لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَاهِيَةً | eğlencededir |
|
2 | قُلُوبُهُمْ | kalbleri |
|
3 | وَأَسَرُّوا | ve gizlediler |
|
4 | النَّجْوَى | aralarındaki konuşmayı |
|
5 | الَّذِينَ | kimseler |
|
6 | ظَلَمُوا | zulmeden(ler) |
|
7 | هَلْ | değil mi? |
|
8 | هَٰذَا | bu |
|
9 | إِلَّا | ancak |
|
10 | بَشَرٌ | bir insandır |
|
11 | مِثْلُكُمْ | sizin gibi |
|
12 | أَفَتَأْتُونَ | şimdi siz kapılacak mısınız? |
|
13 | السِّحْرَ | büyüye |
|
14 | وَأَنْتُمْ | siz |
|
15 | تُبْصِرُونَ | görüyorken |
|
Neceve نجو : نَجاء kavramı temelde bir nesneden ayrılmak ve kendini, canını malını kurtarmak demektir. نَجاة ve نَجْوَة yüksekilğiyle çevresindekilerden ayrılan yerdir. Selden kurtardığı için böyle adlandırıldığı söylenmiştir. Kökün tefâul babındaki تَناجَى الْقَوْم şeklinde kullanımı kavim/topluluk gizlice konuşup fısıldaştı manasındadır. نَجِيٌّ ise gizli bir şekilde konuşup fısıldayan kişidir. Hem tekil hem de çoğul için kullanılır. Son olarak insanın arkasından çıkan şey de kinaye yoluyla نَجْوٌ diye adlandırılmıştır. (Müfredat) نَجَا örtüyü açmak, bir şeyin üzerini, kapağını kaldırmak demektir.
Bu kelimenin asıl anlamı kurtarmak ve gidermek yani giderip kurtarmaktır. Bu kurtuluş, geniş kapsamlıdır. Örneğin, bir insanın helaktan ve kuşatmadan kurtulması veya bir hadiseden kaçması, derinin veya elbisenin bedenden ayrılması, çıkması, bir mekanın sel ya da başka bir beladan kurtuluşu, midenin doluluktan kurtulup karındaki pislik ve gazdan arınması gibi manalar için kullanılabilir.
النَّجْوَى kelimesi de buradandır. Bu sözcüğe bakıldığında, onda, kalbinde sakladığın gizli bir işten kurtulma anlamı vardır. Öte yandan النَّجْوَى ‘nın bir mekana, karından çıkan şeye ya da bulutlara ıtlak edilmesi (onlar hakkında kullanılması), onların içindeki şeyden kurtulup, uzaklaşmaları itibarı iledir. Yine bir Arap kabilesine de isim olmuştur.
النَّجْوَى kurtarma ve uzaklaştırma ile bağlantılı olarak gizli konuşma manasında bir mastardır. Müslümanları kuşatan نَجْوَى ise muhalif ve münafıklar tarafından vuku bulmaktır. Bu da onların planlarını sır gibi saklamaları ve Müslümanların kazançlarının aksi maksadı ile aldıkları tedbirlerini gizlemeleri sebebi iledir ki bu da günah, düşmanlık ve asiliğin temelini oluşturur. Mü’minlere gelince, onlar aralarında نَجْوَى ‘ya ihtiyaç duyduklarında bu onların İslam ve Müslümanlara hizmet yolundaki hayır ve iyilik planlarını gerçekleştirmeleri ile ilgilidir.
(Tahqiq) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 84 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri necât, münâcaat ve Necâti'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ
لَاهِيَةً kelimesi يَلْعَبُونَ ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. قُلُوبُهُمْ kelimesi ism-i fail olan لَاهِيَةً ’in faili olup lafzen merfûdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسَرُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
النَّجْوٰى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اَسَرُّوا ’deki failinden bedel olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَسَرُّوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi سرر ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَاهِيَةً kelimesi sülâsî mücerred olan لهو fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ
İsim cümlesidir. هَلْ istifham harfidir. İsm-i işaret هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. بَشَرٌ haber olup lafzen merfûdur. مِثْلُكُمْ kelimesi بَشَرٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَأْتُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
السِّحْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ cümlesi تَأْتُونَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تُبْصِرُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تُبْصِرُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و fail olarak mahallen merfûdur. تُبْصِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi بصر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ
Fasılla gelen ayette لَاهِيَةً, önceki ayetteki اسْتَمَعُوهُ veya يَلْعَبُونَۙ fiilinin failinden haldir.
Keşşâf sahibi, ayetteki يَلْعَبُونَۙ ve لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ ifadelerinin müteradif veya mütedahil (birbiri içinde düşünülen) olan iki hal ifadesi olduğunu söylemiştir. Ref ile لَاهِيَةٌ şeklinde okuyanlara göre hal bir tane olmuş olur.
لَاهِيَةً [Meşgul olarak] kelimesi isimden önce gelmiş bir sıfattır. Halbuki sıfatın bütün îrab hallerinde mevsufa tabi olması gerekir. Sıfat isimden önce gelecek olursa o takdirde mansub olur. (Kurtubî Tefsiri)
وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ
وَ, istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَسَرُّوا fiilinin failinden bedel olan has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan ظَلَمُواۗ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
“Gizlediler” dedikten sonra “fısıldaşma”nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır. Gizlilikteki mübalağayı ifade etmektedir.
النَّجْوٰى kelimesi, تناجى (fısıldaştılar) fiilinin masdarından bir isimdir. Bu zaten, ancak gizli olur. Fısıltıyı gizlediler; “Onlar, onu gizleme hususunda çok gayret gösterdiler ve onu, hiç kimsenin anlamayacağı bir biçimde yaptılar.” demektir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasının sebebi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu bildirmek yanında, sonraki habere dikkat çekme ve tahkir muradıdır.
اَسَرُّوا - النَّجْوٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ
Fasılla gelen cümlede istifham harfi هَلْ, nefy manasındadır. Cümle, beyanî istînâf olan mukadder قالوا lafzının mekulü’l-kavlidir.
Kasr üslubu ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi ve kasr olmak üzere iki tekid unsuru mevcuttur.
Müşrikler, sözlerindeki üslup kararlılıklarını ve karşılarındakini inandırma çabalarını göstermektedir.
اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
İnkârcıların sözlerinin devamı olan اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ cümlesi, takdiri تخطئون (Hata ediyorsunuz) olan mukadder istinafa فَ ile atfedilmiştir.
Cümleye dahil olan hemze inkâri istifham harfidir. Mütekellim inkârcılardır. Onlar zikrin sihir olduğunu düşündükleri için muhataplarını inandırmak için “bu olacak şey değil” anlamına gelen inkârî istifhamla sözlerini tekid etmişlerdir.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde bu manadan çıkarak inkâr ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اَنْتُمْ تُبْصِرُونَ cümlesi وَ 'la gelen haldir. Anlamı pekiştirmek için yapılmış tetmim ıtnâbıdır. Müspet isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)