Nûr Sûresi 50. Ayet

اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ۟  ...

Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفِي -mı var?
2 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
3 مَرَضٌ bir hastalık- م ر ض
4 أَمِ yoksa
5 ارْتَابُوا şühpe mi ettiler? ر ي ب
6 أَمْ yoksa
7 يَخَافُونَ korkuyorlar mı? خ و ف
8 أَنْ diye
9 يَحِيفَ haksızlık yapacak ح ي ف
10 اللَّهُ Allah’ın
11 عَلَيْهِمْ kendilerine
12 وَرَسُولُهُ ve Elçisinin ر س ل
13 بَلْ hayır
14 أُولَٰئِكَ işte
15 هُمُ onlar
16 الظَّالِمُونَ zalimlerdir ظ ل م
 
Hz. Peygamber Medine’de duruma hâkim olunca bazı şahıslar ve gruplar, işlerini yürütmek, müslümanlara mahsus menfaatlerden yararlanmak, birtakım tehlikelerden uzak kalmak için inanmış görünmeyi tercih ettiler. Bilindiği gibi bunlara “münafık” denilmektedir. Bazı şahıslar da İslâm’a inanmışlardı, fakat imanları henüz zayıf bulunuyordu, tefekkür ve dinî tecrübe yoluyla güçlenmemiş, davranış ve kararlarına hâkim hale gelmemişti. Üçüncü bir grup açıkça inançsız, veya başka din ve inanışlara bağlıydı. Gittikçe çoğalan bir grup ise hakkıyla inanmış kimselerden oluşuyordu. Bu âyetlerde, inancın samimi ve güçlü olup olmamasına bağlı olarak grupların davranışları, Allah ve resulüne itaatleri, teslimiyetleri, ilâhî hüküm ve adalete rızâları mukayeseli bir şekilde anlatılmaktadır. Allah’ın, vahiy yoluyla bildirdiği hükümlerin bir kısmı apaçık olup yoruma ihtiyaç yoktur, diğer bir kısmı naslarla hakkında vahiy açıklaması bulunmayan konulardır; bunlar için yorum ve ictihad gerekir. Vahyin belirlediği hükme, Allah’ın buyruğuna uymak gerekir; bildiği halde buna uymayanlar ya inançsız yahut da inancı zayıf kimselerdir. Zayıf da olsa imanın fayda vereceğine dair rivayetler vardır. Ancak dünya ve âhirette asıl kazançlı çıkacak ve kurtuluşa erecek olanlar, sağlam imana, bu imandan kaynaklanan, bu inancın motive ettiği ibadetlere, güzel davranışlara, hayırlı ve faydalı işlere, eserlere sahip olanlardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 90-91
 

اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ 

 

Hemze istifhâm harfidir.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. ارْتَابُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَخَافُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel amili  يَخَافُونَ ’nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir.

يَح۪يفَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَح۪يفَ  fiiline mütealliktir. 

رَسُولُ  atıf harfi  وَ ’la  اللّٰهُ ’ya matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ۟

 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasıl zamiridir. 

هُمُ الظَّالِمُونَ۟  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

الظَّالِمُونَ۟  haber olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الظَّالِمُونَ۟   kelimesi, sülâsi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ 

 

Bundan önce onların bir takım tahkik edilmiş mevcut çirkinlikleri ile beklenen çirkinlikleri ortaya konulduktan sonra burada ise onların mezkûr yüz çevirmeleri inkâr ve takbih edilmekte, onun kaynağı beyan edilmekte ve kaynağının çeşitleri belirtilmektedir. (Ebüssuûd) 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, azarlama kastıyla gelen inkârî istifham harfidir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ifade eden isim cümlesi formundaki cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرَضٌ  muahhar mübtedadır. 

مَرَضٌ ’daki tenvin, kesret ve nev içindir.

Müteakip iki cümle bu cümleye  اَمْ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْ  ve akabindeki  يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ  cümlesi, masdar tevili ile  يَح۪يفَ  fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir. Müspet muzari fiil sıygasında,faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , ihtimam için  رَسُولُهُۜ ’ya takdim edilmiştir.

Masdar-ı müevvel muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah Teâlâ’ya ait zamirin  رَسُولُ ’ye izafesi, Resulullah’a tazim ve teşrif içindir.

Münâfıklar hakkındaki bu ayet-i kerîmede  مَرَضٌ  kelimesinde istiare yapılmıştır. 

مَرَضٌ  bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir.  مَرَضٌ  bedeni, şeytanın vesvesesi ve nifak kalbi ifsad eder. 

ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  ifadesinde istiare vardır.  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri) 

Cümlenin [Kendilerine  haksızlık eder diye mi korkarlar?] şeklinde soru şeklinde gelmesi, azarlama üslubunun daha ağır, yermenin daha ileri derecede olmasından dolayıdır. (Kurtubî) 


بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ۟

 

İdrâb ve ibtidaiyye harfinin dahil olduğu cümle müstenefedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Ayrıca bu cümlede kasr ifade eder. Zalim olmak onlara hasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç  tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. Onların zalim olduğunu gözler önüne sererek anlamı kuvvetlendirmiştir.

İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder.

هم  zamiri, mübteda ve haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile  tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

İsm-i işaretin gelişi haberin tekid edilmesi içindir. Böylece 4 tekid meydana gelmiştir: İkincisi, hasr sıygasıyladır. Öyleyse tahsis ve hasr değil sadece tekid üzerine tekiddir. Üçüncüsü fasıl zamiri, dördüncüsü ism-i işarettir. (Âşûr)

Son cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, fasıl zamiriyle tekrar edilmesi, müsnedin ism-i fail ve marife gelişi onların zalim olduklarını gözle görülür gibi inkârı mümkün olmayacak derecede olduğunun delilleridir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)