بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
Fiil cümlesidir. اِقْتَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لِلنَّاسِ car mecruru اِقْتَرَبَ fiiline mütealliktir.
حِسَابُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ hal cümlesi olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي غَفْلَةٍ car mecruru mübtedanın mahzuf habere müteallıktır.
مُعْرِضُونَ ikinci fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
اِقْتَرَبَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi قرب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُعْرِضُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
Ayetin ilk cümlesi ibtidaiyye olarak gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrurun müsnedün ileyhe takdimi takdim-tehir sanatıdır.
Ayette isnad hesaba yapılmıştır. Yaklaşan hesap değil hesabın zamanıdır. Zamana isnad olarak mecaz-ı aklî vardır. Burada muzâfın hazf edildiğini de söyleyebiliriz. Bu durumda îcaz-ı hazif sözkonusudur.
Ama her durumda gelmek fiilinde istiare vardır. Zaman veya hesap insana benzetilmiş, insana ait olan bir hareket zamana isnad edilmiştir.
اِقْتَرَبَ fiilinin حِسَابُهُمْ kelimesine isnadı, yüceltme ve korkutma manası taşır. Adeta hesaba kavuşmak için bir harekete ve çabaya teşvik eder. Bu temsîlî bir istaredir. Sanki hesap insanlara kavuşmak için acele eden, saldırgan bir şahıstır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 11)
Yaklaşmak, ancak zaman ve mekan itibariyle düşünülebilir. Burada, mekân açısından yaklaşmak imkânsızdır. Böylece, zaman açısından yaklaşmanın kastedildiği anlaşılmış olur. Buna göre mana, “insanların hesaba çekilme zamanları yaklaştı” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
لِلنَّاسِ ’deki elif-lâm takısı istiğrak içindir. Bütün insanları kapsar.
Sâmerrâî, müfessirlerin ayetteki لِلنَّاسِ ifadesine; Mekke müşrikleri, tüm müşrikler, dirilişi inkâr edenlerin tamamı ve tüm insanlar gibi anlamlar yüklediklerini zikrettikten sonra bu ifadeyle asıl kastedilenin gaflet içinde olanlarla yüz çevirenlerin tümü olduğunu belirtmektedir. Bunların, ‘insanlar’ lafzıyla anıldıklarını; mecâz-ı mürsel yoluyla kül zikredilip cüz murad edildiğini ifade etmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
İnsanların durumunu bildiren وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ cümlesi tetmim ıtnâbıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Allah Teâlâ, bundan mükellefler için bir fayda bulunduğu için bu yaklaşmadan bahsetmiştir. Böylece bu, mükellefi, günahlarını telafi etmeye daha fazla yaklaştırmış, bundan daha fazla korktuğu için de günahlardan daha fazla sakındırmış olur. (Fahreddin er-Râzî)
ف۪ي غَفْلَةٍ ’nin müteallakı olan müsnet mahzuftur. مُعْرِضُونَۚ ikinci haber olarak و ile merfûdur. Çünkü cemi müzekker salimdir.
وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ [Onlar bir gaflet içindedirler] cümlesinde, غَفْلَةٍ kelimesinin nekre olarak getirilmesi, gafletin büyüklüğünü ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)
Kıyamet gününe hesap günü denilmesinin faydası şudur: Hesap, kişinin durumunu ortaya koyar. Binaenaleyh, hesap kelimesinin sağlayacağı korku daha büyük olur. (Fahreddin er-Râzî)
اِقْتَرَب fiili اِفْتِعال babındadır. Bu bab fiile mutavaat, ittihaz, müşareket, izhar, çaba ve talep anlamları katar.
Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde olduğu gibi bu surenin girişi de surenin konusuyla alakalı en uygun şekilde olmuştur. Bu üslup bedî’ sanatlardan berâat-i istihlâldir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri, kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْت۪يهِمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. ذِكْرٍ lafzen mecrur, يَأْت۪يهِمْ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
مِنْ رَبِّهِمْ car mecruru ذِكْرٍ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُحْدَثٍ kelimesi ذِكْرٍ ’in ikinci sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا hasr edatıdır. اسْتَمَعُوهُ cümlesi قد takdiriyle يَأْت۪يهِمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.
اسْتَمَعُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. وَهُمْ يَلْعَبُونَ cümlesi اسْتَمَعُوهُ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَلْعَبُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اسْتَمَعُوهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi سمع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Bu ayet önceki ayetin ta’lilidir.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşmuş kasrla tekid edilen ayet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
مِنْ ذِكْرٍ car mecruru, يَأْت۪يهِمْ fiilinin faili olarak lafzen mecrur, mahallen merfûdur. مِنْ, tekid ifade eden zaid harftir. مُحْدَثٍ, failin sıfatıdır.
Kasr, hal sahibiyle hali arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Allah Teâlâ, onların ayetleri mutlaka işittiklerini kasr üslubuyla kesin olarak belirtmiştir. مُحْدَثٍ kelimesi de her defasında bunun tekrarlandığına işaret eden delildir.
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ [Zikrin gelmesi] tabirinde mecazî isnad vardır.
ذِكْرٍ, ayetlerden kinayedir. Müfessirler ayetteki zikre; Kur’an, öğüt, ihtar gibi manalar vermişlerdir.
ذِكْرٍ ’deki tenvin tazim, kesret, kıllet ifade eder.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için رَبِّ lafzında tecrîd sanatı vardır.
İnkârcılara ait zamirin رَبِّ lafzına izafe edilmesindeki maksat, onları uyarma, ikaz ve Allah’ın rububiyet vasfıyla onlara verdiği nimetlerini hatırlatmaktır.
Ayetin sonundaki وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ cümlesi, inkârcıların hali olarak nasb mahallindedir. Hal cümleleri manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
ذِكْر - مُحْدَثٍ - اسْتَمَعُوهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır.
مُحْدَثٍ kelimesi ذِكْرٍ ’in sıfatı veya يَأْت۪يهِمْ 'in sılasıdır (ona bağlıdır). Zikrin, mahalli itibariyle merfû olarak مُحْدَثٌ şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî)
Bu ayet, hem kâfirler için bir zem hem de başkalarını, benzerini yapmaktan mendir. (Fahreddin er-Râzî)
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَاهِيَةً | eğlencededir |
|
2 | قُلُوبُهُمْ | kalbleri |
|
3 | وَأَسَرُّوا | ve gizlediler |
|
4 | النَّجْوَى | aralarındaki konuşmayı |
|
5 | الَّذِينَ | kimseler |
|
6 | ظَلَمُوا | zulmeden(ler) |
|
7 | هَلْ | değil mi? |
|
8 | هَٰذَا | bu |
|
9 | إِلَّا | ancak |
|
10 | بَشَرٌ | bir insandır |
|
11 | مِثْلُكُمْ | sizin gibi |
|
12 | أَفَتَأْتُونَ | şimdi siz kapılacak mısınız? |
|
13 | السِّحْرَ | büyüye |
|
14 | وَأَنْتُمْ | siz |
|
15 | تُبْصِرُونَ | görüyorken |
|
Neceve نجو : نَجاء kavramı temelde bir nesneden ayrılmak ve kendini, canını malını kurtarmak demektir. نَجاة ve نَجْوَة yüksekilğiyle çevresindekilerden ayrılan yerdir. Selden kurtardığı için böyle adlandırıldığı söylenmiştir. Kökün tefâul babındaki تَناجَى الْقَوْم şeklinde kullanımı kavim/topluluk gizlice konuşup fısıldaştı manasındadır. نَجِيٌّ ise gizli bir şekilde konuşup fısıldayan kişidir. Hem tekil hem de çoğul için kullanılır. Son olarak insanın arkasından çıkan şey de kinaye yoluyla نَجْوٌ diye adlandırılmıştır. (Müfredat) نَجَا örtüyü açmak, bir şeyin üzerini, kapağını kaldırmak demektir.
Bu kelimenin asıl anlamı kurtarmak ve gidermek yani giderip kurtarmaktır. Bu kurtuluş, geniş kapsamlıdır. Örneğin, bir insanın helaktan ve kuşatmadan kurtulması veya bir hadiseden kaçması, derinin veya elbisenin bedenden ayrılması, çıkması, bir mekanın sel ya da başka bir beladan kurtuluşu, midenin doluluktan kurtulup karındaki pislik ve gazdan arınması gibi manalar için kullanılabilir.
النَّجْوَى kelimesi de buradandır. Bu sözcüğe bakıldığında, onda, kalbinde sakladığın gizli bir işten kurtulma anlamı vardır. Öte yandan النَّجْوَى ‘nın bir mekana, karından çıkan şeye ya da bulutlara ıtlak edilmesi (onlar hakkında kullanılması), onların içindeki şeyden kurtulup, uzaklaşmaları itibarı iledir. Yine bir Arap kabilesine de isim olmuştur.
النَّجْوَى kurtarma ve uzaklaştırma ile bağlantılı olarak gizli konuşma manasında bir mastardır. Müslümanları kuşatan نَجْوَى ise muhalif ve münafıklar tarafından vuku bulmaktır. Bu da onların planlarını sır gibi saklamaları ve Müslümanların kazançlarının aksi maksadı ile aldıkları tedbirlerini gizlemeleri sebebi iledir ki bu da günah, düşmanlık ve asiliğin temelini oluşturur. Mü’minlere gelince, onlar aralarında نَجْوَى ‘ya ihtiyaç duyduklarında bu onların İslam ve Müslümanlara hizmet yolundaki hayır ve iyilik planlarını gerçekleştirmeleri ile ilgilidir.
(Tahqiq) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 84 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri necât, münâcaat ve Necâti'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ
لَاهِيَةً kelimesi يَلْعَبُونَ ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. قُلُوبُهُمْ kelimesi ism-i fail olan لَاهِيَةً ’in faili olup lafzen merfûdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
النَّجْوٰى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اَسَرُّوا ’deki failinden bedel olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَسَرُّوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi سرر ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَاهِيَةً kelimesi sülâsî mücerred olan لهو fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ
İsim cümlesidir. هَلْ istifham harfidir. İsm-i işaret هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. بَشَرٌ haber olup lafzen merfûdur. مِثْلُكُمْ kelimesi بَشَرٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَأْتُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
السِّحْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ cümlesi تَأْتُونَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تُبْصِرُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تُبْصِرُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و fail olarak mahallen merfûdur. تُبْصِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi بصر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ
Fasılla gelen ayette لَاهِيَةً, önceki ayetteki اسْتَمَعُوهُ veya يَلْعَبُونَۙ fiilinin failinden haldir.
Keşşâf sahibi, ayetteki يَلْعَبُونَۙ ve لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ ifadelerinin müteradif veya mütedahil (birbiri içinde düşünülen) olan iki hal ifadesi olduğunu söylemiştir. Ref ile لَاهِيَةٌ şeklinde okuyanlara göre hal bir tane olmuş olur.
لَاهِيَةً [Meşgul olarak] kelimesi isimden önce gelmiş bir sıfattır. Halbuki sıfatın bütün îrab hallerinde mevsufa tabi olması gerekir. Sıfat isimden önce gelecek olursa o takdirde mansub olur. (Kurtubî Tefsiri)
وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ
وَ, istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَسَرُّوا fiilinin failinden bedel olan has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan ظَلَمُواۗ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
“Gizlediler” dedikten sonra “fısıldaşma”nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır. Gizlilikteki mübalağayı ifade etmektedir.
النَّجْوٰى kelimesi, تناجى (fısıldaştılar) fiilinin masdarından bir isimdir. Bu zaten, ancak gizli olur. Fısıltıyı gizlediler; “Onlar, onu gizleme hususunda çok gayret gösterdiler ve onu, hiç kimsenin anlamayacağı bir biçimde yaptılar.” demektir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasının sebebi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu bildirmek yanında, sonraki habere dikkat çekme ve tahkir muradıdır.
اَسَرُّوا - النَّجْوٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ
Fasılla gelen cümlede istifham harfi هَلْ, nefy manasındadır. Cümle, beyanî istînâf olan mukadder قالوا lafzının mekulü’l-kavlidir.
Kasr üslubu ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi ve kasr olmak üzere iki tekid unsuru mevcuttur.
Müşrikler, sözlerindeki üslup kararlılıklarını ve karşılarındakini inandırma çabalarını göstermektedir.
اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
İnkârcıların sözlerinin devamı olan اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ cümlesi, takdiri تخطئون (Hata ediyorsunuz) olan mukadder istinafa فَ ile atfedilmiştir.
Cümleye dahil olan hemze inkâri istifham harfidir. Mütekellim inkârcılardır. Onlar zikrin sihir olduğunu düşündükleri için muhataplarını inandırmak için “bu olacak şey değil” anlamına gelen inkârî istifhamla sözlerini tekid etmişlerdir.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde bu manadan çıkarak inkâr ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اَنْتُمْ تُبْصِرُونَ cümlesi وَ 'la gelen haldir. Anlamı pekiştirmek için yapılmış tetmim ıtnâbıdır. Müspet isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبّ۪ي mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَعْلَمُ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْقَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي السَّمَٓاءِ car mecruru الْقَوْلَ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
الْاَرْضِ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Müstenefe cümlesi olan ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ cümlesi, inkârcıların sözlerine karşılık Peygamber Efendimizin cevabıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi ve medih makamı olması, cümleye hükmü takviye, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır.
Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muhatabın münkir olduğu bu cümle tekitsiz gelmiştir. Muktezâ-i zâhire göre inkâr eden bu topluluğa hitabın, birden fazla tekid edatı ile desteklenmesi beklenirken, Hz. Peygamber sözlerini muktezâ-i zâhirin hilafına tekitsiz ifade etmiştir. Fakat bu haber cümlesi, muktezâ-i hâle mutabıktır. Zira aktarılan haber, desteklenmesine ihtiyaç duyulmayacak kadar barizdir ve doğruluğu tartışılmayacak kadar kesindir. Muktezâ-i zâhirden çıkan bu ifadede Hz. Peygamber muradını muhataplarına bu haberin apaçık bir gerçek olduğunu izhar için hiçbir tekide başvurmaksızın iletmiştir.
رَبّ۪ي lafzının Hz. Peygambere ait zamire izafe edilmesi ona tazim ve teşrif içindir.
وَالْاَرْضِۘ, tezat sebebiyle السَّمَٓاءِ ’ye atfedilmiştir.
فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü ve gökyüzü içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü ve gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın ilminin sonsuzluğunu tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
السَّمَٓاءِ ve الْاَرْضِۘ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Hükümde ortaklık sebebiyle mekulü’l-kavle atfedilen وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ğafir Suresi 64, s. 318)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Benim Rabbim işitir ve bilir sözünde zımni olarak “işitmek ve bilmekle kalmaz, gerekeni yapar, karşılığını verir” manası vardır. Bu bedî’ sanatlardan lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
السَّم۪يعُ ve الْعَل۪يمُ kelimeleri arasında muvazene, mürâât-ı nazîr ve teşâbüh-i etrâf sanatları, قَالَ ve الْقَوْلَ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّم۪يعُ ve الْعَل۪يمُ sıfatları mübalağa kalıbında gelmiştir. Bu isimler burada marife olarak gelmiştir. İşitme ve bilmenin kaynağı Allah’tır ve kemâl derecede işiten ve bilen sadece O’dur. Aralarında وَ olmaması Allah Teâlâ’da bu iki vasfın da bulunduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hakk bu ayette, السَّم۪يعُ (işitici) oluşunu, الْعَل۪يمُ (bilici) oluşundan önce zikretmiştir. Çünkü önce sözü dinlemek, sonra onun manasını anlayıp bilmek gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayetteki ifade, [De ki: Onu göklerde ve yerde sırrı bilen indirdi. (Furkan Suresi, 6)] kavlinden daha tekitlidir. Mübalağada fısıltıyı gizlediler kavline uygun olması istenmiştir. (Beyzâvî)
Allah Teâlâ bu sözü, onlardan naklettiği şeylerin peşinden getirdiğine göre bunun, onların söyledikleri şeylere bir cevap gibi olması gerekir.
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَلْ | hayır |
|
2 | قَالُوا | dediler |
|
3 | أَضْغَاثُ | (bu) karmakarışık |
|
4 | أَحْلَامٍ | hayallerdir |
|
5 | بَلِ | hayır |
|
6 | افْتَرَاهُ | onu uydurmuş |
|
7 | بَلْ | hayır |
|
8 | هُوَ | o |
|
9 | شَاعِرٌ | şa’irdir |
|
10 | فَلْيَأْتِنَا | bize getirse ya |
|
11 | بِايَةٍ | bir mu’cize |
|
12 | كَمَا | gibi |
|
13 | أُرْسِلَ | gönderildikleri |
|
14 | الْأَوَّلُونَ | öncekilerin |
|
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ
Fiil cümlesidir. بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اَضْغَاثُ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَضْغَاثُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هو ’dir. اَحْلَامٍ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلِ idrâb ve atıf harfidir. افْتَرٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بَلِ idrâb ve atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
شَاعِرٌ haber olup lafzen merfûdur.
افْتَرٰيهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فرى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن لم يكن كما قلنا وكان رسولا فليأتنا بآية (Eğer o, söylediğimiz gibi değilse ve bir elçi ise bize bir mucize getirsin.) şeklindedir.
لِ emir lamıdır. يَأْتِنَا fiili, ى üzere mukadder fetha ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاٰيَةٍ car mecruru يَأْتِنَا fiiline mütealliktir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, كَ harf-i ceriyle birlikte بِاٰيَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُرْسِلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْاَوَّلُونَ naib-i faili olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اُرْسِلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ
Allah Teâlâ, müşriklerin Hz. Peygamber ve Kur’an hakkındaki sözlerini bize bildirmektedir.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, هو olan müsnedün ileyh mahzuftur. Müsned olan اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Müspet isim cümlesi kizb-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzâfun ileyh olan اَحْلَامٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. Teksir kemiyet bakımından tahkir ise keyfiyet bakımındandır.
بَلْ idrâb harfidir. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
بَلْ harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ
İdrâb harfi بَلِ ’in dahil olduğu ikinci cümle istinafiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında kizb-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada Allah onların diğer bazı batıl sözlerini hikâye etmektedir. Yani onlar, Resulullah (sav) hakkında, “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir.” demekle ve onun eliyle zahir olan Kur’an mucizesine de: “O, gerçekten bir sihirdir.” demekle yetinmediler: “Bu, karışık saçma rüyalardır.” dediler ve bununla da yetinmeyip “Hayır, bunun aslı ve aslının şüphesi bile olmaksızın, sırf kendisi uydurmuştur.” dediler; sonra da “Hayır, o, bir şairdir ve onun getirdiği de şirktir; dinleyenlere hakikati olmayan manalar hayal ettirmektedir.” dediler.
İşte hüccetler karşısında mağlup olup şaşırıp kalan batılcıların hakkı budur; onlar, batıl ile en batıl arasında, fasit ile en fasit arasında bocalayıp dururlar. (Ebüssuûd)
İnkârcılar, Hz. Peygamberi Kur’an’ı uydurmakla suçlamalarını mazi fiil cümlesiyle yapmışlardır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Üçüncü بَلِ ’den sonraki istînâf cümlesi هُوَ شَاعِرٌۚ, sübut ifade eden isim cümlesi, kizb-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette üçüncü suçlamayı, isim cümlesiyle ve isnadı isme yaparak söylemişlerdir.
İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلْ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَلْ ; o sihirdir sözünden, karışık rüyalardır sözüne, sonra onu iftira etti sözüne, daha sonra da o şairdir sözüne geçiştir.
Öyle görünüyor ki birinci بَلْ edatı hikâyeyi tamamlama ve başka birine başlama içindir ya da Resulullah (sav) ve ona inen ayetler hakkında karşılıklı konuşmalarından, Kur'an'ın durumuna geçiş içindir. İkinci ve üçüncüsü ise onların batıl, hayal mahsulü ve kendiliğinden uydurduğu şeylere geçiş içindir. Sonra da onun şiirsel söz olduğuna geçiştir. (Beyzâvî)
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ [Hatta “Karmakarışık rüyalardır” hatta “Onu uydurdu”, hatta “O bir şairdir” dahi dediler] ayetindeki بَلْ edatları, derece derece bir manadan diğer manaya geçişi ifade ederler. Kur'an'ın açıkladığı bu kararsızlık, onların apaçık gerçeği yalanlarken düştükleri tereddüt ve şaşkınlığı gösterir. İkinci sözleri birinciden, üçüncü sözleri de ikinciden daha bozuktur. (Safvetü’t Tefasir)
Bu ithamları ile vezinli kafiyeli şiir getirmeyi kast etmemişlerdir. Şiir ithamının asıl sebebi şiir kavramının ikinci bir anlam kazanmasıdır. Buna göre Araplar şiir kelimesini yalan söz olarak nitelemekteydiler. Aslında kâfirler Hz. Peygamberi yalancılıkla itham etmişlerdir. (er-Ragıb el-Isfahânî, Müfredât, s. 553)
فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
Ayetin son cümlesine dahil olan فَ rabıtadır. Mahzuf bir şart cümlesinin varlığının delilidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.
Takdiri …إن لم يكن كما قلنا وكان رسولا (Eğer dediğimiz gibi değil de o bir resulse..)dir. Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لِ harfi emri gaib harfidir.
بِاٰيَةٍ ’den kasıt, mucizedir. Kelimedeki tenvin nev ve tazim içindir.
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl ما ’nın sılası olan اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Meçhul bina edilmiş اُرْسِلَ fiili, اِفعال babındadır. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl ve teşbih harfi, بِاٰيَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ
Fiil cümlesidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اٰمَنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
قَبْلَهُمْ car mecruru اٰمَنَتْ fiiline müteallıktır.
مِنْ harfi ceri zaiddir. قَرْيَةٍ lafzen mecrur fail olarak mahallen merfûdur. اَهْلَكْنَاهَا cümlesi قَرْيَةٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَكْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مِنْ قَرْيَةٍ car mecruru, اٰمَنَتْ fiilinin faili olarak, lafzen mecrur mahallen merfudur.
اَهْلَكْنَاهَاۚ cümlesi مِنْ قَرْيَةٍ ’in sıfatıdır. Cümlenin anlamını tamamlayıp açıklayan sıfat cümlesi, tetmim ıtnâbıdır. Mazi fiil sıygasında gelen cümle azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
مِنْ ba’ziyet içindir. قَرْيَةٍ ’deki tenkir, tahkir ve teksir ifade eder.
اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Hemze inkârî istifham, فَ atıf harfidir. Cümle, …اٰمَنَتْ cümlesine matuftur. İki cümle arasında nefy manasında olmak bakımından ittifak vardır.
اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olmasına rağmen mana itibariyle soru anlamı taşımadığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Mütekellimi Allah Teâlâ olduğu için tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Müsnedinin muzari fiil olması ifadeye teceddüt, zem makamı ise istimrar anlamları katmıştır.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hûdûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu kelam, bundan önce işaret edilen, onların son sözlerinin bildirdiği zımnî iman vaadini yalanlıyor ve beyan ediyor ki onların bu mucizeleri istemelerindeki halleri, tırnaklarıyla ecelini eşeleyen hayvan gibidir ve onların isteklerine cevap verilmemesi, kendilerine mühlet verilmesi anlamındadır. Zira eğer onların istedikleri mucizeler verilip de kendileri yine kesin olarak iman etmeseler, eski ümmetlerde cari olan ilâhî sünnetin gereği olarak köklerinin kazılması gerekecekti. Çünkü mucizeler isteyip de o mucizeler verildikten sonra iman etmeyenlere, mutlaka tamamen yok edici azap inmektedir. Halbuki ezelde Allah'ın hak kelamı, bu ümmete toptan yok etmek azabının inmeyeceği şeklinde yazılmıştır.
Yani helak edilen ümmetlerden hiçbiri istedikleri mucizeler kendilerine verildikten sonra iman etmemiştir. Şimdi bu kâfirler, o eskilerden de daha serkeş ve azgın oldukları halde, istedikleri mucizeler kendilerine verilse de iman edecekler mi? (Ebüssuûd)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | أَرْسَلْنَا | biz göndermedik |
|
3 | قَبْلَكَ | senden önce |
|
4 | إِلَّا | başkasını |
|
5 | رِجَالًا | erkeklerden |
|
6 | نُوحِي | vahyedilen |
|
7 | إِلَيْهِمْ | kendilerine |
|
8 | فَاسْأَلُوا | sorun |
|
9 | أَهْلَ | ehline |
|
10 | الذِّكْرِ | Zikir |
|
11 | إِنْ | eğer |
|
12 | كُنْتُمْ | idiyseniz |
|
13 | لَا |
|
|
14 | تَعْلَمُونَ | bilmiyor |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
قَبْلَكَ zaman zarfı, اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. رِجَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نُوح۪ٓي fiili, رِجَالاً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle de hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُوح۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri نحن ’dur. اِلَيْهِمْ car mecruru نُوح۪ٓي fiiline mütealliktir.
اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar
فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم لا تعلمون (eğer bilmiyorsanız) şeklindedir.
سْـَٔلُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَهْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الذِّكْرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ şart harfi iki fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كُنْتُمْ sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
لَا تَعْلَمُونَ fiili, كَانَ ’nin haberi olup mahallen mansubdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ fiili ن ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. .وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ
Ayet, önceki ayetteki …مَٓا اٰمَنَتْ cümlesine matuftur. İlk cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Müşriklerin, 3. ayetteki “Bu sizin gibi bir beşerden başka biri midir?” şeklindeki sözlerine cevap niteliğindedir.
مَٓا nefy harfi ve اِلَّا istisna harfiyle oluşmuş kasr üslubuyla, Hz. Peygamberimizden önceki peygamberlerin de onun gibi ahaliden bir erkek olduğu etkili ve kesin bir şekilde ifade edilmiştir. Kasr, fiille mef’ûlü arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. اَرْسَلْنَا sıfat/maksûr, رِجَالاً mevsuf/maksûrun aleyhtir.
رِجَالاً için sıfat olan müspet muzari fiil sıygasında gelen نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ cümlesi, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat cümlesi, anlamı açıklayıp kuvvetlendirmek için gelen tetmim ıtnâbıdır.
Cümledeki iki fiilin de azamet zamirine isnad edilmiş olması tazim ifade eder.
رِجَالاً kelimesinin tenkiri tazim içindir.
Bu kelam, onların, “Muhammed de ancak bir insandır…” sözlerine cevap olmasının yanı sıra bir de “Eski peygamberlere verilen mucizelerin bir benzerini bize getirsin.” sözlerinin altına gizledikleri, Muhammed'in (sav) eski peygamberler gibi olmadığı anlamına gelen tarizlerinin de zımnen reddidir. İşte bundan dolayıdır ki “Böyle değil ise öncekilere gönderilenin benzeri…” cümlesinin cevabı, bundan önce zikredilmiştir. Bir de onlar o sözü (Böyle değil ise...) muhataplarını aciz bırakmak maksadıyla söyledikleri için acilen onun reddi ve iptali gerekir. (Ebüssuûd)
فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ
فَ, rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ cümlesi, takdiri إن كنتم لا تعلمون (eğer bilmiyorsanız…) olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bundan önce Resulullah'a (sav) hitap edilerek hak tahkik edildikten sonra burada da hitap değiştirilerek kâfirlerin susturulmaları ve inkâr mertebesinden indirilmeleri için hitap onlara tevcih edilmiştir. Zira bundan önce anlatılan yüksek hakikatlerin beyanı için hitaba ehil olan, Resulullah'tır (sav). Onun haber vermesiyle o hakikatlere vâkıf olmak ise avam halkın vazifelerindendir. (Ebüssuûd)
اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Beyanî istinaf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ayetin bu son cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafât, s.103)
Cahil insanlar! Eğer siz anlatılanları bilmiyorsanız, eski peygamberlerin ahvaline vakıf olan kitap ehline (Yahudi ve Hristiyanlara) sorun ki şüpheniz zail olsun.
Müşriklere “bilgi erlerine sorunuz” diye bu şekilde emredilmiş, çünkü büyük topluluklara anlatmak bilgi gerektirir. Kaldı ki kitap ehli olanlar, Peygamberimize düşmanlıkta müşriklerle beraber ortak hareket ediyorlardı ve Peygamberimize karşı mücadelede müşriklere danışıyorlardı. Şu halde bu kelam, durumun gayet açık olduğuna ve Peygamberimizin kuvvetine gayet net bir şekilde delalet etmektedir. (Ebüssuûd)
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَسَداً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ cümlesi جَسَداً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle de hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْكُلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الطَّعَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
خَالِد۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. خَالِد۪ينَ sülasi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
Ayet önceki ayetteki …مَا اَرْسَلْنَا cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
جَعَلْنَاهُمْ fiilinin azamet zamirine isnad edilmiş olması, tazim ifade eder.
جَسَداً için sıfat olan menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ cümlesi, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat cümlesi, anlamı açıklayıp kuvvetlendirmek için gelen tetmim ıtnâbıdır.
Cümledeki iki fiilin de azamet zamirine isnad edilmiş olması, tazim ifade eder.
يَأْكُلُونَ - الطَّعَامَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[“Bu nasıl peygamber, yemek yiyor, çarşılarda yürüyor. Ona bir melek indirilip de (böylece) onun yanında bir inzarcı bulunmalı değil miydi?”] (Furkan Suresi, 7) demişlerdi. İşte Cenab-ı Hakk, “Biz, onları yemek yemeyen birer ceset olarak yaratmadık” buyurarak buna cevap vermiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bundan önce peygamberlerin beşer olmak konusunda örnek oldukları beyan edildikten sonra burada da peygamberlerin beşerî ve tabiî hükümlerde diğer insanlara örnek oldukları beyan edilmektedir. Yani Biz, peygamberleri yemek, içmek ihtiyaçları olmayan birer ceset olarak yaratmadık; fakat bozulma ortamını sağlamak için onları yemeğe ve içmeye muhtaç olarak yarattık. Ve peygamberler temelli bir hayat da sürecek değillerdir. Zira bozulmanın sonu, kaçınılmaz olarak yokluğa varır. (Ebüssuûd)
جَسَداً, cins isimdir. Bundan dolayı çoğul olarak “cesetler (anlamında أجسادا)” denilmemiştir. Ceset, beden ile aynı şeydir. İşte bundan dolayı (bu kökten olmak üzere): جسدا haline geldi, denilir. Nitekim cisim kelimesinden; “Tecessüm etti” denilir. Kana da ceset denir. (Kurtubî)
مَا كَانُوا خَالِد۪ينَ cümlesi …جَعَلْنَاهُمْ cümlesine matuftur. İki cümle arasında anlam bakımından uyum olduğu gibi lafzen ve manen ittifak vardır.
Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
Burada ebedi hayattan murad, meleklerin hayatı gibi pek uzun bir süre kalmaktır yahut sonsuz hayattır. Onların inancına göre melekler ölümsüzdür. Yani “Biz, peygamberleri gıda alan ve ecellerine göre hayattan ölümle sona eren bedenler kıldık; onları melekler kılmadığımız gibi melekler gibi gıdalardan müstağni olan, bedenleri hiç bozulmayan varlıklar da kılmadık.”
Şu halde bu cümle, bundan önce zikredilen eski peygamberlerin melekler değil, beşer oldukları hususunu açıklamakta, bir de onların, “Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyor?” şeklindeki sözlerini reddetmektedir. (Ebüssuûd)
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَدَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْوَعْدَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ismi mevsûl, اَنْجَيْنَاهُمْ ’deki zamire matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشَٓاءُ ’dur. Îrabaan mahalli yoktur.
نَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
وَ atıf harfidir. اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْمُسْرِف۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَنْجَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نجى ’dir.
اَهْلَكْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
Atıf harfi ثُمَّ ile جَعَلْنَاهُمْ cümlesine atfedilmiş olan ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ cümlesi de …صَدَقْنَاهُمُ cümlesine matuf, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
مَنْ, müşterek ismi mevsûlü, اَنْجَيْنَاهُمْ ’daki mef’ûl olan gaib zamire matuftur. Sılası olan نَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ cümlesi, فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ cümlesine, tezat nedeniyle atfedilmiştir. Bu cümleler arasında mukabele sanatı vardır.
Fiillerin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder. Ayette fiiller, mazi sıygada gelmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَنْجَيْنَاهُمْ - اَهْلَكْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Biz, o peygamberlere vahyettik; sonra, o vahiyler içinde düşmanlarını helak etmek konusunda kendilerine verdiğimiz vaadi gerçekleştirdik de onları ve müminler ile sonra iman edecek olanlar ve onların nesilleri gibi ilâhî hikmetin, bırakılmalarını gerektirdiği kimseleri kurtardık. İşte Arapların, tamamen yok edici azaptan korunmalarının sırrı budur. Ve Biz, küfür ve günahlar işlemek suretiyle haddi aşanları da helak ettik. (Ebüssuûd)
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَنْزَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكُمْ car mecruru اَنْزَلْـنَٓا fiiline mütealliktir. كِتَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ف۪يهِ ذِكْرُكُمْ cümlesi كِتَاباً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
ذِكْرُكُمْ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْزَلْـنَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Hemze inkârî istifhamdır. فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ
لَ, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. İstînâfiyye olan mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Bundan önce Peygamberimizin (sav) diğer peygamberler gibi olduğu beyan edilerek peygamberliği tahkik edildikten sonra bu kelam da surenin başında, gelen ayetlerinden yüz çevirdikleri, onunla alay ettikleri, bazen ona sihir bazen saçma rüyalar ve bazen de uydurma ve şiir olduğunu söyledikleri Kur’an-ı Azim'in hak oluşunu tahkik etmekte ve onun mertebesinin yüceliğini beyan etmektedir. Bu kelamın yemin ile tekid edilmesi, içeriğine fazla önem verildiğini göstermek ve muhatapların, inkârın en son mertebesinde olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
قَدْ tahkik harfi ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Car mecrur اِلَيْكُمْ, mef’ûl olan كِتَاباً ’e ihtimam için takdim edilmiştir. كِتَاباً ’deki tenvin tazim ifade eder.
ف۪يهِ ذِكْرُكُمْ cümlesi, كِتَاباً için sıfatıdır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müsnedün ileyh olan ذِكْرُكُمْۜ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Ey Kureyş topluluğu! Allah'a yemin olsun ki size şanı yüce, burhanı gayet açık öyle bir kitap indirmişizdir ki içinde sizin için şan şöhret bulunmaktadır; bu kitabın sizin için güzel sonuçlan vardır; size büyük faydalar, şan şöhret sağlamaktadır. Diğer bir görüşe göre ise yani bu kitabın içinde, dininiz ve dünyanız için muhtaç olduğunuz her şey mevcuttur, demektir. Yahut içinde, sizin istediğiniz güzel ahlâkın bütün umdeleri mevcuttur.
Bir diğer görüşe göre içinde sizin için öğüt var, demektir. Ayetin siyak ve sibakına en münasip olan mana da budur. (Ebüssuûd)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Ayetin fasılası mukadder istînâfa matuftur. Takdir şöyle olabilir: أغاب عنكم ذلك (Bu sizden gayb mı oldu?)
Menfi muzari fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf Suresi, 169)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ [Düşünmüyor musunuz?] Bu soru, kınama ve inkâr ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)
Kur’an-ı Kerim’in bu sayfasında bütün ayetlerin son kelimelerinde tesis edilmiş seci sanatı dikkat çekicidir.
Hak Teâlâ’nın, [Hala akıllanmayacak mısınız?] hitabı, Kur'an'ı düşünmeye, Kur'an üzerinde tefekküre teşvikdir. Çünkü o müşrikler Kur'an'a gafil idiler. Bir şeye alabildiğine dalmak, gafletin ayrılmaz özelliği, düşünüp tefekkür etmek ise o dalışı savuşturup bertaraf eden bir şeydir. Binaenaleyh kim tefekkür ve tedebbürde bulunmazsa sanki aklın sınırları dışına çıkmış gibi olur. [Fahreddin Râzî)
12 âyetten oluşan bu sûre, Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm'ın risaletinin Mekke döneminin sonlarına doğru inmiştir. TâHâ Sûresi'nin sonunda ifade buyurulan es-Sıratı's Seviyyi [düz yol] ni nasıl bir yol olduğunu açıklar. Mekkeli müşriklerin İslâm'ın inanç esaslarına olan itirazlarını cevaplandırır ve bu aynı inanç esaslarını tebliğ eden önceki peygamberlerin hayatlarından kesitler sunar. Allah Rasûlu aleyhissalâtü vesselâm'ın tebliğ buyurduğu Din'in iman, ibadet, ahlâk, hattâ ferdi ve içtimai hayat prensipleri açısından diğer peygamberlerin tebliğ ettikleri dinden farklı olmadığını, dolayısıyla bu Din'in, Allah tarafından insanlık için her zaman seçilmiş Din olduğunu beyan buyurur. Ayrıca, peygamberlerin çeşitli ızdırapları ve bu ızdıraplarının nasıl giderildiği anlatılarak Peygamber Efendimiz teselli buyurulur.
Bir adam koşuyordu. Hayatı, oyun ve eğlenceden ibaret sananların arasında hızla ilerliyordu. Eğer kulak verselerdi, işitirlerdi. Eğer gerçekten düşünselerdi, uyanırlardı:
Dünyadaki hiçbir hal kalıcı değil, yaşananların hepsi gelip geçici. İyi ve kötü günleri, bu bilinçle yaşamalı. İyi günler de geçici, şükürlerle süsleyip böyle günlerin çoğalmasını istemeli. Kötü günler de geçici, tevekkülle sarmalanıp Allah’a sığınarak kolaylaştırılmasını dilemeli. Geçici olanı zorlansan bile atlatmak kolay, kalıcı olandan ise kurtulmak imkansız idrakine varmalı. Her geçen günle beraber hesap günü yakın, gafletten uyanmalı. Allah’ın sınırlarına riayet edip, yüzünü hakka çevirmeli.
Ey yerde ve gökte konuşulan her sözü bilen Rabbim! İzninle; aklımı başıma alayım, hakikatin ile meşgul olayım. Zikrinle; nefsimi daldığı dünya rüyasından uyandırayım, huzuruna durayım. Muhabbetinle; hakkın güzelliklerini göreyim, batılın çirkinliklerinden de uzaklaşayım. Rahmetinle; Senin katında yükseleyim, böylece Sana ve Senin sevdiklerine yaklaşayım. Halimi, gafletten uyananlardan; bedenimi, yolunda ibadet edenlerden; kalbimi, Sana samimiyetle iman edenlerden ve beni; Sana muhabbetle bağlananlardan eyle.
Amin.
***
Ömrüyle beraber benliğini eğlenceye ve diğer dünyalık nimetlere adayan insanların hepsi, etrafına kendisi gibi olanları topladı. Kimi ahlaksızlıkların normalleştirilme çabalarına cesaret dendi. Allah’a iman edenler ve teslimiyet ile hayatlarını Allah’ın emirlerine uyarak yaşayanlar küçümsendi. Dünya tarihinin her döneminde nefsin heveslerle bulanıklaşan beyninin yıkanması ise bu şekilde gerçekleşti.
Sırf birileri, Allah’a ve O’nun emirlerine sımsıkı tutunarak haramdan uzak durmanın geri kafalılık olduğunu ilan etti diye haram kılınanların yakınlarında dolaştı. Bu aynı birileri dine bağlı olmadıkları için kendilerinin daha akıllı, ileri görüşlü ve modern olduklarını iddia etti. Onlar tarafından dışlanmaktan ve küçümsenmekten hoşlanmayan nefisler ise cahilliğin getirdiği şaşkınlık ile onlara yaranmaya ve kendilerini kabul ettirmeye çalıştı. Dünya nimetlerinin içine şuursuzca gömülmeyi ve ahlaksızlıklara göz yummayı özgürlük diye ilan edenlerle benzer olduklarını kanıtlamanın yollarını aradı. Temelini sağlamlaştırarak bilinçlenmek yerine müslüman olduğunu belli eden sözlerden ve davranışlardan tavizler vererek yalan tuzağına düşmeyi seçti.
Allah’a yönelmektense yaratılmışların peşinden gitti. İslam’ın tamamına bakmaktansa, doğruluğunu araştırmadan çarpık parçalar sunan cahillere inandı. Kalbini dinlemektense nefsinin heveslerine kulak verdi. Yine de suçu başkalarında; huzuru da geçici nimetlerde aradı. Kısacık bir hayalin içinde geçersiz bahanelerle geçici nimetlerle oyalanarak kendisini kandırdı. Hesap günü gelene kadar da akıllanmadı.
Ey Allahım! Hesap gününde Sana kavuşmanın verdiği huzur ile yüzü aydınlık ve gönlü ferah kullarından eyle. Bizi kendimizi kandırmaktan ve kalbimizin yerine nefsimizi dinlemekten muhafaza buyur. Nefsinin beklentilerine göre bakanlara ve dinleyenlere; nefsinin hayallerine göre yaptıklarına ya da yapmak istediklerine kılıf uyduranlara benzeme gafletine düşmekten de koru. Her an ve her mekanda; hakikati görenlerden, işitenlerden ve o hakikatin peşinden gidenlerden eyle.
Amin.