ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra yine |
|
2 | قَسَتْ | katılaştı |
|
3 | قُلُوبُكُمْ | kalbleriniz |
|
4 | مِنْ | -ından |
|
5 | بَعْدِ | ard- |
|
6 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
7 | فَهِيَ | şimdi onlar |
|
8 | كَالْحِجَارَةِ | taş gibi |
|
9 | أَوْ | hatta |
|
10 | أَشَدُّ | daha da |
|
11 | قَسْوَةً | katıdır |
|
12 | وَإِنَّ | çünkü |
|
13 | مِنَ |
|
|
14 | الْحِجَارَةِ | öyle taş |
|
15 | لَمَا | var ki |
|
16 | يَتَفَجَّرُ | fışkırır |
|
17 | مِنْهُ | içinden |
|
18 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
19 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
20 | مِنْهَا | öylesi de |
|
21 | لَمَا | var ki |
|
22 | يَشَّقَّقُ | çatlayıverir de |
|
23 | فَيَخْرُجُ | çıkar |
|
24 | مِنْهُ | ondan |
|
25 | الْمَاءُ | su |
|
26 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
27 | مِنْهَا | ondan |
|
28 | لَمَا | öylesi de var ki |
|
29 | يَهْبِطُ | aşağı yuvarlanır |
|
30 | مِنْ | -ndan |
|
31 | خَشْيَةِ | korkusu- |
|
32 | اللَّهِ | Allah |
|
33 | وَمَا | ve değildir |
|
34 | اللَّهُ | Allah |
|
35 | بِغَافِلٍ | gafil |
|
36 | عَمَّا | -dan |
|
37 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız- |
|
Sanki bu ayette taşlar (kalpler) üçe ayrılmış ve kalpleri katılaşmamış müminlerin kabiliyetlerine göre hizmet verişleri anlatılmaktadır.
1. Büyük beceri ve çalışmalarla bütün topluma faydalı ve berrak nehirler gibi olmak, yani bulunduğu yeri münbit hale getirmek (içinden nehirler fışkıranlar)
2. Birinciye güç yetiremiyorsa gözeler gibi en azından yakın çevresine faydalı olmak (Yarılıp içinden su çıkanlar)
3. Ya da ruhunu yüceltip marifetullah ile gönlünü doldurup kulları Allah’a yönlendirmek (Allah korkusundan parçalanarak dağlardan aşağı inenler)
Ayetin sonu Allah’ın amellerden gafil olmadığını hatırlatarak dikkati amellere çekiyor.
Min ba’di zâlike (Bunun ardından); ölmüş bir adamın tekrar hayat buluşunun ardından bile Allahın mesajını ciddiye almadınız.
Nur suresi 35. ayetin tefsirlerinde kalp, içinde Allah’ın nurunu taşıyan camdan bir kandile benzetilir.
Burda katılaşan, taşa dönüşen kalplerden bahsediliyor. Onun içine Allah’ın nuru girmesin diye taşlaştırdınız kalplerinizi deniliyor adeta. (Nouman Ali Han Özlü Tefsir Dersleri)
Allahu Teala’nın muradı Hz. Musa’nın kavminin akıllarını kullanmaları iken bunu yapmadıkları için kalpleri katılaşmış ve hatta daha da sertleşmiş; yani akılları adeta çalışmaz hale gelmiştir. Hatta taşa hakaret olmasın; içinden nehirler fışkıran ve yarılarak su kaynağı olan taşlar vardır. Hatta Allah’a duyduğu haşyetten dolayı inen taşlar, adeta atom fiziğini ifade etmektedir. Atom çekirdeği etrafında dönen elektronlar adeta Allah’a haşyet (saygı ve korku) ile ibadet etmektedir.
Hz. Musa’nın kalplerini yumuşatamadığı bu insanların adeta bugün de kalpleri yumuşamamaktadır.
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Ayet ثُمَّ atıf harfi ile mukadder cümleye matuftur. Takdiri, فضربوها فحييت. (Ona vurdular hemen dirildi.) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. قَسَتْ fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş elif üzerine mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قُلُوبُ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru قَسَتْ fiiline mütealliktir. İsm-i işaret ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. İsim cümlesidir. فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَ harfi مِثْلِ manasındadır. كَالْحِجَارَةِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَوْ atıf harfidir. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدُّ mahzuf mübtedaya mütealliktir. Takdiri, هِيَ ‘dir. قَسْوَةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدُّ ism-i tafdildir.İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ istînâfiyedir. Haliyye olması da caizdir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنَ الْحِجَارَةِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَا müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’ nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَفَجَّرُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَفَجَّرُ damme ile merfû muzari fiildir. مِنْهُ car mecruru يَتَفَجَّرُ fiiline mütealliktir. الْاَنْهَارُ fail olup damme ile merfûdur.
يَتَفَجَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi, فجر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنْهَا car mecruru اِنَّ ’ nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَا müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَّقَّقُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. يَخْرُجُ atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
يَخْرُجُ damme ile merfû muzari fiildir. مِنْهُ carmecruru يَخْرُجُ fiiline mütealliktir. الْمَٓاءُۜ fail olup damme ile merfûdur.
يَشَّقَّقُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi, شقق ’dır. Aslı, يتشقق şeklindedir. تَ harflerinden biri ش ‘a idgam edildi.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ile اِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ ‘e matuftur. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنْهَا car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَهْبِطُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَهْبِطُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ خَشْيَةِ car mecruru يَهْبِطُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
و istînâfiyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâl مَا ’ nın ismi olup damme ile merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. غَافِلٍ kelimesi lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu عَنْ harfi ceriyle غَافِلٍ 'ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, تعملونه şeklindedir.
تَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde لَ harfinin tekit ifade ettiği gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا ' nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)
غَافِلٍ kelimesi, sülâsi mücerredi غفل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ
ثُمَّ atıf harfiyle ayet mahzuf bir ifadeye atfedilmiştir. Takdiri فضربوها فحييت..(Ona vurdular canlandı…) şeklindedir.
Bu ayetle önceki ayet arasında meskûtun anh vardır.
ثُمَّ bir mühletle birlikte sıralama bildirir. ثُمَّ edatı, birbirine bağlanan ögelerin arasında, kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiklerini ifade eder. Bu edat, terahi ifade eder. Terahi, sözlükte sonra olmak ve gecikmek anlamındadır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye, işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Cami her ikisindeki vucudun tahakkukudur.
فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَة
فَ ile öncesine atfedilen cümle, faide-i haber ibtidai kelamdır. Ta’lil cümlesidir.
Ayetteki قَسْوَة kelimesi katı ve sert anlamına gelmektedir. Tıpkı taş katılığında bir sertlik... Ayette kalpler katılık ve sertlikte taşa benzetiliyor. Çünkü hiçbir şeyden ders ve ibret almıyorlar. Hiçbir öğüt ve vaaz kendilerini yumuşatmıyor. Bu kadar şeyler işitmelerine, ölünün dirilmesi olayını görmelerine ve daha birçok işaretlerin sunulmasına rağmen hiçbir şey onları etkilemedi ki bunlardan dağlar erir, kayalar yumuşardı. (Ruhul Beyan)
فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ [Onlar taş gibidir.] cümlesinde teşbih sanatı vardır. Bu sanata, teşbih-i mürsel ve mücmel denilir. Burada teşbih edatı söylenmiş benzeme yönü ise kaldırılmıştır.
Bu ayette kalpler (müşebbeh), taşlara (müşebbehün bih) benzetilerek, müşebbehi akli, müşebbehün bihi hissi olan teşbih yapılmıştır.
مِنْ بَعْدِ ifadesi, öldürülen kimsenin diriltilmesinden sonra veya daha önce tek tek sayılan ve geçen olaylardan sonra anlamındadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Buradaki اَشَدُّ [daha şiddetli] ifadesi, كَالْحِجَارَة ’deki كَ ’ye atıftır. Bu da iki anlama gelebilir: ilk ihtimal, مِثْلُ اَشَدُّ قَسْوَةٌ [daha şiddetli kasvet sahibi olan gibidir] anlamına gelmesidir ki bu durumda muzâf مثل hazfedilmiş, muzâfun ileyh onun yerine ikame edilmiş olur.
İkinci ihtimal ise, bunun bizzat kendisi daha şiddetli kasvet sahibidir anlamına gelmesidir. Anlam; bu kalplerin halini bilen kimse, onları ya taşa ya da taştan daha sert bir şeye benzetir. Örneğin: demir-çeliğe benzetir ya da onları bilen kimse taşa benzetir şeklindedir. Ya da onlar taştan daha kasvetlidir, denilmiş olabilir.
Şayet, “Neden ayette ً اَوْ اَشَدُّ قَسْوَة [daha kasvetli] denildi, oysa kasvetin ism-i tafdil şeklinde bir kullanımı اقسي ve hayret fiili şeklinde kullanımı da mevcuttur?” dersen, şöyle derim: Ayetteki kullanım kasvetin aşırılığına daha açık ve güçlü delalet ettiği için tercih edilmiştir. Diğer bir izah da şöyledir: Burada “en kasvetli” manası kastedilmemiş, aksine kasvetin şiddetlilik niteliği ile nitelendirilmesi kastedilmiştir. Sanki “taşların kasveti çok şiddetlidir, ama onların kalbinin kasveti daha şiddetlidir” denilmek istenmiştir. (Keşşâf)
وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ
وَ istînâfiyye veya haliyyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonra gelecek habere merak uyandırarak dikkat çekmek amacına matuftur.
لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ [Ondan ırmaklar fışkırır.] cümlesinde mecaz-ı mürsel sanatı kullanılmıştır. Ancak ondan nehirler fışkırır demekle, nehirde akan su fışkırır denmek istenmiştir. Araplar mekânı zikredip o mekânda bulunan nesneyi kast ederler. Örnekte de nehir söylenip içinde akan suyun kast edilmesi de bu duruma örnektir. Belirti açıktır ancak nehir değil nehrin içindeki su fışkırır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ
وَ ’la atfedilen bu cümle öncekiyle aynı üslupla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
فَيَخْرُجُ fiil cümlesi فَ ile isim cümlesine atfedilmiştir.
Taşlar etkilenir ve reaksiyona uğrar; onlardan kimisi çatlar ondan su çıkar ve ırmaklar fışkırır. Kimisi Allah Teâlâ’nın muradına itaat ederek dağların başından aşağıya doğru yuvarlanır. Bunların kalpleri ise onun emrinden etkilenmez ve hiçbir reaksiyon (tepki) göstermez. Ayette geçen التفجر ifadesi, genişleyerek ve çoğalarak açılmaktır. Korku da itaattan mecazdır. (Beyzâvî)
وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
Cümle وَ’ la اِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ cümlesine atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
خَشْيَةِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayette taşların değişikliğe uğrama halleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
Taşların Allah’a haşyet duyması ifadesinde istiare vardır. Taşlar akıllı bir canlıya benzetilmiştir. Müstear minh zikredilmemiştir.
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
وَ istînâfiyedir. Zaid ب harfi ile tekid edilen cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
ليس gibi amel etmiş olan مَا ’nın haberine dahil olan zaid بِ harfi tekid ifade eder. غَافِلٍ lafzen mecrur mahallen merfûdur.
Mevsûl olan مَا ’nın sılasının muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, muhayyileyi harekete geçirerek olayı göz önüne getirir.
[Allah yapmakta olduğunuz şeylerden gafil değildir] ifadesi bir vaîd, yani tehdittir.
Bu ifadenin altında “Her davranışınız değerlendirilmektedir” anlamı yatmaktadır. Bir anlamın içine başka bir anlamın gizlenmesi idmâc sanatıdır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri itnab babındandır.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede iki farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَسْوَة - قَسَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerin ve اِنَّ , لَمَا , الْحِجَارَةِ , مِنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمَٓاءُ - الْاَنْهَارُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Meşhur bir söz de şöyledir: ”Dört şey vardır ki, bunlar kişinin bedbahtlığının alametlerindendir: Yaşsız göz, katı yürek, uzun emel, dünyaya düşkünlük." (Ruhul Beyan)