وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَذَا | ve Zü(nnun’u) |
|
2 | النُّونِ | (ve Zün)nun’u |
|
3 | إِذْ | zira |
|
4 | ذَهَبَ | gitmişti |
|
5 | مُغَاضِبًا | kızarak |
|
6 | فَظَنَّ | sanmıştı |
|
7 | أَنْ | diye |
|
8 | لَنْ | asla |
|
9 | نَقْدِرَ | güç yetiremeyeceğiz |
|
10 | عَلَيْهِ | kendisine |
|
11 | فَنَادَىٰ | nihayet yalvardı |
|
12 | فِي | içinde |
|
13 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklar |
|
14 | أَنْ | diye |
|
15 | لَا | yoktur |
|
16 | إِلَٰهَ | tanrı |
|
17 | إِلَّا | başka |
|
18 | أَنْتَ | senden |
|
19 | سُبْحَانَكَ | senin şanın yücedir |
|
20 | إِنِّي | muhakkak ben |
|
21 | كُنْتُ | oldum |
|
22 | مِنَ |
|
|
23 | الظَّالِمِينَ | zalimlerden |
|
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ
وَ istînâfiyyedir. ذَا mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup nasb alameti eliftir. Takdiri, اذكر (hatırla) şeklindedir. النُّونِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Zaman zarfı اِذْ, mukadder muzâfa müteallıktır. Takdiri, واذكر خبر ذي النون (Zünnûn’un haberini hatırla) şeklindedir.
ذَهَبَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذَهَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
مُغَاضِباً kelimesi ذَهَبَ ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ظَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel ظَنَّ ’nin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette ظَنَّ fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri, أنّنا şeklindedir.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. نَقْدِرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَلَيْهِ car mecruru نَقْدِرَ fiiline müteallıktır.
Hafifletilmiş olan اَنْ aynı اَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. Fakat ismini hiçbir zaman açıkta göremeyiz. Çünkü ismini gizli bir zamir (zamir-i şan) olarak alır.
Hafifletilmiş olan اِنْ cümle başında gelebileceği gibi hafifletilmiş olan اَنْ cümle ortasında gelir.
Hafifletilmiş olan اَنْ ’in haberi devamlı cümle olur. Bu cümle isim veya fiil cümlesi olabilir. Edattan sonraki cümle isim veya çekimi yapılamayan (camid) bir fiilden oluşan fiil cümlesi ise edatla arasında yabancı bir kelime bulunmaz.
Haberinin geliş şekilleri şöyledir:
1. İsim cümlesi şeklinde gelirse:
a) Başına herhangi bir edat gelmeyen isim cümlesi.
b) Başına لَا harfi gelen isim cümlesi (Bu لَا cinsi nefy içindir.)
2. Fiil cümlesi şeklinde gelirse:
a) عَسَى ve لَيْسَ gibi camid (çekilemeyen) bir fiil şeklinde gelir.
b) Bu iki fiilin haricinde başka fiillerden gelirse bu fiil cümlesinin başına س – سَوْفَ – قَدْ – لَنْ – لَمْ – لَو gibi harflerden birinin gelmesi zorunludur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. نَادٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فِي الظُّلُمَاتِ car mecruru نَادٰى ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri, أنه şeklindedir.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ cümlesi اَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
سُبْحَانَكَۗ itiraziyye cümlesidir. سُبْحَانَكَ mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olarak fetha ile mansubdur. Takdiri, أسبح (tesbih ederim) şeklindedir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كُنْتُ ile başlayan isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ fetha üzere mebni nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُ mütekellim zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً
وَ, istînâfiyyedir. Ayetin bu ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Veciz ifade kastıyla gelen ذَا النُّونِ izafeti, takdiri اذكر (hatırla) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
ذَا النُّونِ izafetinde takdiri خبر (haberi) olan muzâf mahzuftur. Mazi manalı zaman zarfı اِذْ bu mahzuf muzâfa müteallıktır. ذَا النُّونِ ’den bedel-i iştimâl olması da caizdir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ذَهَبَ مُغَاضِباً cümlesi, اِذْ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
مُغَاضِباً kelimesi, ذَا النُّونِ ’nin hali olarak mansubdur. Konuya açıklık getirmek gayesiyle yapılan tetmim ıtnâbıdır. مُغَاضِباً, mübalağa kalıbıdır. (Beyzâvî)
المُغاضَبَةُ kelimesi, öfkede mübalağa içindir. Çünkü o garip bir öfkedir. (Âşûr)
فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ
Muzâfun ileyh cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ, muhaffefe اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur. Haberi olan لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
اَنَّ ve لَنْ olmak üzere iki tekid unsuru ihtiva eden masdar-ı müevvel, ظَنَّ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ظَنَّ fiili, iki zıt anlama sahip fiillerdendir. Hem kesin olarak bildi hem de zannetti, emin olamadı anlamları vardır.
Yunus (a.s.) kaçıp giderken bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı yahut kendisini cezalandırmayacağımızı yahut onda kudretimizi kullandırmayacağımızı sanmıştı.
Diğer bir görüşe göre ise bu temsili bir ifade olup onun hali, böyle sanan kimsenin haline benzetilmektedir. Yani o, bizim emrimizi beklemeden kavmini terk ederken, sanıyordu ki biz, böyle sananlara karşı uyguladığımız muameleyi ona karşı uygulamayacağız. Nitekim “O, malının kendisini ebedi kılacağını zanneder.” ayeti de bu kabildendir. Yani böyle sanan kimsenin muamelesini ona uygularız. (Ebüssuûd)
Başka bir görüşe göre ise Hz.Yunus'un bu zannı, aklından geçen şeytani bir vehimdir. Buna zan denilmesi, mübalağa içindir. (Ebüssuûd)
فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ
…فَظَنَّ اَنْ cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümleye dahil olan اَنْ, muhaffefe اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur. Takdiri, أنه şeklindedir. Haberi olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu menfi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
İsmi اِلٰهَ kelimesi, haberi ise munfasıl zamir اَنْتَ ’dir.
لَٓا ve اِلَّٓا ile kasr oluşmuştur. Burada ulûhiyyet sıfatının Allah’tan başkasında bulunmadığı ifade edilmiştir. اِلٰهَ sıfat/maksûr, اَنْتَ mevsûf/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlede سُبْحَانَكَۗ mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.
Hasan el-Basrî'nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Cenab-ı Hak, Yunus’u (as), kendisini zalim olduğunu ikrar etmiş olması sebebiyle kurtarmıştır.”
Ayetteki سُبْحَانَكَۗ ifadesi Hz. Yunus’un (as), Cenab-ı Hakkı, bütün noksanlıklardan tenzih ettiğini gösterir. Acizlik de bir noksanlıktır. Binaenaleyh bu, Cenab-ı Hakk'ın [Bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştıramayacağımızı sanmıştı...] buyruğu, Yunus’un (a.s.), Allah Teâlâ’nın aciz olduğunu zannetmiş olduğuna delalet etmez. Yunus (as), subhaneke demiştir. Çünkü bu ifadenin takdiri, “Allah’ım seni, bunu bir zulüm olarak veya intikam alma arzusuyla yahut beni bu balığın karnından kurtarmaktan aciz olduğun için yapmış olmamdan tenzih ederim. Tam aksine sen bunu, ulûhiyetin hakkı ve hikmetinin muktezâsı olarak yaptın…” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş son cümle, öncesinin ta’lili hükmündedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ, nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Hz. Yunus’un muhatabı Allah Teâlâ olduğu halde sözlerini tekid edatlarıyla pekiştirerek ifade etmesi, muktezâ-i zâhire değil fakat muktezâ-i hale uygundur. Bu durum, Hz. Yunus’un, üzüntüsünü belirtmek üzere içinde bulunduğu ruh halinin yansımasıdır.
Dolayısıyla Hz. Yunus’un dua maksatlı sözleri, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Hz. Yunus şöyle niyazda bulunmuştu: “Senden başka hiçbir ilâh yoktur; Seni Sana yaraşır şekilde bir şeyin seni aciz bırakmasından yahut başıma gelen bu musibetin tarafımdan sebepsiz olmasından tenzih ederim. Ben gerçekten, kavmim arasından hicret etmeye acele etmekle kendilerini tehlikeye maruz bırakan zalimlerden oldum.” (Ebüssuûd)
اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَ cümlesi nefsine zulmettiğini itiraf etmede mübalağadır. Vasfın kesinliğine delalet etmesi için كَانَ fiiline isnad edilmiştir. (Âşûr)
الظُّلُماتُ : Bu kelime ظُلْمَةٍ kelimesinin cemisidir ve kastedilen gecenin, denizin dibinin ve balığın karnının karanlığıdır. Şöyle denilmiştir: cemi siygasıyla gelen الظُّلُماتُ kelimesi, karanlığın şiddetinden mübalağadır. Tıpkı Bakara suresi 207. ayetindeki يُخْرِجُهم مِنَ الظُّلُماتِ إلى النُّورِ (Onları derin karanlıklardan aydınlığa çıkarır.) ibaresindeki gibi.(Âşûr)