasında vermek zorunda olduğu sosyal güvenceyi ifade eder. İslam fıkhında “mehir“ olarak adlandırılan bu uygulamanın kişinin “yapmak zorunda olduğu ilahi emir“ anlamına gelen “farida” şeklinde adlandırılmış olması anlamlıdır.
Aynı zamanda ayet, nikahtan sonra da mehire karar verilebileceğinin delilidir.
Sahabe efendilerimizden gücüne göre mehir olarak hurma veren, zırhını veren ya da sure ezberleyenler vardı.
Abdullah b. Abbas (r.a) tan rivayet edildiğine göre, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlenirken Rasûlullah (s.a.s) kendisine; "O`na bir şey ver" dedi. Ali: "Bende bir şey yok" deyince de; "Hutamî zırhını verebilirsin" buyurdular.
Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahabeye Allah`ın elçisi mehir vermesini bildirdi. Evinden de eli boş dönünce; "Demirden bir yüzük de olsa bak" deyip, yeniden eve gönderdi. Yine boş dönünce, ne miktar Kur`an-ı Kerîm bildiğini sordu ve sonunda şöyle buyurdu: "Haydi git, onu sana bildiğin Kur`an karşılığında verdim" (eş-Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, VI, 170).
Ferada فرض : Sert bir şeyi kesip onda iz bırakmak. Söz konusu şeyde hükmün kesinleşmesi nokta-i nazarından söylenir. Zekat için alınan şeye denir. Sözünün geçtiği her yer Allah'ın kişiyi yapmakla zorunlu kıldığı şeyle alakalıdır. Sözünün geçtiği her yer ise kişinin sözü edilen şeyi kendisine yasaklamamasıyla alakalıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri farz, farzı muhal, faraza, farazi, faraziye ve farizadır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Muqtir nafakayı azaltmak demektir. Ayette yoksul manasında kullanılmıştır. Qutâr (قتار) odun ve benzerlerinden yükselen duman demektir. Sanki yoksul kişi bir şeyin dumanını almaktadır.
لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ
لاَ cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. عَلَیۡكُمۡ car mecruru, لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. إِن iki muzariyi cezm eden şart harfidir. طَلَّقۡتُمُ şart fiilidir. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فلا تعطوهن المهر (Onlara mehir vermeyin) şeklindedir.
مَا zamanla ilgili masdariyyedir. مَا ve masdar-ı müevvel, لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَمَسُّو fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَفۡرِضُوا۟ لَهُنَّ فَرِیضَة cümlesi atıf harfi أَوۡ ile تَمَسُّوهُنَّ ’ye atfedilmiştir. تَفۡرِضُوا۟ fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَهُنَّ car mecruru تَفۡرِضُوا۟ fiiline müteallıktır. فَرِیضَة mef’ûlun bihtir.
وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَتِّعُو fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى ٱلۡمُوسِعِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. قَدَرُهُ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُۥ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. عَلَى ٱلۡمُقۡتِرِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. قَدَرُهُۥ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُۥ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَتَـٰعَۢا mef’ûlu mutlaktan naibtir. بِٱلۡمَعۡرُوفِ car mecruru مَتَـٰعَۢا ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır. حَقًّا mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri; حق ذلك حقا (Bu hak olarak gerçekleşti) şeklindedir. عَلَى ٱلۡمُحۡسِنِینَ car mecruru حَقًّا ’a müteallıktır.
ٱلۡمُحۡسِنِینَ if’âl babının ism-i failidir. Sülâsîsi حسن şeklindedir. İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. عَلَیۡكُمۡ ‘ün müteallakı bu mahzuf haberdir.
Cevabı mahzuf olan şart cümlesi طَلَّقۡتُمُ , mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesinin takdiri; فلا تعطوهن المهر [onlara mehir vermeyin] olabilir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, talebî inşâî isnaddır.
Zamanla ilgili masdariye olan مَا ve akabindeki masdar-ı müevvel, لَّا ’nın mahzuf haberine mütellıktır.
ٱلنِّسَاۤء nın elif lamla marifeliği cins içindir. Nefy siyak, umum ifade eder. (Âşûr)
تَفۡرِضُوا۟ لَهُنَّ فَرِیضَةࣰ cümlesi أَوۡ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında temasül vardır.
وَمَتِّعُوهُنّ cümlesi, وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَفۡرِضُوا۟ - فَرِیضَةࣰۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلَیۡكُمۡ - لَهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Boşanan kadına verilen mal, boşanmanın üzüntüsünü teselli mahiyetindedir.
Yüce Allah; مَا لَمۡ تَمَسُّوهُنَّ [Onlara dokunmadığınız müddetçe] buyurarak kulları birbirleriyle konuşurken güzel kelimeleri seçsinler diye onlara edep öğretmek maksadıyla مَسّ (dokunma) kelimesini kinaye olarak cinsel ilişki manasında kullanmıştır. (Safvetü't Tefâsir)
لَمۡ تَمَسُّوهُنَّ [Onlara temasta bulunmadığınız] onlarla cinsel ilişkide bulunmadığınız, تَفۡرِضُوا۟ لَهُنَّ فَرِیضَةࣰۚ [ya da bir mehir belirlemediğiniz sürece] onlar için bir mehir belirlemeniz hariç yahut mehir belirleyeceğiniz ana dek [kadınları boşamanızda] mehrin gerekliliği adına size bir [vebal] bir takibat [yoktur.] Farizanın farz kılınışı mehrin isim olarak zikredilmesi demektir. (Keşşâf)
Bir görüşe göre bu ayet-i kerime ilişkiye girmeden ve mehir belirlemeden boşadığı kadına mehir vermeyen kişinin sorumluluğunu kaldırma ile ilgilidir. Önceki ayet-i kerimelerde Allah Teâlâ mehri vermemenin, geri almanın ve mehre engel olmak için birbirine zarar vermenin üzerinde şiddetle durduğu için bazı kimseler mehir belirlemeden ve kendisiyle ilişkiye girilmeden boşanan kadınlara mehir vermemeyi de günah sanmışlardı. Bunda bir günah olmadığı onlara bildirildi. Bu durumda mehir gerekli değildir. Gerekli olan “onlara müt‘a verin” ayetinde belirtildiği üzere hediye cinsinden bir şey vermektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr-Ebüssuûd)
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى ٱلۡمُوسِعِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin muahhar mübtedası قَدَرُهُۥ ‘dur. Müsnedün ileyhin izafet terkibiyle gelmesi az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
Aynı üsluptaki müteakip cümle ...وَعَلَى ٱلۡمُقۡتِرِ, tezayüf nedeniyle makabline atfedilmiştir. مَتَـٰعَۢا mef’ûlü mutlakdan naib masdardır.
حَقًّا mahzuf fiil için mef’ûlü mutlaktır. Takdiri; حق ذلك حقا (Bu hak olarak gerçekleşti) olan bu cümle manaya tekiddir veya مَتَـٰعَۢا için sıfattır. عَلَى ٱلۡمُحۡسِنِینَ, masdara mütellıktır.
عَلَى ٱلۡمُوسِعِ قَدَرُهُۥ cümlesiyle وَعَلَى ٱلۡمُقۡتِرِ قَدَرُهُۥ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ٱلۡمُوسِعِ - ٱلۡمُقۡتِرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
[Zengin de fakir de durumuna göre vermelidir.] ٱلۡمُوسِعِ : zengin demektir. Ona genişlik sağlandığı yani geniş imkânlara sahip olduğu için bu kelime kullanılır.ٱلۡمُقۡتِرِ, malı az olan kişidir. تقتير : az harcamak demektir. قترِ : toz demek olup o da az miktarda toprak demektir. حَقًّا عَلَى ٱلۡمُحۡسِنِینَ [İyilikle bir hediye verin.] Mef‘ûlu mutlak olarak mansubdur. Fiil önce geçmiştir. Kat‘ edildiği için mansub olduğunu söyleyenler de vardır. [Zengine verebileceği kadarı vardır.] ifadesinde قَدَرُهُۥ kelimesi merfûdur. Biri marife iken diğeri nekredir. Ref halinden kat‘ yoluyla nasb edilmiştir. Bir görüşe göre bu kelime ikinci mef‘ûldür. Birincisi: مَتِّعُوهُنَّ ‘deki هُنَّ kelimesidir. Marûf orta yollu olan yani ne cimrice ne de israflı bir şekilde olan demektir. [Münasip bir hediye vermek iyiler için bir borçtur.] Yani Allah’ın emrine güzelce uyanlar için bir gerekliliktir. Bir görüşe göre حَقًّا kelimesi fiili hazfedilmiş bir mef‘ûlu mutlaktır. Bu iyilik üzerine gerekli olmayan bir şey vermek değildir. Zira burada hediye vermek gereklidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bizim Hanefî alimlerine göre müt‘a ancak ve sırf ayetteki kadın için gerekli olup, diğer boşanmış kadınlar için vacip değil, müstehaptır. “Örfe” yani şeriat ve insaniyet yönünden güzel olana “uygun bir fayda ile onları faydalandırmalıdır.”مَتَـٰعَۢا ًlâfzı مَتِّعُوهُنَّ تَمْتِيعا [O kadınları tam anlamıyla faydalandırın!] anlamında bir tekittir. (Keşşâf)
Bu, ilahî emirlere uymak suretiyle kendilerine veya müt'a vermek suretiyle boşanan kadınlara iyilik yapanlar üzerine bir hak olarak yazılmıştır. Ayette, bu hakkı yerine getirecek olanlara "muhsin" denmesi, ihsanı teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd)
Kur’an’da hemen her zaman sosyal ve hukuki konuların önünde veya arkasında Allah’a karşı takva bahsi gelmiştir.