Bakara Sûresi 259. Ayet

اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْـي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْماًۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...

Yahut altı üstüne gelmiş (ıpıssız duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: “Ne kadar (ölü) kaldın?” O, “Bir gün veya bir günden daha az kaldım” diye cevap verdi. Allah, şöyle dedi: “Hayır, yüz sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir. (Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca, şöyle dedi: “Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 كَالَّذِي şu kimse gibi ki
3 مَرَّ uğramıştı م ر ر
4 عَلَىٰ
5 قَرْيَةٍ bir kasabaya ق ر ي
6 وَهِيَ o kimse
7 خَاوِيَةٌ (duvarları) yığılmış خ و ي
8 عَلَىٰ üstüne
9 عُرُوشِهَا çatıları ع ر ش
10 قَالَ dedi ki ق و ل
11 أَنَّىٰ nasıl ا ن ي
12 يُحْيِي diriltecek ح ي ي
13 هَٰذِهِ bunu
14 اللَّهُ Allah
15 بَعْدَ sonra ب ع د
16 مَوْتِهَا öldükten م و ت
17 فَأَمَاتَهُ kendisini öldürüp م و ت
18 اللَّهُ Allah (da)
19 مِائَةَ yüz م ا ي
20 عَامٍ sene ع و م
21 ثُمَّ sonra
22 بَعَثَهُ diriltti ب ع ث
23 قَالَ dedi ق و ل
24 كَمْ ne kadar
25 لَبِثْتَ kaldın ل ب ث
26 قَالَ dedi ق و ل
27 لَبِثْتُ kaldım ل ب ث
28 يَوْمًا bir gün ي و م
29 أَوْ ya da
30 بَعْضَ birazı (kadar) ب ع ض
31 يَوْمٍ bir günün ي و م
32 قَالَ (Allah) dedi ق و ل
33 بَلْ bilakis
34 لَبِثْتَ kaldın ل ب ث
35 مِائَةَ yüz م ا ي
36 عَامٍ yıl ع و م
37 فَانْظُرْ bak ن ظ ر
38 إِلَىٰ
39 طَعَامِكَ yiyeceğine ط ع م
40 وَشَرَابِكَ ve içeceğine ش ر ب
41 لَمْ
42 يَتَسَنَّهْ bozulmamış س ن ه
43 وَانْظُرْ ve bak ن ظ ر
44 إِلَىٰ
45 حِمَارِكَ eşeğine ح م ر
46 وَلِنَجْعَلَكَ seni kılalım diye ج ع ل
47 ايَةً bir ibret ا ي ي
48 لِلنَّاسِ insanlar için ن و س
49 وَانْظُرْ ve bak ن ظ ر
50 إِلَى
51 الْعِظَامِ kemiklere ع ظ م
52 كَيْفَ nasıl ك ي ف
53 نُنْشِزُهَا onları birbiri üstüne koyuyor ن ش ز
54 ثُمَّ sonra
55 نَكْسُوهَا onlara giydiriyoruz ك س و
56 لَحْمًا et ل ح م
57 فَلَمَّا bu işler
58 تَبَيَّنَ açıkça belli olunca ب ي ن
59 لَهُ ona
60 قَالَ dedi ki ق و ل
61 أَعْلَمُ biliyorum ki ع ل م
62 أَنَّ şüphesiz
63 اللَّهَ Allah
64 عَلَىٰ
65 كُلِّ her ك ل ل
66 شَيْءٍ şeye ش ي ا
67 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر
 

Hayy isminin ikinci örnek çalışmasıdır diyebiliriz.

Bugün bir gece buzdolabına koymayıp dışarda bıraktığımız süt bile bozuluyor.Ama Allah yüz senede ,bir yanda etleri kemikleri  çürüyen eşeği bir yanda hiç bozulmamış yiyecek ve içeceği Uzeyr’in  “Allah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?”  sorusu üzerine örnek gösteriyor bize.

Ki geçtiği belde,  Irak’ın Beni İsraile saldırmasıyla 600 bin insanın öldüğü ve bir o kadar insanın da yaşam savaşı verdiği harab olmuş bir beldeydi.

 

  Nunşizuhâ kelimesinin kökü olan neşz (نشز) yerin yüksek olan kısmına denir. Neşeze yukarıda, yüksekte olmak, kalkmak, aykırı olmak, kaçmak, detone olmak, perdesizleşmek gibi manalara gelirken ayette kullanılan enşeze (أنشز) ayağa kaldırmak, diriltmek, bir araya getirmek demektir.

  Aykırı, çıkıntı, ahenksiz, uyumsuz, akortsuz, geçimsiz olana nâşiz denir. Nüşuz (نُشُوز) düşmanlık, nefret, hoşlanmama, antipati, aykırılık, geçimsizlik demektir (Müfredat, Dağarcık (Arapça-Türkçe Sözlük)). Kur’ân-ı Kerim’de toplam beş defa geçmiştir. Ayette diriltmek veya bir araya getirmek manasında kullanılmıştır.

 

 

 

اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْـي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ


أَوۡ  atıf harfidir. كَ  harfi cerdir.  مثل (gibi) manasındadır. اَلَمْ تَرَ  ifadesinin delaleti sebebiyle,  hazfedilmiştir. Takdiri; أو رأيت مثلَ الذي (Veya bunun benzerini gördün mü?) şeklindedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  مَرَّ عَلَىٰ قَرۡیَة ’dır. مَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  عَلَىٰ قَرۡیَة  car mecruru مَرَّ  fiiline müteallıktır. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هِیَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَاوِیَةٌ  haber olup lafzen merfûdur. عَلَىٰ عُرُوشِ  car mecruru  خَاوِیَةٌ ’e müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

أَوۡ كَٱلَّذِی  ifadesi, اَوْ اَرَاَيْتَ مِثْلَ (gibisini gördün mü?) anlamındadır. Ancak buradaki  اَوْ اَرَاَيْتَ  ifadesi, önceki ayetin başındaki اَلَمْ تَرَ  ifadesinin delaleti sebebiyle hazfedilmiştir; çünkü her ikisi de hayret anlamı ifade eden kelimelerdir (biri diğerinin yerini tutar.) Bu ifadenin lafza değil de manaya hamledilmesi de mümkündür. Bu durumda; “İbrahim’le tartışanı ya da bir şehre uğrayan kimse gibisini görmedin mi?” denmiş gibidir. (Keşşâf)

قَالَ أَنَّىٰ یُحۡیِۦ  cümlesi مَرَّ ’nın failinin hali olarak mahallen mansubtur.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  أَنَّىٰ  istifham harfi  كَيْفَ (nasıl) manasındadır. Hal olarak mahallen mansubtur. Mekulü’l-kavli  یُحۡیِ’dir.  یُحۡیِ  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. İşaret ismi  هَـٰذِهِ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. بَعۡدَ  zaman zarfı, یُحۡیِ  fiiline müteallıktır. مَوۡتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.    


فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. أَمَاتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  مِا۟ئَةَ  zaman zarfı,  أَمَاتَ  fiiline müteallıktır.  عَامࣲ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. بَعَثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Mekulü’l-kavli  كَمۡ لَبِثۡتَ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubtur.  كَمۡ soru harfi, zaman zarfı olarak  لَبِثۡتَ  fiiline müteallıktır. Mümeyyizi mahzuftur. Takdiri; كم وقتًا لبثت؟ (Ne kadar zaman kaldın?) şeklindedir. لَبِثۡتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olup mahallen merfûdur.

  

 قَالَ لَبِثْتُ يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ 


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli  لَبِثۡتُ یَوۡمًا ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubtur. لَبِثۡتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olup mahallen merfûdur. Zaman zarfı  یَوۡمًا  mef’ûlun fih olup  لَبِثۡتُ  fiiline müteallıktır.

أَوۡ  atıf harfidir.  بَعۡضَ  kelimesi  یَوۡمًا’e müteallıktır.  یَوۡم  muzâfun ileyhtir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri; قال ما لبثت يوما أو بعض يوم بل لبثت مائة عام (Ben bir gün veya daha az kaldım dedi ama aslında yüz yıl kalmıştı) şeklindedir. بَل  idrâb harfidir.  لَّبِثۡتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olup mahallen merfûdur.  مِا۟ئَةَ  zaman zarfı, لَّبِثۡتَ fiiline müteallıktır.  عَام  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن لم تطمئنّ فانظر  (Mutmain olmadıysan … bak, düşün) şeklindedir. ٱنظُرۡ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت dir.  إِلَىٰ طَعَامِ  car mecruru ٱنظُرۡ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَرَابِكَ  car mecruru atıf harfi  وَ ’la  طَعَامِكَ ’ye matuftur.  لَمۡ یَتَسَنَّهۡ  cümlesi  طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

لَمۡ یَتَسَنَّهۡ  [Henüz bozulmamıştır.] ifadesinin anlamı hususunda iki görüş vardır. Birincisine göre anlam “Yıllar geçse de değişmedi.” şeklindedir.  اَلسَّنَةُ  kelimesinde  هۡۖ harfi yoktur. Aslı  سَنْوَةٌ’dür. Çoğulunda da  هۡۖ  harfi bulunmaz. Ref halinde  سِنُونٌ , nasb ve cer halinde  سِنِينَ  denir. Bu ifadenin aslı  لَمْ يَتَسَنَّ  şeklindedir.  تَسَنَّى - يَتَسَنَّى  şeklinde çekimlenir. Başına cezm edatı olan  لَمْ  geldiği için sondaki  ى  düşmüş ve kelime  لَمْ يَتَسَنَّ  şekline girmiştir.

İkinci görüş ise şöyledir: [Ayette geçen] fiil  تَسَنَّى - يَتَسَنَّى ’dır ve aslı  تَسَنَّ - يَتَسَنَّ ’dur. Üç نَ ‘dan biri tahfif için  ى ‘ye dönüşmüştür. Aynı durum aslı  تَظَنَّى  olan تَظَنَّ  lafzında da geçerlidir. تَمَطَّى  ifadesinin de aslı  تَمَطَّ ’dır.  تَسَنََّنَ  fiili de [birinci görüşte zikredilen تَسَنَّى fiili gibi değişti anlamına gelir. سَنَّنْتُهُ “değiştirdim”,  تَسَنَّنَ ise “değişti” demektir. Yine Allah Teâlâ başka bir ayette:  مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍۚ  [Pişmiş kuru bir çamurdan] Hicr/26 buyurmuştur. Bu ayetteki  مَسْنُونٍ da “değişmiş” anlamına gelir. Üzeyir (as) kıssasında Allah Teâlâ iki nesneyi, yiyecek ve içeceği zikretmiştir. Ancak fiil olan  لَمۡ یَتَسَنَّهۡ  müfreddir. Burada Cenâb-ı Hak  لَمۡ یَتَسَنَّهۡ  fiilini, fiilden önce gelen  شَرَابِكَ kelimesine ait saymıştır. Dolayısıyla; eğer söz konusu mucize (bozulmadan kalma) شَرَابِكَ (içecek) için sabit olmuşsa, ayette ilk zikredilen  طَعَامِكَ (yiyecek) için de (fiil açısından  طَعَامِكَ  ikinci sıradadır) sabit olmuştur. Çünkü bu diğeri ile benzeşmektedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Hâ-i sekt: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen  ـه  harflerine denir.

Kıraat imamları, Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan hâ-i sekt’lerin;

A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında, vakıf ve vasıl halinde Hâ-i sekt’leri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır:

1: Bakara, 259. ayette: ( لمْ يَتسَنّهْ ):

2: En’am, 90. ayette: ( إقْتدِهْ ):

3:Hâkkah; 19, 25 . ayetlerde كِتابيَهْ ):

4:Hâkkah; 20, 26. ayetlerde: ( حسابيَهْ ):

5:Hâkkah, 28. ayette: ( ماليَهْ ):

6:Hâkkah, 29. ayette: ( سلْطانِيَهْ ):

7:Kâria, 10. ayette: ( ما هِيَهْ ):

 

وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. ٱنظُرۡ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت dir. إِلَىٰ حِمَارِ  car mecruru ٱنظُرۡ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. لِ  harfi, نَجۡعَلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfiyle birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; فعلنا ذلك لتعلم ولنجعلك آية للناس (Bunu senin öğrenmen ve insanlara bir delil olması için yaptık) şeklindedir. نَجۡعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ءَایَةࣰ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لِّلنَّاسِ  car mecruru  ءَایَةࣰ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.  


 وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْماًۜ 


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. ٱنظُرۡ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت dir. إِلَى ٱلۡعِظَامِ  car mecruru ٱنظُرۡ  fiiline müteallıktır. كَیۡفَ  istifham harfi, hal olarak mahallen mansubtur. نُنشِزُهَا  cümlesi  ٱلۡعِظَامِ ’nin hali olarak mahallen mansubtur. نُنشِزُ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. نَكۡسُو  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لَحۡما  ikinci mef’ûlu olup fetha ile mansubtur.  

 

فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. قَالَ  fiiline müteallıktır. Şart fiili  تَبَیَّنَ, fetha üzere mebni mazi fiil olup muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَهُۥ  car mecruru  تَبَیَّنَ fiiline müteallıktır.

تَبَیَّنَ [apaçık belli olunca] fiilinin faili gizli olup فَلَمَّا تَبَیَّنَ لَهُۥ أَنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَیۡء قَدِیر  [Allah’ın her şeye kâdir olduğu kendisine apaçık belli olunca] şeklinde takdir edilebilir. قَالَ أَعۡلَمُ أَنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَیۡءࣲ قَدِیرࣱ [Artık biliyorum ki, Allah her şeye kâdirdir.] dedi.” Bir önceki ifadenin  تَبَیَّنَ  şeklindeki faili de “Allah’ın her şeye kâdir olduğu” ifadesi olduğu halde, sonrasındaki bu ifadenin delaleti sebebiyle o ilk ifade hazfedilmiştir. Bu tıpkı ضَرَبَنِي وَضَرَبْتُ زَيْدًا [Bana vurdu; ben de Zeyd’e vurdum.] ifadesindeki gibidir. (Keşşâf) Burada tenâzu’ denilen durum vardır. (Mahmut Sâfî)

Şartın cevabı … قَالَ ‘dir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli  أَعۡلَمُ ‘dür. قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. أَعۡلَمُ  muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir  اَنَا ‘dir. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, أَعۡلَمُ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.

أَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰه  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismidir. قَدِ۪يرٌ  ise haberidir. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , amiline takdim edilmiştir.
 

اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْـي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ


Ayet önceki ayete  أَوۡ  ile atfedilmiştir. Cer mahallindeki ism-i mevsûl, اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ي ibaresindeki mevsûle matuftur. Veya  كَ  harfi misli manasında mahzuf bir fiilin mef’ûlüdür.

Bu ayet, bir önceki ayete matuftur ve Allah'ın (cc) müminlerin velisi olduğuna bir misal ve izahtır. Atıf harfi olarak  وَ  değil  أَوۡ  kullanılmış olması, bir önceki ayetle bu ayetin tek bir misal olduğu zannından sakınmak içindir. (Ebüssuûd) 

O takdirde mahallen mansub olan  ٱلَّذِی ’nin sıla cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil ...وَهِیَ خَاوِیَةٌ عَلَىٰ  cümlesi  قَرۡیَةࣲ ‘den hal olup mahallen mansub, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesi ıtnâb babındandır.

العريش: Evin çatısı demektir. Gölge yapsın veya örtüp saklasın diye hazırlanan herşeye عريش denir. (Kurtubî)

Ayet-i kerimedeki kasaba veya şehrin tabiînden Vehb b. Münebbih, İklime ve Rebî' b. Enes'e göre Beytül-Makdis'dir. (Ebüssuûd)

خَاوِیَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا  cümlesi  bu  geçip gidilen karyenin harap ve yok olmasının sıfatından kinayedir. Bu kinayenin güzelliğinin sırrı; soyut  manadaki yıkım ve haraplığın göz önünde belirerek  somut, hissî bir şekilde tasvir edilmesidir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1568)

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş olan ...قَالَ أَنَّىٰ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlenin مَرَّ  fiilinin failinden hal olmasına da cevaz vardır. Hal cümleleri konuyu açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قَالَ  fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi  ...أَنَّىٰ یُحۡیِۦ  şeklinde, istifhamı inkârî üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûlün faile takdimi,önemine binaendir.

Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için lafza-i celâlle gelmiştir.

 أَنَّىٰ یُحۡیِۦ هَـٰذِهِ ٱللَّهُ بَعۡدَ مَوۡتِهَاۖ  sözündeki istifhamın amacı; çatıları boş yıkılmış karyeye yeniden hayat verecek olan Allahu Teâlâ’nın kudretini büyütmektir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1569)

 أَنَّىٰ یُحۡیِۦ هَـٰذِهِ ٱللَّهُ بَعۡدَ مَوۡتِهَاۖ [Allah ölümünden sonra bunu nasıl diriltecek?] cümlesinde هَـٰذِهِ ٱللَّهُ  şeklinde failin me'fulden sonra gelmesi, uzak bir ihtimal olarak görülen, garipsenen şeyi ifade içindir. Garipsenen şey fail yani Allah (cc) ile değil, me'ful yani harabe halindeki şehirle ilgilidir. Hülasa,  burada murad bu harabe şehrin darmadağın olmuş eski sakinleri veya başkaları tarafından yeniden imar edilmesinin uzak bir ihtimal olduğunu belirtmektir.İmar için  إحيا (diriltme) ve harabiyet için de  مَوْت (ölüm) kelimelerinin kullanılması, durumun korkunçluğunu göstermek; imar ve ihyanın ne kadar uzak bir ihtimal olduğu görüşünü tekid içindir. (Ebüssuûd) 

 یُحۡیِ - مَوۡتِهَاۖ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

‘’Karyenin çatıların üzerine çökmesi’’ şeklindeki ifade aklî mecazdır. Köy değil, köydeki çatılar ve duvarlar yıkılır. İzafet nisbeti denebilir. Yani ‘’köyün duvarları ve çatılar yıkıldı,’’ demektir.

 أَنَّىٰ یُحۡیِۦ هَـٰذِهِ ٱللَّهُ بَعۡدَ مَوۡتِهَاۖ  cümlesi; hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Zira mahal olan karye zikredilmiş, hal olan karye ehli murad edilmiştir. Öyleyse karyenin ölümünden kasıt oranın sakinlerinin ölümüdür. İhyadan kasıt ise, binaların ve duvarların değil o devirde yaşayanların diriltilmesidir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1570)

[Allah ölüleri işte böyle diriltir.] (Bakara 2/73) ayet-i kerimesi ile bu ayet arasında pek çok ayet bulunuyor olsa da, bu ayet 73. ayete matuftur; çünkü Kur’an-ı Kerim’in tamamı tek bir kitaptır ve ayetler birbiriyle bağlantılıdır. Ferrâ ve Kisâî şöyle demişlerdir: Bu ayet-i kerime mana bakımından kendisinden önce gelen [Görmedin mi?] ifadesine atfedilmiştir. Buna göre takdiri şöyledir: İbrahim’e karşı çıkan kişiyi ve köye uğrayan kişiyi görmedin mi?  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 قَالَ أَنَّىٰ یُحۡیِۦ هَـٰذِهِ ٱللَّهُ بَعۡدَ مَوۡتِهَاۖ  ayetinde ismi işaret olan  هَـٰذِهِ ‘nin takdim edilmesi; karyedeki yıkım,tahribat ve yok olmanın meşhur veya görülmemiş bir boyuta ulaştığını belirtmek içindir. Bu durum yoldan geçeni merak ettirmiş ve ürkütmüştür. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru;1571)

أَوۡ كَٱلَّذِی مَرَّ عَلَىٰ  ifadesi, [uğrayan kimse gibisini gördün mü?]  او ارايت مثل  anlamındadır. Ancak buradaki  او ارايت  ifadesi, önceki ayetin başındaki  َاَلَمْ تَرَ ifadesinin delaleti sebebiyle hazfedilmiştir; çünkü her ikisi de hayret anlamı ifade eden kelimelerdir. Biri diğerinin yerini tutar. Bu ifadenin lafza değil de manaya hamledilmesi de mümkündür. Bu durumda; “İbrahim’le tartışanı ya da bir şehre uğrayan kimse gibisini görmedin mi?” denmiş gibidir. Söz konusu şehre uğrayan bu kimse yeniden dirilişi inkâr eden bir kişiydi. Ayetin açık / zahir anlamı budur; zira bu kişi, Nemrut ile aynı minvalde zikredilmektedir. Ayrıca bu kişinin kullanmış olduğu [Allah burayı nasıl diriltecek ki?] şeklindeki imkânsız görme ifadesi de bunu göstermektedir. Bir görüşe göre bu kişi Üzeyir (as) veya Hızır olup tıpkı İbrahim (as)’ın talebinde olduğu gibi, daha fazla basiret sahibi olmak için ölülerin dirilişini açık seçik görmek istemiştir. Bu durumda ayette geçen أَنَّىٰ یُحۡیِۦ [Nasıl diriltecek ki?!] ifadesi, ölülerin nasıl diriltildiğini bilme konusundaki acziyetin itirafı ve dirilten kudretin tazimidir. (Keşşâf)

Ayette  أنى  harfi  كَيْفَ  veya  متى  manasındadır. Çünkü yıkık kasabaya uğrayan ve bu soruyu soran kişi mümin birisi ise; harabe haline gelmiş ve ahalisinden hiç kimse kalmamış, bu kasabanın nasıl diriltileceğini bilmekten aciz olduğunu itiraf ediyor demektir. Buna göre,  أنى  harfi  كَيْفَ  manasındadır. Yani: ‘’Allah bunları nasıl diriltecek?’’ diye sorabilir.  Ancak kasabaya uğrayan kişi mümin olmayan birisi de olabilir. Bu durumda sorduğu bu soruyla, harabe hale gelmiş bu kasabayı Allah’ın diriltebileceğini imkânsız görüyor ve inkâr ediyor demektir. Bu ihtimale göre söz konusu ayetin manası: “Allah bunları ne zaman diriltir ki? (hiç diriltmez)” şeklinde olup  أنى  harfi,  متى  manasındadır. (Sahip Aktaş/Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Bu sorular aslında bir itiraz değildir. İbrahim'in (as) de böyle bir isteği sonraki ayette dile getirilmiştir. Melekler de insanın halife olarak yaratılmasının nasıl olacağını sormuşlardı. Soru, merak sorusudur. Kalbin mutmain olması içindir.


 فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ


فَ  istînâfiyedir. Cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh O’nun kudretini hissettirmek için bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olmuştur.

 بَعَثَهُۥۖ  cümlesi ...أَمَاتَهُ ٱللَّهُ  cümlesine zaman aralığı ifade eden  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. İki cümle arasında mukabele sanatı vardır.

أَمَاتَهُ  -  بَعَثَهُۥ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

بَعَثَهُ  -  یُحۡیِ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki  بَعَثَهُ  kelimesi bir şeyi yerinden doğrultmak manasınadır. Kıyamet gününe de, yevm-i ba's denir. Çünkü insanlar o günde kabirlerinden kalkarlar. Yüce Allah'ın bunu ayette  احياه  (onu diriltti) demeyip  بَعَثَ  [kaldırdı] kelimesiyle ifade etmesi bunun, Hazret-i Uzeyir'in önce nasıl idiyse, aynen eskisi gibi, akıllı, anlayış sahibi, ilâhi bilgiyi hemen kavrayacak bir durumda, eksiksiz bir şekilde eski haliyle döndürmesindendir. Eğer ”Sonra onu ihya etti (احياه)" deseydi, bütün bu manalar çıkmazdı. (Ruhu’l-Beyan-Ebüssuûd-Fahreddin er-Razi,Tefsir-i Kebir)


قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl ise istifham üslubunda talebi inşâî isnad olan fiil cümlesidir.

Cümledeki istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

İstînâf cümlesidir. "Peki, onu dirilttikten sonra ona ne demişti?" şeklindeki bir gizli soruya cevap mahiyetindedir. Allah (cc), Üzeyir bu soruyu kudretini kavramaktan aciz olduğunu, kendisini öldürdükten sonra diriltmesinin üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin pek de zor olmadığını göstermek için sormuştu. Ayrıca Üzeyir bu arada Allah'ın (cc) kudret eserlerinden birine daha muttaki olur ki bu da, çabuk bozulan söz konusu gıdaların hiç tagayyür etmeden uzun zaman olduğu gibi kalmasıdır. (Ebüssuûd)

bknz: https://islamansiklopedisi.org.tr/uzeyir

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mukaddem mef’ûl olan  كَمۡ ’in temyizi mahzuftur. Takdiri;  عاما (sene)’dir.

Allah Üzeyir'in ölümü üzerinden yüz sene geçtikten sonra onu tekrar diriltti. Burada  احيا  yerine  بَعَثَ [diriltmek, uykudan uyandırmak, göndermek] fiilinin kullanılması, Allah'ın (cc) yüce iradesine göre, bu kolay işin gerçekleşmesinin bir insanı uykudan uyandırmak kadar ve çabuk olduğunu belirtmek içindir. Bir başka sebebi de Allah'ın (cc), Üzeyir'i öldüğü günkü hali ile ezcümle akıllı, anlayan, düşünen, eserden müessiri istidlal edebilen biri olarak geri göndermiş olduğunu ifadeye yöneliktir. (Ebüssuûd) 

[Ne kadar kaldın?’ dedi.] Bir rivayete göre bunu o zamanki peygamber söylemiştir. Başka bir rivayete göre bu söz meleğe aittir. Ona gökten bir münadinin seslendiğini rivayet etmiştik. Bir görüşe göre kendi kendine söylemiş ve cevaplamıştır. Yani [Ne kadar kaldın?] lafzı, “Burada ne kadar bulundun?” anlamındadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


قَالَ لَبِثْتُ يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ


Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümle, müsbet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtida-i kelamdır. Mekulü’l-kavl, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İstînâfiyye (gizli bir sorunun cevabı) olarak fasılla gelen ...قَالَ بَل لَّبِثۡتَ  cümlesinde de fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl de aynı şekilde faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir.

[Bir gün... Veya günün birkaç saati] ifadesi tahminen söylenmiştir. Rivayete göre bu kişi kuşluk vaktinde ölmüş, yüz yıl sonra güneş batımından hemen önce diriltilmiş, ne kadar kaldığı sorulunca da güneşe bakmadan önce “bir gün” diye cevap vermiş, sonra başını çevirip güneşin bir kısmının hala göründüğünü görünce “ya da birkaç saat” demiştir. Yine rivayete göre bu kişinin [ayette sözü edilen] yemeği incir ve üzüm, içeceği ise meyve suyu ya da süt imiş. Diriltildiğinde üzüm ve incirin toplandıkları gün gibi taptaze, içeceğinin de hiç bozulmamış olduğunu görmüştür. (Keşşâf-Ebüssuûd) 

[Bir gün yahut daha az, dedi.] Çünkü o kuşluk vakti gelmişti ve canlı idi. Kalktığında ise gece bitmişti. Oraya geldiğinde daha günün bitmemiş [akşam olmamış] olduğunu hesap ederek [yahut bir günden daha az] dedi. Ayetteki bu ifade, kesin bilginin (yakîn) olmaması halinde zann-ı gālibe göre söz söylemenin caiz olduğunu gösterir. Nitekim Ashab-ı kehf de “Bir gün veya daha az kaldık.” demişlerdir قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ (müminûn 23/113). Yine Yusuf’un kardeşlerinin قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ [Eğer o çaldıysa ondan önce kardeşi de çalmıştı.] (Yusuf 12/77) demeleri de bu kabildendir.  قَالَ بَل لَّبِثۡتَ مِا۟ئَةَ عَامࣲ [Allah ona dedi ki: Hayır, yüz sene kaldın.] Burada önceki söz yani [Bir gün veya daha az kaldım.] ifadesi reddedilmekte ve yüz yıl kaldığı ifade edilmektedir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

لَّبِثۡتَ - لَبِثۡتُ  ve  مَوۡتِهَا - فَأَمَاتَهُ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayeti kerimede yıl manasında verimli yılı ifade eden  عَامࣲ  kelimesi geçmiştir.


فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ


 فَ  cevap cümlesine dahil olan rabıtadır. Şartın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; إن لم تطمئنّ فانظر (Mutmain olmadıysan ….. bak, düşün) olan mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi ...ٱنظُرۡ إِلَىٰ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لَمۡ یَتَسَنَّهۡۖ  cümlesi وَ  olmadan gelen müekked hal cümlesidir. 

Hal cümlesi anlamı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâbtır.

Üzeyir (as) kıssasında Allah Teâlâ iki nesneyi, yiyecek ve içeceği zikretmiştir. Ancak fiil olan  لَمۡ یَتَسَنَّهۡ  müfrettir. Burada Cenâb-ı Hakk  لَمۡ یَتَسَنَّهۡ  fiilini, fiilden önce gelen  شَرَابِكَ  kelimesine ait saymıştır. Dolayısıyla; eğer söz konusu mucize (bozulmadan kalma)  شَرَابِكَ  (içecek) için sabit olmuşsa, ayette ilk zikredilen  طَعَامِكَ (yiyecek) için de (fiil açısından  طَعَامِكَ  ikinci sıradadır) sabit olmuştur. Çünkü bu diğeri ile benzeşmektedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 لَمۡ یَتَسَنَّهۡۖ  [Hiç bozulmamışlar] cümlesi "üzerinden yıllar geçmemiş" şeklinde de tefsir edilmiştir, O takdirde bu ifade hakikat değil teşbih olur ve:"Yiyeceğine, içeceğine bak! Sanki üzerinden hiç yıllar geçmemiş; taptaze duruyor." anlamı kazanır. (Ebüssuûd)

یَتَسَنَّهۡۖ kelimesinin sonundaki  هُ sekte içindir. (Yani ha sesi üzere durulsun diye) Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri hâ olmaksızın ya harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de ha’yı ispatla okumuştur. (Keşşaf, Hakka/19)
 


وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ


Cümle  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Lam-ı ta’lil sebebiyle masdar tevilindeki نَجۡعَلَكَ ءَایَةࣰ لِّلنَّاسِۖ  cümlesi, cer mahallinde mahzuf bir fiilin müteallıkıdır. Takdiri; فعلنا ذلك لتعلم ولنجعلك آية (Sana bir ayet olması ve bilmen için bunu yaptık) olabilir.

Üzeyir'in önce öldürülmesi, uzun süre öyle bırakılması sonra yeniden hayata döndürülmesi ve bütün bunların hikmeti, o asrın insanları için bir ibret olması ve gizli, kalmış Tevrat hakikatlerini insanlara öğretmesidir. (Ebüssuûd)

ءَایَةࣰ ’deki tenvin tazim ifade eder.

Burada kemiklerden maksat, eşeğin kemikleri olduğu için وَٱنظُرۡ [bak] emri yinelenmiştir. Çünkü birinci ٱنظُرۡ [bak!], uzun süre öylece kaldıkları halde hiç bozulmamış olan gıda maddelerine ilişkindir. İkinci ٱنظُرۡ [bak!] ise hayatın ve hayat unsurlarının üzerine bina edildiği o kemiklere ilişkindir. (Ebüssuûd)


 وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْماًۜ


Cümle وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

و  olmadan gelen  كَیۡفَ نُنشِزُهَا  cümlesi ve  ثُمَّ  ile makabline atfedilen  نَكۡسُوهَا لَحۡمࣰاۚ cümlesi,  ٱلۡعِظَامِ 'nin halidir.

Ayette,  ٱلۡعِظَامِ  [kemik] çoğul, لَحۡماۚ  [et] ise tekil olarak geçmektedir. Çünkü kemikler farklı ve ayrı ayrıdırlar; şekil bakımından da farklıdırlar. Fakat et öyle değildir; birdir, bitişiktir ve görülen bir şeydir. Kemikler etin altında kaldıklarından görülmezler. (Ruhu’l-Beyan) 

كَیۡفَ نُنشِزُهَا  hal cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnad formunda geldiği halde asıl maksadın soru sormak değil, tehaddi ve tevbih olması nedeniyle mecâz-ı mürsel mürekkebtir. 

Cümledeki istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hal cümleleri anlama zenginlik kazandıran ıtnâb sanatıdır.

نَكۡسُوهَا لَحۡمࣰاۚ [kemiklere et giydiririz] ifadesinde et, elbiseye benzetilerek meknî istiare yapılmıştır. Müşebbehün bih olan elbise hazfedilip lazımı olan giydirme zikredilmiştir. Câmi’ her ikisindeki örtücü olma özelliğidir.

Ayet-i kerimede  نَكۡسُوهَا لَحۡمࣰاۚ  [kemiklere et giydiririz] ifadesinde istiare vardır. Elbisenin bedeni örttüğü gibi onları etle örteriz. Ebu Hayyan şöyle der: Hakiki elbise bede­nin dışındaki elbisedir. Yüce Allah burada, yaratıp kemikleri örttüğü et ye­rine müstear olarak elbiseyi zikretmiştir. Bu, son derece güzel bir istiaredir. (Safvetü't Tefâsir)

كَیۡفَ نُنشِزُهَا [onları nasıl dirilteceğiz] ifadesindeki نُنشِزُهَا , كَیۡفَ  ile mansubtur, cümle de  ٱلۡعِظَامِ 'den haldir. Yani “kemiklere diriltilmiş olarak bak”, demektir. (Beyzâvî)

قَالَ -  یَوۡمًا -  لَّبِثۡتَ -  فَٱنظُرۡ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

طَعَامِكَ -  شَرَابِكَ  , لَحۡمࣰاۚ -  ٱلۡعِظَامِ  ,  یَوۡمًا - عَامࣲ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 

فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzâfun ileyh olan  تَبَیَّنَ  şart,  قَالَ  ise cevap fiilidir. Her iki cümle de mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Faide-i haber ibtidaî kelam olan mekulü’l-kavl cümlesi muzari fiil sıygasıyla gelmiştir. 

عَلِم (bilmek) fiilinin  أعْلَمُ [biliyorum] şeklindeki muzari kipinin tercih edilmesi, Üzeyir'in Allah'ın (cc) kudretiyle ilgili bilgisinin sürekliliğine, o bilginin aslının hiç bozulmadığına ancak diriltilme keyfiyetini müşahede sebebiyle o bilginin vasfının değiştiğine delalet eder. (Ebüssuûd)

Masdar harfi  أَنَّ ’yi takip eden ve faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesi, masdar teviliyle  أَعۡلَمُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَىٰ كُلِّ شَیۡءࣲ , amili olan  قَدِیرࣱ ’a takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Her şeye kâdir olmak Allah’a kasredilmiştir. 

أَنَّ ’nin isminin  bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.

شَیۡءࣲ ’deki tenvin umum içindir.