وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْياًۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve bir zaman |
|
2 | قَالَ | demişti |
|
3 | إِبْرَاهِيمُ | İbrahim |
|
4 | رَبِّ | Rabbim |
|
5 | أَرِنِي | bana göster |
|
6 | كَيْفَ | nasıl |
|
7 | تُحْيِي | dirilttiğini |
|
8 | الْمَوْتَىٰ | ölüleri |
|
9 | قَالَ | (Allah) dedi |
|
10 | أَوَلَمْ | yoksa |
|
11 | تُؤْمِنْ | inanmadın mı |
|
12 | قَالَ | (İbrahim) dedi ki |
|
13 | بَلَىٰ | Hayır (inandım) |
|
14 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
15 | لِيَطْمَئِنَّ | tatmin olması için |
|
16 | قَلْبِي | kalbimin |
|
17 | قَالَ | dedi |
|
18 | فَخُذْ | o halde tut |
|
19 | أَرْبَعَةً | dördünü |
|
20 | مِنَ | -dan |
|
21 | الطَّيْرِ | kuşlar- |
|
22 | فَصُرْهُنَّ | onları alıştır |
|
23 | إِلَيْكَ | kendine |
|
24 | ثُمَّ | sonra |
|
25 | اجْعَلْ | koy |
|
26 | عَلَىٰ | üzerine |
|
27 | كُلِّ | her |
|
28 | جَبَلٍ | dağın |
|
29 | مِنْهُنَّ | onlardan |
|
30 | جُزْءًا | bir parça |
|
31 | ثُمَّ | sonra |
|
32 | ادْعُهُنَّ | onları (kendine) çağır |
|
33 | يَأْتِينَكَ | sana gelecekler |
|
34 | سَعْيًا | koşarak |
|
35 | وَاعْلَمْ | bil ki |
|
36 | أَنَّ | şüphesiz |
|
37 | اللَّهَ | Allah |
|
38 | عَزِيزٌ | daima üstün |
|
39 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Bununla Hazreti İbrahim’e söylenmek istenen “sen çağırınca terbiye ettiğin kuşlar nasıl uçarak sana geliyorlarsa Allah da ruhları çağırdığında onlar da kuşlar gibi uçarak kendilerini terbiye eden Rabbe varacaklar” manasıdır.
Ceze'e جزأ :
Cüz' جُزْءٌ bir şeyin bütününü oluşturan parçaların herbiridir. Bu kelimenin nasip/pay anlamı da vardır ki aslında bu da bir şeyin cüzü/parçasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri cüz, cüz'i eczâ, eczane ve cüz(dan)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ayeti Kerime'de geçen fesurhunne (فَصُرْهُنَّ) kelimesi dört şekilde kıraat edilmiştir:
1. fesurhunne (فَصُرْهُنَّ)
2. fesırhunne (فَصِرْهُنَّ)
3. fesurrahunne (فَصُرَّهُنَّ)
4. fesırrahunne (فَصِرَّهُنَّ)
İlk durumda kök savera (صور) dır. Savera maddi varlıkların şekillendiği ve onunla başkasından ayrıldığı şeydir. Bu da duyularla hissedilenler (insan, at veya eşeğin sureti gibi) ve akılla idrak edilenler (havas ilmi) olmak üzere iki bölümdür. Kimisine göre Yüce Allah, kıyamet günü üfürülecek olan sûru, sûret ve ruhların kendi bedenlerine dönmesi için sebep kılar. Savr aynı zamanda meyletmek manasındadır. Ayette mana ‘onları kendine alıştır, meylettir’ dir. Kimisine göre ise anlam şöyledir: Kuşları sûret sûret kes. Bu kökten Türkçe’de suret, surat, tasvir, tasavvur ve sûr kelimeleri vardır.
İkinci ihtimalde kök sayera (صير) olur. Sayr yarmak demektir. ‘Onları parçalara ayır’ manasındadır. صار bir halden başka hale geçiştir.
Fesurrahunne kıraatında ise anlam ‘onları bağla’ dır. Bu görüşe göre ayette geçen fiil bağlamak manasındaki sarra (صرّ) kökündendir. Bu kökten dilimize geçen ısrar kelimesinde mana bir fikir veya meşru davadan dönmemek, sebat etmektir (Türk’ün Dili Kur’ân Sözü).
Son kıraat olan fesırrahunne’de de mana ses manasındaki sarîr (صَرِير) den gelmektedir. Çağrıldığında gelen kuşa usfûrun savvârun (عُصْفُورٌ صَوَّارٌ) denir. Yani ’onlara seslen’.
(Müfredat)
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ , zaman zarfı takdiri اذكروا olan mahzuf fiile müteallıktır. قَالَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِبْرٰه۪يمُ kelimesi قَالَ fiilinin failidir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Mekulü’l-kavl, رَبِّ ile başlayan cümledir. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Nidanın cevabı أَرِنِی ’dir. أَرِ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. İstifham ismi كَیۡفَ hal olarak mahallen mansubtur. تُحۡیِ fiili أَرِنِی fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. تُحۡیِ mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. ٱلۡمَوۡتَىٰ elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavl, أَوَلَمۡ تُؤۡمِن ’dir. Mukadder cümleye matuftur. Takdiri; أتسأل ولم تؤمن؟ (İman etmediğin halde soruyor musun?) şeklindedir.
Hemze, istifham harfidir. وَ atıf harfidir. لَمۡ , muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. تُؤْمِنْ meczum muzari fiildir.
وَإِذۡ قَالَ إِبۡرَ ٰهِـۧمُ رَبِّ أَرِنِی كَیۡفَ تُحۡیِ ٱلۡمَوۡتَىٰ [İbrahim Rabbine ‘Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster.] demişti. Buradaki إِذۡ kelimesi zarftır ve şu anlama gelir: Ey Muhammed! Halîl İbrahim’in رَبِّ [Rabbim!] diye nida ettiği anı hatırla. Rabbim ifadesi “Ey Rabbim!” anlamındadır. Nida harfinin يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا [Yûsuf! Sen bu meseleden yüz çevir.” [Yûsuf 12/29] ayetinde olduğu gibi hazfedildiği vakidir. Aynı şekilde [birinci şahıs zamiri olan] izafet yâsı da -nidada yaygın olarak kullanılması sebebiyle- dilde hafifliği sağlamak üzere hazfedilir. يَا نَفْسِ (Ey nefsim!) ve يَا قَوْمِ (Ey kavmim!) ifadeleri böyledir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli بَلَىٰ وَلَـٰكِن لِّیَطۡمَىِٕنَّ’dir. بَلَىٰ nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى , soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. لِ harfi, یَطۡمَىِٕنَّ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ceriyle birlikte mahzuf أسأل fiiline müteallıktır. قَلۡبِی faildir. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إذا أردت معرفة ذلك عيانًا فخذ (Bunu gözlerinle görmek istiyorsan … al) şeklindedir. خُذۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. أَرۡبَعَةࣰ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِّنَ ٱلطَّیۡرِ car mecruru أَرۡبَعَةࣰ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Veya temyizdir. فَ atıf harfidir. صُرۡهُنَّ sükun üzere mebni mazi fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. إِلَیۡكَ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri; مضمومات إليك (İçindekileri sana…) şeklindedir.
Bunun üzerine Allah Teâlâ: فَخُذۡ أَرۡبَعَةࣰ مِّنَ ٱلطَّیۡرِ [Öyleyse dört tane kuş yakala] buyurdu. Kuş cins isimdir. Tekil anlamında da çoğul anlamında da kullanılması caizdir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ٱجۡعَلۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. عَلَىٰ كُلِّ car mecruru ٱجۡعَلۡ fiiline müteallıktır. جَبَلࣲ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. مِّنۡهُنَّ car mecruru ٱجۡعَلۡ fiiline müteallıktır. جُزۡءࣰا mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubtur.
ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْياًۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ٱدۡعُ illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. یَأۡتِینَ fiili talebin cevabı olduğu için mahallen meczumdur. یَأۡتِینَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisve bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Nûnu’n-nisve, fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. سَعۡیࣰا hal olarak mansubtur veya mef’ûlü mutlaktan naibtir. Takdiri; مشيًا سريعًا (hızla yürüyerek) şeklindedir.
وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ
وَ istînâfiyedir. Zaman zarfı إِذۡ, mahzuf fiile muteallıktır. Takdiri; اذكر ‘dur.
Ayetin başındaki إِذۡ ; ‘’hani, hatırlayın veya düşünün o zamanı ki, bir zamanlar" şeklindeki mukadder bir fiilin yerini tutar. Nitekim bu fiil, A'raf (7) sûresinin 69 ve 74. Ayetlerinde, وَاذْكُرُٓوا [düşünün, hatırlayın] şeklinde sarahaten zikredilir. Şöyle ki:
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ [Düşünün ki Allah sizi Nuh kavminden sonra halifeler yaptı…] (7/69)
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ [Düşünün ki Allah sizi Ad kavminden sonra halifeler yaptı …] (7/74)
Bu, Allah'ın (celle celâlühü) meydana getirdiği o garip olayları hatırlayın ki, Allah'ın müminlere olan velayet ve hidayetine vakıf olasınız; demek olur.
Bu ve benzeri yerlerde hatırlatma emri vakte tevcih edilmiş, "Hatırlayın o zamanı ki.." denmiştir. Oysa asıl hatırlanması istenen o zamanda vuku bulmuş olan olaylardır. Bunun sebebi vaktin hatırlanmasının mananın daha kuvvetli idrakini mümkün kılmasıdır. Çünkü vaktin hatırlanması, burhani olarak (hüccet yoluyla), o vakitte vuku bulmuş olan hadiselerin hatırlanmasını gerektirir. Aynı zamanda vakit, hadiseleri tafsilatıyla içerir. Bu itibarla düşünülen vakitte hadiseler bütün tafsilatıyla zihinde canlanır. Öyle ki, olaylar hikaye edilirken zikri geçsin veya geçmesin açıkça müşahede ediliyormuş gibi zihnî tasavvurda tam olarak yerlerini bulur. (Ebüssuûd)
Muzâfun ileyh olan ... قَالَ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mekulü’l-kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Talebî inşâî isnad olan nidanın cevap cümlesi olan أَرِنِی ise, emir üslubunda gelmiştir.
رَبِّ izafetinde mütekellim zamiri olan ی ’nin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğini işaret ediyor olabilir. Bu izafet, muzâfun ileyh için şeref ifade eder.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla رَبّ kelimesinden önce nida harfi hazf olur. Lafza-i celâlden önceki nida harfi ise م 'e dönüşür. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
رَبِّ [Ey Rabbim!] ; merhamet dileme ifadesidir. Duadan önce kullanılması, mübalağa ile icabet dilemek içindir. Yani; "Ey Rabbim! Ben ölüye bakarken onu dirilt, ölüleri nasıl dirilttiğini bu şekilde bana göster!" demektir. (Ebüssuûd)
Cümle emir üslubunda gelse de vaz edildiği emir anlamından çıkarak dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümleye muzâf olan إِذۡ ’in müteallakının ve nida harfi ile mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
أَرِنِی fiilinin ikinci mef’ûlü olan كَیۡفَ تُحۡیِ ٱلۡمَوۡتَىٰۖ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُحۡیِ - ٱلۡمَوۡتَىٰۖ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, S.23)
قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Bu cümle de benzerleri gibi bir istînâf cümlesi olup mukadder bir sualin cevabıdır. Yani Rabbi ona demişti ki " Ey İbrahim! Yoksa sen benim, dilediğim gibi diriltmeye kâdir olduğumu bilmiyor musun ve buna inanmıyor musun ki, bunu sana göstermemi istiyorsun?" Elbette Yüce Allah, İbrahim'in (aleyhisselâm), o devrin bütün müminlerinden daha sağlam bir imana ve daha kuvvetli yakîn bir bilgiye sahip olduğunu biliyordu. Böyleyken bunu İbrahim'e sorması, onun vereceği cevabın bütün müminlere bir ilâhî lütuf olması içindir. (Ebüssuûd)
Yüce Allah'ın: "İnanmadın mı yoksa" ayetindeki أَ istifham için değildir. Bu, olumluluk ve takrir (yani gerçeği karşı tarafa söyletip kabul ettirme) hemzesidir. Nitekim Cerir şöyle demektedir: ألستم خير من ركب المطايا "Sizler bineklere binenlerin hayırlıları değil misiniz?" أَوَلَمۡ تُؤۡمِنۖ derken hemzeden sonra gelen وَ ise hal içindir. Ayette: "İnanmadın mı?" lafzıyla anlatılmak istenen, mutlak bir imandır. Ve bunun kapsamına ölülerin diriltilmesinin üstünlüğü de dahildir. (Kurtubî)
Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle, takdiri أتسأل olan cümleye وَ ’la atfedilmiştir. Matufun aleyh’in hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Allah Teâlâ’nın “inanmadın mı?” sorusu tecâhül-i ârif kabilindendir.
[Bana göster], yani doğrudan gözümle görmemi sağla. Şayet “İbrahim (a.s.)’ın insanlar içerisinde imanı en sabit olan kişi olduğunu bildiği halde Allah Teâlâ İbrahim (as)’a nasıl [Yoksa iman etmiyor musun?!] demiştir? dersen, şöyle derim: Verdiği cevabı almak için böyle demiştir ki, bu cevapta da dinleyenler için çok büyük faydalar bulunmaktadır. (Keşşâf)
قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli بَلَىٰ , olumsuz soruya verilen olumlu cevaptır.
... وَلَـٰكِن لِّیَطۡمَىِٕنَّ cümlesi bir mahzufa matuftur. Takdiri; آمنت [İman ettim] olabilir.
Lam-ı ta’lilin dahil olduğu لِّیَطۡمَىِٕنَّ قَلۡبِیۖ cümlesi masdar teviliyle takdiri سألت (Sordum) olan mahzuf bir fiile müteallıktır.
بَلَىٰ kelimesi, olumsuz sorudan sonra verilen olumlu yanıttır. ‘’Elbette inanıyorum’’ manasındadır. وَلَـٰكِن لِّیَطۡمَىِٕنَّ قَلۡبِیۖ [Ama kalbim iyice mutmain olsun diye] yani; ‘’akıl yürütme ile elde edilen bilginin yanı sıra zaruri ilme de sahip olmak suretiyle kalbim daha çok sükunet ve itminan bulsun diye istiyorum.’’ Delillerin birbirini destekleyerek birikmesi kalplerin daha fazla sükun bulmasına, basiret ve yakînin artmasına sebep olur. Ayrıca akıl yürütme / istidlâl, şüpheye konu olabilir; zaruri ilim ise olmaz. Bu sebeple İbrahim (as) şüpheye konu olmayan zaruri ilim ile kalbinin mutmain olmasını istemiştir. (Keşşâf)
‘’Kalbim mutmain olsun’’ ibaresinde alet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءاً ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْياًۜ
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf şartın cevabı, rabıta veya fasiha harfi olan فَ ile gelen ...خُذۡ أَرۡبَعَةࣰ مِّنَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِّنَ harfi ceri ba’z manasındadır.
ٱلطَّیۡرِ kelimesindeki elif-lam ahd için olmak üzere kuşlardan dördünü; tavus, horoz, karga, güvercin veya kartal tut da bunları çevir yani kendine meylettir, kendine bağla anlamındadır. (Elmalılı)
Emir üslubunda gelmiş, فَ ve ثُمَّ ile makabline atfedilen cümleler talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan یَأۡتِینَكَ سَعۡیࣰاۚ talebin cevabıdır.
جُزۡءࣰا ’deki tenvin kesret ifade eder.
ٱجۡعَلۡ - جَبَلࣲ arasında cinas-ı nakıs vardır.
صُرۡ kelimesinin alıştır, kes , parçala anlamları vardır.
Sana koşarak gelirler ibaresindeki سَعۡیࣰاۚ kelimesi uçmak manasında kullanılmıştır. İstiare vardır. Burada koşmak fiili سَعۡیࣰاۚ , hızla uçmak manasında istiare olmuştur. Kuşun alıştığı kişiye hızla uçarak gelmesi koşan bir insana benzetilmiştir. Câmi’, hedefe ulaşmadaki sürattir.
Cenab-ı Allah'ın, "Sonra da onları çağır, koşarak sana geleceklerdir" emrine gelince; buradaki سَعۡیࣰاۚ kelimesinin "koşarak ve ayakları üzerinde yürüyerek" manasında olduğu, çünkü bunun daha kuvvetli bir hüccet olduğu söylenmiştir. Yine bu kelimenin, "uçarak" manasında olduğu da söylenmiştir. Fakat bu mana doğru değildir. Çünkü kuşun uçmasını ifade etmek için سَعى fiili kullanılmaz. İkinci görüşte olanlardan bazıları "Buradaki سَعۡیࣰاۚ kelimesinden murad çabuk hareket edip gitmektir, diyerek cevap vermişlerdir. Binaenaleyh eğer hareket, uçma şeklinde olur ise, bundaki çabuk ve hızlı oluş da "سعْي" olarak ifade edilir. (Fahreddin er-Razi)
Bir görüşe göre buradaki عَلَىٰ كُلِّ جَبَلࣲ [her dağın başına] ifadesi, kendisi ile hususi anlam kastedilmiş umumi bir ifadedir. Yani anlam: ‘’bazı tepelerin başına koy’’ şeklindedir. Bir görüşe göre ise mana: ‘’ulaşabildiğin her dağa, sana yakın olan her dağa’’ şeklindedir. Bir görüşe göre: ‘’yedi dağa koy’’ anlamındadır. Bir görüşe göre: ‘’dört dağa koy’’ demektir. Doğru olan da budur. Hasan-ı Basrî rivayetinde rüzgarların ve dünya üzerindeki ufukların dörde ayrıldığı açıklanmıştır. Kuşeyrî şöyle demiştir:
Allah Teâlâ Hz. İbrahim’e [Ellerinle bu kuşları parçala ve parçalarını dağıt. Sonra onları çağır ki koşarak sana gelsinler.] buyurdu. İşte dostluğa (hulle) mazhar olmuş zatın (yani Halil İbrahim’in) eliyle boğazlanmış, kesilmiş ve dağıtılmış olan kuş, o nida edince nasıl dağılıp gitmiş her zerresiyle ona icabet ediyorsa, bizzat Hakk Teâlâ’nın paramparça ve un ufak ettiği kul da O nida buyurunca öyle icabet edip koşacaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
وَ istînâfiyye veya atıftır. Ayetin son cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. ٱعۡلَمۡ fiilinin iki mef’ûlü yerindeki masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber talebi kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde أَنَّ ’nin isminin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde haşyet duygusu uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ٱللَّهَ lafzında tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın عَز۪يزٌ ve حَك۪يمٌ۟ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
عَز۪يزٌ [Azîz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur. (İmam Gazali).
Ayetin fasılası 228 ve 209. ayetlerin fasılası ile aynıdır. Bu cümleler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah Azîzdir, kullarının zillete düşmesini istemez. Hakîmdir, hikmeti ile koyduğu bu kurallara uyulduğu zaman kimse zelil olmaz.
"O'nun gücü yeter." icmal (kapalı anlatım), ve "çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir" ifadesi ise tafsildir (açıklamadır). (Elmalılı)
Bu ayet, ölülerin nasıl diriltildiğini aynel yakîn görmek isteyen İbrahim peygamberle Rabbi arasında geçen bir diyalogdur. Ayette bir mucizenin gerçekleşmesi anlatılır.
Bu ayette İbrahim (as) ölülerin nasıl diriltileceğini görmek istemektedir. Bunun için sorusunu da كَيْفَ edatı ile sormuştur. Allah’ın İbrahim peygambere, ‘’inanmadın mı?’’ sorusunu tevcih etmesinden, onun, Allah’ın kudretinden şüphe içerisinde olduğunu anlamak yanlıştır. Çünkü كَيْفَ edatı, keyfiyetten sual için geldiği gibi aciz görmek (isti’caz) anlamında da kullanılır. Mesela: Birisi ağır bir yükü kaldırabileceğini iddia etmektedir. Sen de onun o yükü kesinlikle kaldıramayacağını biliyorsun ve söz konusu yükü kaldıramayacağını ima ederek ona diyorsun ki: أرني كَيْفَ محمل هَذَا Bunu kaldırmak nasıldır? Göster bakalım! Yukarıdaki ayette de Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in (as) sorduğu soru ile böyle bir manayı kastetmiş olma şaibesinden onu kurtarmak ve ona بَلَى اَمِنْتُ [Hayır! İnandım.] sözünü söylettirmek için “inanmadın mı?” sorusunu sormuştur. Dolayısıyla Hz. İbrahim (as) Allah’ın kudreti konusunda şüphe içerisinde olduğundan bu soru kendisine yöneltilmiş bir sual değildir. (Kur’an’da İstifhâm Üslûbu / Sahip Aktaş)