Nûr Sûresi 37. Ayet

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ  ...

Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.  (36 - 37. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رِجَالٌ erkekler (ki) ر ج ل
2 لَا
3 تُلْهِيهِمْ kendilerini alıkoymaz ل ه و
4 تِجَارَةٌ ticaret ت ج ر
5 وَلَا ve ne de
6 بَيْعٌ alışveriş ب ي ع
7 عَنْ -tan
8 ذِكْرِ anmak- ذ ك ر
9 اللَّهِ Allah’ı
10 وَإِقَامِ ve kılmaktan ق و م
11 الصَّلَاةِ namaz ص ل و
12 وَإِيتَاءِ ve vermekten ا ت ي
13 الزَّكَاةِ zekat ز ك و
14 يَخَافُونَ onlar korkarlar خ و ف
15 يَوْمًا günden ي و م
16 تَتَقَلَّبُ ters döneceği ق ل ب
17 فِيهِ onda
18 الْقُلُوبُ yüreklerin ق ل ب
19 وَالْأَبْصَارُ ve gözlerin ب ص ر
 
“... evlerde Allah’ı anarlar...” diyerek “evlerde” zarfını, “anarlar” fiiline bağlamış olduk. Bu bağlantıyı, “o nur evlerdedir”, “evlerde yakılan”, “evlerde ... adamlar vardır” şeklinde yapanlar da olmuştur.

Evlerden maksat “camilerdir” diyen tefsircilere karşı haklı olarak, “bu âyetin geldiği zamanda müslümanların mescidlerinde lamba, kandil vb. yoktu, mescidin devamlı aydınlatılması âdeti Hz. Ömer zamanında başladı”, eğer evlerden mâbedler kastediliyorsa bunların, şirke sapmadan dinlerine göre ibadet eden bazı yahudi ve hıristiyanların yüksek ve tenha yerlerde yaptıkları manastırlar ve havralar olması gerekir; çünkü buralarda kandil bulunurdu” denilmiştir (İbn Âşûr, XVIII, 266 vd.). İbn Âşûr’un bizce de mâkul olan yorumuna göre burada, bir tek şeyin diğerine benzetilmesinden ziyade, bir grup nesne ve ilişkinin diğer gruba benzetilmesinden ibaret olan güzel bir temsil sanatı vardır, bir yerde toplanıp Kur’an okuyan, müzakere eden ve onunla düşünen insanların aydınlanması temsil yoluyla anlatılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk, Allah’ın evlerinden birinde bir araya gelip Allah’ın kitabını okudukları ve aralarında müzakere ettikleri (ortak akıl ile anlamaya çalıştıkları) sürece durmadan üzerlerine sekînet (huzur veren melekler veya huzur ve tatmin) iner, onları rahmet çepeçevre kuşatır ve Allah onları, nezdinde olanların içinde anar” (Müslim, “Zikir”, 36-37).

Kâbe’ye “Allah’ın evi” denilmiştir. Allah eve muhtaç olmadığına, hiçbir mekân O’nu içine alamayacağına göre bu sözün hakiki değil, mecazi mânasının kastedildiği açıktır; bu mâna da “Allah’a ibadet etmeye tahsis edilmiş mekân” demektir. Müslümanlar namaz kılarken o evin bulunduğu yöne dönerler, tavaf ibadeti yapanlar o evin etrafında yedi kere dolanırlar. O ev ve çevresi yalnızca Allah’a ibadet etmek için kullanılır ve bunun için orası Allah evidir. Bu mânadan hareket edilerek şöyle bir sonuca ulaşmak mümkündür: Bir mekân ne kadar Allah’a ibadet için kullanılırsa o kadar Allah’a aittir, O’nun nurunun tecellisine mazhardır, lâyıktır. Allah’ın nurunun mânevî ufukları aydınlattığı, insan bilgisine ve tecrübesine madde ötesi âlemi açtığı mekânlar yalnızca mescidler değildir, Allah’a ibadet edilen her mekândır, her evdir. Bir mekânda ibadet, zikir ve tefekkür o mekânda nurdur.

37. âyette geçen ve “kişiler” diye çevirdiğimiz ricâl (erkekler) kelimesi, kadınları dışarıda bırakmaz; çünkü başka âyetlerde Allah’a çeşitli şekillerde ibadet edenler, bu arada O’nu zikredenler övülürken, onlara çeşitli ödüller verileceği müjdelenirken erkeklerle birlikte kadınlar da açıkça zikredilmiştir (Ahzâb 33/35). Burada “kişiler, erkekler”, ya Arapça’da “tağlîb” adı verilen bir anlatım şekliyle veya “genellikle uygulama böyle olduğu için vâkıadan hareket eden” anlatım yoluyla kadınları da ifade etmektedir.

İnsanların çoğu, fâni olan imtihan dünyasında ticarete, zanaata, zevk ve safaya dalarak Allah’ı unuturlar, namazları vaktinde kılmazlar, mala düşkünlükleri sebebiyle zekâtı ya hiç vermezler yahut da eksik verirler. Bunlar imtihan için verilmiş, âdeta imtihan sorusuna benzeyen dünya malına ve menfaatine aldanarak servet ve nimet imtihanını kaybeden gafillerdir. Allah’ın örnek gösterdiği, övdüğü, yaptıklarının karşılığını fazlasıyla vereceği, ayrıca karşılığı olmayan hesapsız lutuflarda bulunacağı kulları ise dünya-âhiret dengesini iyi kuranlar, ebedîyi fâniye, devamlıyı geçiciye, değerliyi değersize değişmeyenlerdir.

Mutasavvıflar bu âyetten “fenâ” dedikleri hal için bir delil çıkartmışlar ve “Allah’ta fâni olanlarda âdeta bir çifte şuur oluşur; dışa, dünya işlerine, mâsivâ ile ilişkiye ait olan şuur, devamlı Allah ile meşgul ve O’na mahsus bulunan şuura perde olmaz” demişlerdir.
 

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ

 

رِجَالٌ  kelimesi önceki ayette geçen  يُسَبِّحُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur. 

لَا تُلْه۪يهِمْ  cümlesi  رِجَالٌ’un  sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُلْه۪يهِمْ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  تِجَارَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  zaid harftir.  بَيْعٌ  kelimesi  تِجَارَةٌ ’e matuftur. عَنْ ذِكْرِ  car mecruru  تُلْه۪يهِمْ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِقَامِ  atıf harfi و la ذِكْرِ ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır.  الصَّلٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ  atıf harfi و la makabline matuftur. 

يَخَافُونَ  cümlesi رِجَالٌ un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

يَخَافُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَوْماً  zaman zarfı,  يَخَافُونَ  fiiline mütealliktir. 

تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ  cümlesi  يَوْماً in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

تَتَقَلَّبُ  damme ile merfû muzari fiildir.  ف۪يهِ  car mecruru  تَتَقَلَّبُ  fiiline mütealliktir.  الْقُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur. الْاَبْصَارُ  atıf harfi و la makabline matuftur. 

تُلْه۪يهِمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لهو ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. 

تَتَقَلَّبُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  قلب ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ

 

Ayet, şibh-i kemâli ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Bu ayet önceki ayetle ilgili olan bir soruya cevap niteliğindedir.

رِجَالٌۙ , önceki ayetteki  يُسَبِّحُ  fiilinin failidir.  لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ  cümlesi  رِجَالٌۙ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Menfi mazi fiil sıygasında gelen  وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ  cümlesi, sıfat cümlesine atfedilmiştir. Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı tekid ifade eder.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Birbirine atfedilmiş  وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ  ve   وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ  cümleleri  وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ  cümlesine matuftur. Atıf sebepleri, hükümde ortaklıktır.

ذِكْرِ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olması, zikrin tazim ve teşrifi içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

İman eden kişinin hallerinin sayılması taksim sanatıdır.

عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ (Allah'ı zikirden ve namaz kılmaktan... alıkoymaz) cümlesinde, genelden sonra özel zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. Çünkü Allah'ı zikir içinde namaz da vardır. Burada namazın şanını yüceltmek için ıtnâb yapılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Râzî bu ayetin izahında şöyle demektedir: Alimler burada Allah’ı zikretmekle ne kastedildiği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı bundan murad Allah’ı sena etmek ve ona dua etmektir derken diğer bir kısmı da bununla namazların kastedildiğini söylemişlerdir. Şayet, o halde ayet-i kerimedeki  وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ  ifadesinin manası nedir? denirse buna iki şekilde cevap veririz: Birincisi, İbni Abbas’ın (ra) dediğine göre burada kastedilen namazların vaktinde kılınmasıdır. İkincisi,  وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ ifadesinin  ذِكْرِ اللّٰهِ  ifadesinin tefsiri mahiyetinde olması da caizdir. Yani (onlar hem namazdan önce hem de namazlarında Allah’ı zikrederler) demektir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’ninTefsiru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Cenab-ı Hak, “Ticaret onları alıkoymaz.” buyurunca bunun içine alışveriş zaten girmektedir. Binaenaleyh niçin, bundan sonra alışveriş denilmiştir? Buna birkaç şekilde cevap verebiliriz:

a) Ticaret, içinde çeşitli alışverişleri bulunduran, bir “cins”tir. Fakat Hak Teâlâ, alıkoyma özelliği daha fazla olduğu için bundan sonra özellikle  بَيْعٌ  yani satmadan bahsetmiştir. Çünkü satmadaki kazanç, neticelenmiş yakîni (kesin) bir husustur. Alışverişte bulunan kazanç ise hem geleceğe matuftur hem de şüphelidir.

b) بَيْعٌ  (satma), eşyanın (malın) nakit (para) ile değiştirilmesi demektir. Şirâ (satınalma) ise bunun aksidir. Binaenaleyh nakit elde etmeye duyulan arzu, aksini yapmaktan daha çoktur.

c) Ferrâ şöyle der: “Ticaret, dışından mal getirip satanlar hakkında kullanılır. Bey' ise ‘elinin altında olanı satma’ manasınadır.” (Fahreddin er-Râzî)

Zekât, yalnız mescitlerde ifa edilen bir ibadet olmadığı halde burada zikredilmesi, namazın arkadaşı olup diğer yerlerde hep onunla beraber zikredilmesinden dolayıdır. Bir de zekâtın burada zikredilmesi, bu seçkin insanların güzel amellerinin, mescitlerde ifa edilenlere münhasır olmadığına dikkat çekmek içindir. Nitekim “Onlar, bu yüreklerin ve şu gözlerin tersine döneceği bir günden korkarlar.” cümlesinin burada zikredilmesi de onların korkularının, mescitlerde bulunmalarına bağlı olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)


يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ

 

يَخَافُونَ يَوْماً  cümlesi, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal, sahibinin anlamını tekid ediyorsa hal ve sahibi arasında kemâl-i ittisâl olduğundan fasıl yapılır. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümleye, teceddüt istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَوْماً  kıyamet gününden kinayedir.

تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ  cümlesi,  يَوْماً  için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

تَتَقَلَّبُ - الْقُلُوبُ  kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

تِجَارَةٌ - بَيْعٌ  ile  ذِكْرِ - الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِۙ  ve  الْقُلُوبُ - الْاَبْصَارُۙ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Burada ticaretin alıkoymasının olumsuzlanması, onların ticaret yaptıkları izlenimini vermektedir. Halbuki amaç ticareti olumsuzlamaktır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ  ifadesinde istiare vardır. Burada kalplerin allak bullak olması manasındaki  تَتَقَلَّبُ  ile kasdedilen, ceza korkusu ve sevabı umuduyla korku-ümit, sevinç -üzüntü şeklindeki hallerinin değişmesidir. Bu Allah’ın veli kullarının sıfatlarıdır. Gözlerin allak bullak olmasına gelince onunla kastedilen de müminlerin sevabın geleceği yerlere, kâfirlerin de cezanın geleceği yerlere tekrar tekrar bakmaktır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)