Hac Sûresi 18. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ ۩  ...

Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi ر ا ي
3 أَنَّ kuşkusuz
4 اللَّهَ Allah’a
5 يَسْجُدُ secde ediyorlar س ج د
6 لَهُ O’na
7 مَنْ kimseler
8 فِي
9 السَّمَاوَاتِ göklerdeki س م و
10 وَمَنْ ve kimseler
11 فِي
12 الْأَرْضِ yerdeki ا ر ض
13 وَالشَّمْسُ ve güneş ش م س
14 وَالْقَمَرُ ve ay ق م ر
15 وَالنُّجُومُ ve yıldızlar ن ج م
16 وَالْجِبَالُ ve dağlar ج ب ل
17 وَالشَّجَرُ ve ağaçlar ش ج ر
18 وَالدَّوَابُّ ve hayvanlar د ب ب
19 وَكَثِيرٌ ve birçoğu ك ث ر
20 مِنَ -dan
21 النَّاسِ insanlar- ن و س
22 وَكَثِيرٌ ama birçoğu ك ث ر
23 حَقَّ hak olmuştur ح ق ق
24 عَلَيْهِ üzerine
25 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
26 وَمَنْ ve kimi
27 يُهِنِ aşağılatırsa ه و ن
28 اللَّهُ Allah
29 فَمَا artık olmaz
30 لَهُ ona
31 مِنْ hiç
32 مُكْرِمٍ değer veren ك ر م
33 إِنَّ şüphesiz
34 اللَّهَ Allah
35 يَفْعَلُ yapar ف ع ل
36 مَا şeyi
37 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
 
Kur’an’ın birçok âyetinde olduğu gibi burada da, evrendeki zorunlu itaat yasaları uyarınca Allah’a boyun eğen varlıklara dikkat çekilmekte, insanların ise sınav ortamının icabı olarak hür iradeleriyle baş başa bırakılmaları neticesinde topyekün bir teslimiyet ve itaat içinde olmadıkları, dolayısıyla birçok insan Allah’a itaat edip kurtuluşa ererken nicelerinin de azabı hak etmiş olacağı uyarısı yapılmaktadır. Âyetlerde yer alan tasvirlerde açıkça görüldüğü üzere, dünyadakinden başka bir hayat tanımayıp inkârcılıkta direnen ve rableri hakkında çekişme içine girenlerin öteki dünyadaki âkıbetleri pek acı olacaktır. İman edip Allah’ın hoşnutluğuna uygun davranışlarda bulunanların mükâfatı ise dünyada en cazip görünen nimetlere eriştirilmekten ibaret değildir. Çünkü onlar her türlü övgüye lâyık olan Allah katında en itibarlı mevkiye, Allah’ın yoluna iletilmiş ve sözlerin en güzeline yöneltilmişlerdir ki bu da mutlulukların en büyüğüdür. 
 
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Âdemoğlu secde âyetini okuyup secde ettiği zaman, şeytan onun yanından ayrılıp ağlar ve şöyle der:’ Yaziklar olsun ona’( bir başka rivayete göre:Yazıklar olsun bana). Âdemoğluna secde etmesi emredildi, secde etti , şimdi Cennet onundur. Bana da secde etmem emredildi, fakat ben secde etmedim, bu yüzden Cehennemde benimdir. “
(Müslim, İman 133; İbni Mâce , İkâmet 70).
 

     Şemese شمس :

 شَمْسٌ güneşin yuvarlağı ve ondan yayılan ışıktır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda  33 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şems ve şemsiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ

 

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَرَ  fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Kur’ân'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.

أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.

ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329) 

اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)


اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  تَرَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ  nin ismi olup lafzen mansubtur.  يَسْجُدُ لَهُ  fiili,  اَنَّ  nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

يَسْجُدُ  merfû muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يَسْجُدُ  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  fail olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

مَنْ فِي الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ  la  مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ  a matuftur. 

الشَّمْسُ  ,  الْقَمَرُ  ,  النُّجُومُ  ,  الْجِبَالُ  ,  الشَّجَرُ  ,  الدَّوَٓابُّ  ,  كَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِ  atıf harfi  وَ  la müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  e matuftur. 

مِنَ النَّاسِ  car mecruru  كَث۪يرٌ  un mahzuf sıfatına müteallıktır.  كَث۪يرٌ  mübteda olup haberi mahzuftur. Takdiri,  مثاب  (Dönüş yeri) şeklindedir.


 وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَث۪يرٌ  ikinci mübteda olup lafzen merfûdur.  حَقَّ عَلَيْهِ  kelimesi  كَث۪يرٌ nin sıfatı olup merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَقَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو  dir.  عَلَيْهِ  car mecruru  حَقَّ  fiiline mütealliktir.

الْعَذَابُ  fail olup lafzen merfûdur.


وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يُهِنِ  şart fiili, meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُ  car mecruru, mahzuf habere müteallıktır. 

مِنْ  zaiddir.  مُكْرِمٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُهِنِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  هون  ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُكْرِمٍ  kelimesi, sülasi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ ۩

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ  ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ  cümlesi,  اِنّ  ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَفْعَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو  dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ  dur. Îrabdan mahalli yoktur.  يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو  dir.
 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve tenbih manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette, mütekellim Allah Teâlâ olduğu için tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

اَلَمْ تَرَ  lafzındaki istifham harfi, mahlukatın hallerinin Allah-u Teala’nın uluhiyetteki tekliğine delalet edişinin muhatap tarafından bilmezden gelinişine atıfta bulunularak inkari manadadır. Veyahut muhatap Nebi (s.a.) olarak düşünülerek istifham-ı takriri’de denilebilir. (Âşûr)

Muzari sıygadaki  تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir.  اَنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan …اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ  cümlesi, masdar tevilinde, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

اَنَّ ’nin haberi olan …يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

يَسْجُدُ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ, mahzuf sılaya mütealliktir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl  مَنْ  birinciye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. 

Ayette üç kez tekrarlanan  اللّٰهَ  lafzında tecrîd sanatı, ayrıca ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

الْاَرْضِ  -  السَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

الشَّمْسُ  -  الْقَمَرُ  -  النُّجُومُ    الْجِبَالُ  -  الشَّجَرُ  ,الدَّوَٓابُّ  -  النَّاسِۜ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Semavat, yeryüzünü de kapsadığı halde  الْاَرْضِ ’dan sonra  السَّمٰوَاتِ  tekrar söylenmesi hususdan sonra umumun zikri babında ıtnâbdır.

فِي الْاَرْضِ  ve  ف۪يهَا  ibarelerindeki  ف۪ي  harflerinde istiare vardır. Bilindiği gibi  ف۪ي   harfinde zarfiyet manası vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir.  الْاَرْضِ  ve رَوَاسِيَ  içine girilecek bir şeylere benzetilmiştir.

Hemze ile yapılan istifham, soranın düşüncesinde, sorulan konu hakkında müspet bir duygu uyandırır.  هل  edatı, bunun aksinedir. Çünkü bu edat, soru soran kimsede ne müspet ne de menfi bir duygu uyandırır. Bunu, Ebu Hayyan aktarmıştır. (Süyûtî, el-İtkan)

Görmek olarak ifade edilmesi, bunun malum olduğunu zımnen bildirmek içindir. Ayetteki hitap, görmek imkanına sahip herkes içindir. Zira bu hakikat, hiç kimseye gizli kalmayacak kadar açıktır. (Ebüssuûd) 

Ayetteki rûyet-görme ile bilme manası kastedilmiş olup ayet, “Gökteki ve yerdekilerin, Allah'a secde ettiklerini bilmedin mi?” demektir. Hz. Peygamber (s.a.), bunu gördüğü için değil, Allah'ın haber vermesiyle bilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

سُجُود  ifadesinde istiare vardır. Güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar ve temyiz (akıl) sahibi canlı olmayan varlıkların secde etmesiyle kastedilen - Allahu alem- onlarda görülen Allah Teâlâ’ya boyun eğme izleri, onların iş ve nizamlarının Allah tarafından yöneltildiğine ve çekip çevrildiğine ilişkin alametler, Allah tarafından belli görevleri yapmaya boyun eğdirilmelerine ilişkin delillerdir. Ondan dolayı bu durumun  سُجُود  kelimesinin sözlükteki asıl/gerçek anlamına uygun olarak secde edici diye isimlendirilmesi güzel düşmüştür. Çünkü bu kelimenin sözlükteki asıl anlamı eğilme, boyun eğme, itaat ve teslimiyettir. 

Bu secdeden murat, ilâhi iradeye tam olarak boyun eğmektir; yoksa akıl sahiplerine mahsus olan ibadet secdesi değildir. (Ebüssuûd) 

Bu varlıkların secde etmesi başka manada da olabilir ki o da şudur: Ayette sayılan bu şeylerde  görülen ilâhi sanatın delilleri, ilâhi kudretin alametleri arifleri ve sağlam bilgi sahiplerini, Allah’ın kudretini itiraf ederek, O’na huşu ile boyun eğip itaat ederek Allah’a secde etmeye davet eder, O’nun huzurunda saygıyla eğilmeye sevkeder. (Kur’an Mecazları, Şerif er-Radi) 

İsm-i mevsûl  مَنْ ’e matuf olan merfu mahaldeki  وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَث۪يرٌ  mübteda,  مِنَ النَّاسِۜ  mahzuf habere mütealliktir.

Makabline matuf olan  وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ  cümlesi de aynı üslupta gelmiştir.  حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ  cümlesi ref mahallinde,  كَث۪يرٌ  için haberdir. Mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ  cümlesi  و  ile gelmiş itiraziyyedir. (Âşûr) 

حَقَّ  kelimesi, damme ile  حَقُّ  şeklinde okunduğu  gibi  mef'ûlun mutlak olarak  حَقًّا  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf) 

Yeryüzü ve gökyüzündeki secde edenler sayıldıktan sonra secde etmekte cem’ edilmiştir. Cem’ ma’at-taksim sanatıdır.


 وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde  مَنْ  mübteda  يُهِنِ  haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُهِنِ اللّٰهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ  cümlesi  و  ile ikinci itiraziyyedir. (Âşûr) 

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ  ise faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur  لَهُ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  مُكْرِمٍ ’e dahil olan  مِنْ  harfi tekid ifade eden zaid harftir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

مُكْرِمٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ifade eden  مِنْ  de bu manayı pekiştirir.

مُكْرِمٍ, ikram etmek manasında, رَ ’nın fethası ile  مُكْرَمْ  şeklinde de okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)  

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

يُهِنِ  (Hor duruma düşürdüğü) -  مُكْرِمٍۜ  (değer veren) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)


  وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ 

 

Cümle beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ  cümlesi iki itiraz cümlesinin sebebi konumundadır. Çünkü münkirin olmamasına rağmen cümlenin başında tekid harfinin olması ihtimama işaret eder. Bundan dolayı sebep manasındadır.  اِنَّ  harfi ta’lil veya sebep harfi kazanmıştır. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Allah lafzının ayette iki kez geçmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ ’nin haberi olan  يَفْعَلُ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr Suresi, 1)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır.