Bakara Sûresi 3. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ  ...

Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 يُؤْمِنُونَ inanırlar ا م ن
3 بِالْغَيْبِ gaybde(gizlide) غ ي ب
4 وَيُقِيمُونَ ve kılarlar ق و م
5 الصَّلَاةَ namazlarını ص ل و
6 وَمِمَّا ve şeyden
7 رَزَقْنَاهُمْ kendilerini rızıklandırdığımız ر ز ق
8 يُنْفِقُونَ infak ederler ن ف ق
 

Gayba iman etmek, namaz kılmak ve Allah rızâsına uygun harcama yapmak; İslâm’ın fert ve topluluk olarak insana getirdiklerinin ve ondan istediklerinin güzel bir özetidir. Gayba iman, iman esaslarına; namaz kılmak, özel duygu ve davranışlarla Allah’a ibadet etmeye; Allah rızâsına uygun harcamada bulunmak (infak) ise dayanışmaya, düzen ve adalete, yani muâmelâtın ruhuna ve amacına işaret etmektedir.

İman akıl ve vicdanın doğrulaması (tasdik), dilin bunu itiraf edip söylemesi (ikrar) ve davranışların da bunlara uygun olmasıyla gerçekleşip tamamlanmaktadır. Yalnızca tasdik bulunur, fakat söz ve davranış buna aykırı ve tutarsız olursa iman zayıf demektir. Böyle bir imanla gerçek mânasıyla İslâm yaşanmış ve temsil edilmiş olmayacağı gibi, İslâm’ın insanlara vaad ettiği mutluluğa da erişilemez. Söz ve uygun davranış bulunur da kalbin tasdiki bulunmazsa ya şuursuz, rastgele bir dış uygunluk ya da ikiyüzlülük (münafıklık), durumu gizleme (takıyye) söz konusudur. Her ne kadar âhirette zerre kadar imanın bile insana fayda vereceği ve sonunda onu cehennemden çıkararak cennete sokacağı sahih hadislerde bildirilmişse de (Buhârî, “Îmân”, 15; Müslim, “Îmân”, 320, 325) dinin vaad ettiği dünya ve âhiret saadeti ancak “tasdik, ikrar ve tutarlı amel” unsurlarının birlikte var oluşu halinde gerçekleşir.

Gayb “gözle görülmeyen; akıl, duyular vb. beşerî bilgi vasıtalarıyla bilinemeyen varlıklar, ilişkiler ve oluşlar”dır. Allah, vahiy, kader, yaratılış, ruh, kıyametin zamanı, kabirde olacaklar, yeniden dirilme, toplanma, sırat, terazi, cennet, cehennem... hep gayb âlemine dahildir. Bunlar hakkında bilgi alınabilecek iki kaynak vardır: Vahiy ve ilham. Akıl, ancak bu iki kaynaktan alınacak bilgiler üzerine tefekkür yoluyla açıklamalar getirebilir. Keşif, kalp gözünün açılması, Allah tarafından haber verilmek (tahdîs) gibi çeşitleri veya isimleri bulunan ilham, ancak İslâm’a sağlam iman ve onun esaslarını samimiyetle (ihlâs) yaşama sonucu elde edilmiş bulunursa muteber olur. Yine de ilham objektif ve herkes için geçerli, üzerine genel hüküm bina edilebilecek bir bilgi kaynağı değildir, kime gelmişse onu ilgilendirir, umumi ve kesin delillere (vahiy) aykırı olmamak şartıyla onu bağlar.

“Namaz kılarlar” (yüsallûne) yerine “namazı ikame ederler” (yukîmûne’s-salâte) ifadesinin kullanılmış olması, namaza önem verilmesi, onun devamlı ve şartlarına uyularak eda edilmesi gerektiğini anlatmak içindir. Namaz dinin direği, ibadetlerin özü ve özetidir, Allah’ın Resulü, mutluluğu namazda bulduğunu, onunla yaşama sevinci kazandığını ifade buyurmuştur (Nesâî, “Nisâ”, 1; namaz hakkında ayrıca bk. Bakara 2/238-239; Mâide 5/6).

“Kendilerine verdiklerimizden harcayanlar” nitelemesi iki önemli konuya ışık tutmaktadır: 1. Allah Teâlâ’nın bütün verdikleri harcanmayacak, yeteri ve gereği kadarı harcanacak, geri kalanı yine iyi maksatlarla tasarruf edilecektir. 2. Harcama Allah’ın rızâsına uygun olacaktır. Bu da kişinin kendisi, ailesi, yakınları ve diğer ihtiyaç sahipleri için yapacağı harcamaları, vakıf, tesis, hayrat vb. yatırımları kapsamaktadır. Dünya nimetleri, yer altı ve yer üstü servetleri mülk olarak yaratıcısına aittir. İnsanlar meşrû yollardan onlara sahip olduklarında bu sahiplik mecazidir ve sınırlanmıştır; asıl sahibinin izin verdiği kadar ve O’nun gösterdiği yerlere, belirlediği şekillerde sarfedilebilir. Bir zerresi yersiz, faydasız ve gereksiz sarfedildiğinde Allah’ın mülküne, O’nun halen yaşayan ve gelecekte yaratacağı kullarının haklarına tecavüz edilmiş olur. Bu tecavüzlerin yaptırımı dünyada sosyal ve ekonomik krizlerdir, tabiatın tahrip edilmesi, çevrenin içinde yaşanamaz hale gelmesidir; âhirette ise mutlak âdil olan hâkimin vereceği cezalardır.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 71-72
 
“Namazı benden gördüğünüz şekilde kılın” diyen Hz. Peygamber (Buhârî, “Eẕân”, 18) namazı sükûnet ve huşû içinde kılma ve rükünlerini usulüne uygun olarak yerine getirme hususunda örnek teşkil etmesi yanında (Buhârî, “Eẕân”, 122, 127; Müslim, “Ṣalât”, 193, 196; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 154), “Rükû ve secdeleri tam yapın” (Buhârî, “Eymân”, 3); “Rükû ve secdeleri güzel yapın” (Müsned, II, 234, 319, 505); “Sizden biriniz rükû ve secdelerden kalkarken belini tam doğrultmadıkça namazı geçerli olmaz” (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 143) şeklindeki açıklamalarıyla ta‘dîl-i erkânın önemine dikkat çekmiş ve bunlara uymayanları uyarmıştır. Meselâ gereklerine riayet etmeden namaz kılan bir bedevîye, “Dön ve namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın” diyerek namazı üç defa tekrar ettirmiş, sonunda yine eksik kıldığını söylemesi ve bedevînin doğrusunu öğretmesini istemesi üzerine ona namazın kurallarına uygun kılınış biçimini tarif etmiş, bu arada özellikle rükünleri mutmain olacak biçimde yerine getirmesi gerektiğini belirtmiştir (Buhârî, “Eẕân”, 95, 122; Tirmizî, “Ṣalât”, 110). Ayrıca, “Hırsızın en kötüsü namazından çalandır” buyurmuş, “Kişi namazından nasıl çalar?” diye sorulunca “rükû ve secdesini tam yapmayarak” cevabını vermiştir (el-Muvaṭṭaʾ, “Ḳaṣrü’ṣ-ṣalât”, 72).
 

 

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ

اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, مُتَّقِینَ 'nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُونَ  ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

İsm-i mevsûl, iki cümleyi birbirine bağlayan, manası ancak kendisinden sonra gelen cümleyle tamam olan kelimedir. Türkçedeki ilgi zamiri gibi iş görür. İsm-i mevsûl’den sonra gelen cümleye sıla denir. Sılada ism-i mevsûlle ilgili ona dönen bir zamir bulunur. Bu zamire aid zamiri denir.  https://arapdili.emsile.com/node/636

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْغَيْبِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  يُق۪يمُونَ atıf harfi وَ ‘ la sılaya matuftur. 

يُق۪يمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ما  müşterek ism-i mevsûl  من  harfi ceriyle  يُنْفِقُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. İkinci mef’ûlün bih olan aid zamir mahzuftur.

رَزَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُنْفِقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

يُنْفِقُونَۙ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نفق ‘dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

Burada bir ilgi zamiri olan اَلَّذ۪ينَ  kelimesi  هُمْ  zamirinin takdiriyle medih (övgü) manası içermek üzere mahallen merfûdur. Ve cümle: هم الذين يؤمنون  takdirinde olmuş olur. Ya da bunun başına bir  عن  kelimesi eklenmek suretiyle yine medih manasını içermek üzere mahallen mansubdur. Bu takdirde cümle şöyle olmaktadır: عن الذين يؤمنون

Veya bu cümle, mübtedadır. Bunun haberi de, اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى ’dir. Bu durumda yine mahallen merfûdur. Ya da, المتقين  kelimesinin sıfatı olarak mecrurdur. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Buradaki  اَلَّذ۪ينَ  kelimesi, başına elif-lam takısının gelmiş olmasının gösterdiği üzere, isimdir. Bu, ism-i mevsûldür. Çünkü sılası olan  يُؤْمِنُونَ [inanırlar] ifadesi ile tam bir ifade olur. Bunun aslı iki lam harfi ile yazılan şeklidir ki bunların biri kelimenin kendi lam harfi, diğeri ise lam-ı tariftir. Yazıda sadece birinin yazılması ile yetinilmesi ise, çok kullanıldığı için hafifletme maksadı taşır. Bu nedenle aynı kelimenin tesniyesi iki lam harfi ile yazılır, çünkü tesniyesi çok kullanılmamaktadır. اَلَّذ۪ينَ  kelimesi, lafız olarak mebnidir. Bu nedenle mansub, merfû ya da mecrur olması fark etmez. Örneğin: جاءني الذين علمت (bildiğim kişiler bana geldi), رأيت الذين علمت (bildiğim kişileri gördüm) ve مررت الذين علمت (bildiğim kişilere uğradım) denir. 

يُؤْمِنُونَ  kelimesi if’âl babındandır ve  امن  kökünden türemiştir. Manası da: doğrularlar, tasdik ederler, onaylarlar, demektir. Nitekim, آمَنَهُ  denir ki bu, (Onu tasdik etti, doğruluğunu onayladı.) manasındadır. Bunun gerçek ifadesi ise şöyledir:

Onu yalanlamaktan ve ona karşı çıkmaktan uzak durarak ona güven ve teminat verdi.

Bu kelimenin ikrar etti, itirafta bulundu manasını içermesi için cer edatı olan  ب  harfiyle müteaddilik (yani geçişlilik) kazanması gerekir (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 

 

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ

ٱلَّذِینَ  önceki ayetteki  لِّلۡمُتَّقِینَ  için sıfat konumundadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ ‘nin sılası olan  يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üsluptaki  وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden cümleler, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Yine sılaya atfedilen  وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ , amili olan  يُنْفِقُونَ ’ye, ihtimam için takdim edilmiştir. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  رَزَقْنَاهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. رَزَقْنَاهُمْ  fiilinin, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder. 

يُنْفِقُونَۚ - رَزَقْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُق۪يمُونَ  - يُؤْمِنُونَ  - يُنْفِقُونَ  fiillerinin muzari gelmesi, bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar. 

Muttakilerin halleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

و مما رزقناهم ينفقون  ayetinin öncesinde yer alan fiiller, normal cümle tertibine göre mef‘ûllerinden önce  يوٌمنون بالغيب  ve  يقيمون الصلاة  şeklinde gelmişlerdir. Oysa  و مما رزقناهم ينفقون  kısmında mef‘ûl, fiilden önce zikredilerek tertip dışına çıkılmıştır. Kural ve cümlenin akışına göre ibarenin  وينفقون مما رزقناهم  şeklinde gelmesi gerekirdi. Beyzâvî bundaki nükteleri şöyle sıralar: Mef‘ûlün (nesne) fiile takdim edilmesi onun önemini yani rızık ve imkân olarak sunulan şeylerin ehemmiyetini göstermek ve vurgulamak, bir de ayet sonlarına riayet etmek (fasıla) içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Mef‘ûlün, amilinin önüne geçmesi takdim - tehir sanatıdır.

وَمِمَّا رَزَقْناهُمْ  ifadesindeki  من, ba’ziyet ifade eder.

Ancak  الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ  ifadesinin  َالمتقينْ  ifadesinin beyanı olmaması, ibadetlere delalet eden müstakil bir sıfat olması da mümkündür. Bu durumda muttakilerden maksat günahlardan kaçınanlardır. Yine  الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ  ifadesinin, takva sahibi olmakla nitelenen kimselere yönelik bir övgü olması da mümkündür. Burada hususi olarak gayba iman, namazı dosdoğru kılma ve zekat verme fiillerinin zikredilmiş olması, bunların “güzel fiiller” isminin kapsamına girecek diğer şeylere nazaran daha üstün ve faziletli olduğunu göstermeye yöneliktir. (Keşşâf)

يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ  ifadesinde namaz dinin direği gibi ifade edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Din çadıra benzetilmiştir. Çadır ancak direk sayesinde ayakta durur. Direk olmayınca çadır da olmaz.