فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَوْحَيْنَا | biz de vahyettik |
|
2 | إِلَيْهِ | ona |
|
3 | أَنِ | ki |
|
4 | اصْنَعِ | yap |
|
5 | الْفُلْكَ | gemiyi |
|
6 | بِأَعْيُنِنَا | gözlerimizin önünde |
|
7 | وَوَحْيِنَا | ve vahyimizle |
|
8 | فَإِذَا | ne zaman ki |
|
9 | جَاءَ | gelince |
|
10 | أَمْرُنَا | bizim buyruğumuz |
|
11 | وَفَارَ | ve kaynayınca |
|
12 | التَّنُّورُ | tandır |
|
13 | فَاسْلُكْ | sok (bindir) |
|
14 | فِيهَا | ona |
|
15 | مِنْ | -ten |
|
16 | كُلٍّ | her (cins)- |
|
17 | زَوْجَيْنِ | çift |
|
18 | اثْنَيْنِ | iki |
|
19 | وَأَهْلَكَ | ve aileni |
|
20 | إِلَّا | hariç |
|
21 | مَنْ | kimseler |
|
22 | سَبَقَ | geçmiş |
|
23 | عَلَيْهِ | alehylerine |
|
24 | الْقَوْلُ | söz |
|
25 | مِنْهُمْ | onlar içinde |
|
26 | وَلَا | ve |
|
27 | تُخَاطِبْنِي | bana yalvarma |
|
28 | فِي | hakkında |
|
29 | الَّذِينَ | kimseler |
|
30 | ظَلَمُوا | zulmeden(ler) |
|
31 | إِنَّهُمْ | onlar mutlaka |
|
32 | مُغْرَقُونَ | boğulacaklardır |
|
فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
اَنِ tefsiriyyedir. اصْنَعِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
الْفُلْكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِ musahabe içindir.
اَعْيُنِنَا car mecruru اصْنَعِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَحْيِنَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَارَ atıf harfi وَ ‘la جَٓاءَ ‘ye matuftur. التَّنُّورُ fail olup lafzen merfûdur.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اسْلُكْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
ف۪يهَا car mecruru اسْلُكْ fiiline mütealliktir. مِنْ كُلٍّ car mecruru اسْلُكْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. زَوْجَيْنِ muzâfun ileyh olup, müsenna olduğu için يْ ile mecrurdur. اثْنَيْنِ mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir.
اَهْلَكَ atıf harfi وَ ‘la كُلٍّ ‘ye matuftur. اِلَّا istisna edatıdır.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ müstesna olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası سَبَقَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
سَبَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru سَبَقَ fiiline mütealliktir. الْقَوْلُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru عَلَيْهِ ‘deki zamirin haline mütealliktir.
وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُخَاطِبْن۪ي meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl فِي harf-i ceriyle birlikte تُخَاطِبْن۪ي fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُخَاطِبْن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi خطب ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُغْرَقُونَ kelimesi, اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُغْرَقُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا
Ayet, فَ ile önceki ayetteki قَالَ fiiline atfedilmiştir. فَ ’nin istînâfiyye olması da caizdir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tefsiriyye olan اَنِ ’i takip eden اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kastedildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)
اَعْيُنِنَا ve وَحْيِنَا izafetlerinde azamet zamirine muzâf olan اَعْيُنِ ve وَحْيِ kelimeleri tazim edilmiştir.
اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا [Gemiyi gözlerimizin önünde yap] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Yüce Allah koruma ve gözetmeye aşırı derecede dikkat edildiğini, göz önünde yapmak sözüyle ifade etti. Çünkü bir şeyi koruyan, genellikle, korumasını gözüyle görmek suretiyle devam ettirir. Dolayısıyla Yüce Allah, istiare yoluyla, koruma ve kollama yerine göz önünde bulundurmayı zikretti. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
Yüce Allah’ın اصْنَعِ الْفُلْكَ sözü, Hz. Nuh’u kendi kendine ‘’Bu inatçıların başına ne gelecek? Burada su yokken neden gemi inşa edeceğim? Yüce Allah yoksa onları cezalandırmak için yerden ve gökten su mu göndermek istiyor?” şeklinde sorular sormasına neden oldu. Bu kendi kendine soru sormalar, sözü tekidli bir şekilde söylemeyi gerektirmektedir. (Fadl Hasan Abbâs, el-Belâgatü FunûNûhâ ve EfnâNûhâ’l-el-Me‘ânî, s. 132)
فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ
فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan جَٓاءَ اَمْرُنَا , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَفَارَ التَّنُّورُۙ cümlesi, şart cümlesine matuftur.
Şart fiilleri جَٓاءَ ve فَارَ , mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اَمْرُنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اَمْرُ , tazim edilmiştir.
Hak Teâlâ'nın فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrimiz geldiğinde] ifadesinde ,"emir" sözü, bir işi sözlü olarak, üst makamdan gelmek suretiyle isteme manasında hakikattir. Bu kelime, aynı şekilde hakikat olarak ‘büyük iş’ manasına da gelir. (Fahreddin er-Râzî)
اَوْحَيْنَٓا - وَحْيِنَا kelimeleri arasında iştikak cinası, الْفُلْكَ - اَهْلَكَ - فَاسْلُكْ kelimeleri arasında gayrı tam cinas vardır.
كُلٍّ ’deki tenvin, muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir.
وَفَارَ التَّنُّورُۙ [Tandır kaynadı] ifadesi, şiddetten kinayedir. Bu, Arapların, tandır kızıştı yani savaş başladı sözüne benzer. Bazı alimler, التَّنُّورُۙ kelimesini, mecaz yoluyla yeryüzü manasına almışlardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
فَ rabıta, şartın cevabı olan …اسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِلَّا istisna edatıdır. Müstesna konumundaki ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası olan سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayette zalimlerle ilgili hüküm hakkında muhatabın (Hz. Nuh’un) aklında bir şey bulunmadığı anlaşılır. Burada durumun gereğine göre haber cümlesinin Hz. Nuh’a tekidsiz olarak söylenmesi gerekirdi. Fakat burada ayet tekidli olarak gelmiştir. Bu ayetin durumun dışına çıkmasının sebebi şudur: Yüce Allah, muhalifleriyle ilgili Hz. Nuh’un kendisine hitap etmesini yasaklayınca, bu yasak, Hz. Nuh'u onların başına gelecek belayı merak etmeye sevk etti. Böylece Hz. Nuh, “kavminin aleyhine suda boğdurulmaları ile hükmedildi mi yoksa hükmedilmedi mi, şeklinde tereddüt ile soru soran kimse” yerine konulmuş, “kesinlikle onlar suda boğulacaklar" cümlesi ile O’na cevap verilmiştir. (Ali el-Cârim – Mustafa Emîn el-Belâğatü’l-Vâdıha)
مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ [her ikili’den bir] ifadesi, ikili her iki topluluktan demek olup, bunlar da erkek ve dişi topluluğudur, yani erkek ve dişi develer ile aygırlar ve kısraklar gibi.
اثْنَيْنِ kelimesi, erkek ve dişi deve ile aygır ve kısrak gibi birbirinin eşi olan iki tek anlamındadır. Rivayete göre Nuh (as) sadece yavrulayan ve yumurtlayan hayvanları almıştır. مِنْ كُلٍّ ifadesi tenvin ile مِنْ كُلٍّ şeklinde de okunmuştur. Bu durumda anlam ‘’Her ümmetten iki çift’’ şeklinde olur ve اثْنَيْنِ ifadesi tekid ve daha fazla açıklama yapmış olmak için kullanılmış olur. (Keşşâf)
Ayetteki "her ikişer çiftten" ifadesi, "O, hayvanların nesli tükenmesin diye mevcut olan hayvanlardan bir çift, yani bir erkek bir dişi al" demektir. Onlardan her biri bir زَوْجَ (eş) tir. Yoksa avamın zannettiği ve kullandığı gibi, زَوْجَ iki manasına gelmez. اثْنَيْنِ ise, زَوْجَيْنِ kelimesini tekid eden ve iyice açıklayan bir kelimedir. (Fahreddin er-Râzî)
سَبَقَ kelimesi, olumsuz hüküm anlamında kullanılınca على ile, olumlu hüküm anlamında kullanılınca ise ل ile kullanılmıştır. (Keşşâf)
وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
Cümle وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’in sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
اَمْرُنَا ’daki azamet zamirinden sonra تُخَاطِبْن۪ي ’de, müfred zamire iltifat vardır.
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan مُغْرَقُونَ , ism-i mefûl kalıbındadır. أَفْعَلَ veznindeki fiilden müştaktır.
Henüz boğulma olayı olmadan onların مُغْرَقُونَ olarak ifade edilmeleri, kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.