Enbiyâ Sûresi 4. Ayet

قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...

Peygamber, onlara dedi ki: “Rabbim yerdeki ve gökteki her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 رَبِّي Rabbim ر ب ب
3 يَعْلَمُ bilir ع ل م
4 الْقَوْلَ konuşulanı ق و ل
5 فِي
6 السَّمَاءِ gökte س م و
7 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
8 وَهُوَ ve O
9 السَّمِيعُ işitendir س م ع
10 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
 
Hasan-ı Basrî, peygamberden mûcize isteyen kavimlere mûcize gösterildiği takdirde iman etmezlerse kökleri kesilecek şekilde cezalandırılacaklarına dair Allah’ın hükmü olduğunu söylemiş; soylarından dindar nesiller geleceği, dolayısıyla onların eliyle İslâmiyet kıyamete kadar yaşayacağı için Hz. Peygamber’in ümmetinden bu hükmün kaldırıldığını, bu sebeple bu ümmet içinden inkârcıların, sırf inkâr ve alay maksatlı mûcize isteklerine cevap verilmediğini ifade etmiştir (Râzî, XXII, 143; 5. âyetin meâlinde “karmakarışık düşler” diye tercüme ettiğimiz “adgâsu ahlâm” tamlaması hakkında bilgi için bk. Yûsuf12/44).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 666
 

قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Mekulü’l-kavli  رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

رَبّ۪ي  mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَعْلَمُ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

الْقَوْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فِي السَّمَٓاءِ  car mecruru  الْقَوْلَ nin mahzuf haline mütealliktir. 

الْاَرْضِ  atıf harfi و la makabline matuftur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

Müstenefe cümlesi olan ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ  cümlesi, inkârcıların sözlerine karşılık Peygamber Efendimizin cevabıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi ve medih makamı olması, cümleye hükmü takviye, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır.

Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Muhatabın münkir olduğu bu cümle tekitsiz gelmiştir. Muktezâ-i zâhire göre inkâr eden bu topluluğa hitabın, birden fazla tekid edatı ile desteklenmesi beklenirken, Hz. Peygamber sözlerini muktezâ-i zâhirin hilafına tekitsiz ifade etmiştir. Fakat bu haber cümlesi, muktezâ-i hâle mutabıktır. Zira aktarılan haber, desteklenmesine ihtiyaç duyulmayacak kadar barizdir ve doğruluğu tartışılmayacak kadar kesindir. Muktezâ-i zâhirden çıkan bu ifadede Hz. Peygamber muradını muhataplarına bu haberin apaçık bir gerçek olduğunu izhar için hiçbir tekide başvurmaksızın iletmiştir.

رَبّ۪ي  lafzının Hz. Peygambere ait zamire izafe edilmesi ona tazim ve teşrif içindir.

وَالْاَرْضِۘ, tezat sebebiyle  السَّمَٓاءِ ’ye atfedilmiştir.

فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü ve gökyüzü içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü ve gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın ilminin sonsuzluğunu tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

السَّمَٓاءِ  ve  الْاَرْضِۘ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

Hükümde ortaklık sebebiyle mekulü’l-kavle atfedilen  وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan  السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ğafir Suresi 64, s. 318)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Benim Rabbim işitir ve bilir sözünde zımni olarak “işitmek ve bilmekle kalmaz, gerekeni yapar, karşılığını verir” manası vardır. Bu bedî’ sanatlardan lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

السَّم۪يعُ  ve  الْعَل۪يمُ kelimeleri arasında muvazene, mürâât-ı nazîr ve teşâbüh-i etrâf sanatları,  قَالَ  ve  الْقَوْلَ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّم۪يعُ  ve  الْعَل۪يمُ  sıfatları mübalağa kalıbında gelmiştir. Bu isimler burada marife olarak gelmiştir. İşitme ve bilmenin kaynağı Allah’tır ve kemâl derecede işiten ve bilen sadece O’dur. Aralarında  وَ  olmaması Allah Teâlâ’da bu iki vasfın da bulunduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hakk bu ayette,  السَّم۪يعُ (işitici) oluşunu,  الْعَل۪يمُ (bilici) oluşundan önce zikretmiştir. Çünkü önce sözü dinlemek, sonra onun manasını anlayıp bilmek gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayetteki ifade, [De ki: Onu göklerde ve yerde sırrı bilen indirdi. (Furkan Suresi, 6)] kavlinden daha tekitlidir. Mübalağada fısıltıyı gizlediler kavline uygun olması istenmiştir. (Beyzâvî)

Allah Teâlâ bu sözü, onlardan naklettiği şeylerin peşinden getirdiğine göre bunun, onların söyledikleri şeylere bir cevap gibi olması gerekir.