Nûr Sûresi 51. Ayet

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  ...

Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 كَانَ ك و ن
3 قَوْلَ sözü ق و ل
4 الْمُؤْمِنِينَ inananların ا م ن
5 إِذَا zaman
6 دُعُوا çağırıldıkları د ع و
7 إِلَى
8 اللَّهِ Allah’a
9 وَرَسُولِهِ ve Rasulüne ر س ل
10 لِيَحْكُمَ hükmetmesi için ح ك م
11 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
12 أَنْ
13 يَقُولُوا demeleridir ق و ل
14 سَمِعْنَا işittik س م ع
15 وَأَطَعْنَا ve ita’at ettik ط و ع
16 وَأُولَٰئِكَ işte
17 هُمُ onlardır
18 الْمُفْلِحُونَ kurtuluşa erenler ف ل ح
 
Hz. Peygamber Medine’de duruma hâkim olunca bazı şahıslar ve gruplar, işlerini yürütmek, müslümanlara mahsus menfaatlerden yararlanmak, birtakım tehlikelerden uzak kalmak için inanmış görünmeyi tercih ettiler. Bilindiği gibi bunlara “münafık” denilmektedir. Bazı şahıslar da İslâm’a inanmışlardı, fakat imanları henüz zayıf bulunuyordu, tefekkür ve dinî tecrübe yoluyla güçlenmemiş, davranış ve kararlarına hâkim hale gelmemişti. Üçüncü bir grup açıkça inançsız, veya başka din ve inanışlara bağlıydı. Gittikçe çoğalan bir grup ise hakkıyla inanmış kimselerden oluşuyordu. Bu âyetlerde, inancın samimi ve güçlü olup olmamasına bağlı olarak grupların davranışları, Allah ve resulüne itaatleri, teslimiyetleri, ilâhî hüküm ve adalete rızâları mukayeseli bir şekilde anlatılmaktadır. Allah’ın, vahiy yoluyla bildirdiği hükümlerin bir kısmı apaçık olup yoruma ihtiyaç yoktur, diğer bir kısmı naslarla hakkında vahiy açıklaması bulunmayan konulardır; bunlar için yorum ve ictihad gerekir. Vahyin belirlediği hükme, Allah’ın buyruğuna uymak gerekir; bildiği halde buna uymayanlar ya inançsız yahut da inancı zayıf kimselerdir. Zayıf da olsa imanın fayda vereceğine dair rivayetler vardır. Ancak dünya ve âhirette asıl kazançlı çıkacak ve kurtuluşa erecek olanlar, sağlam imana, bu imandan kaynaklanan, bu inancın motive ettiği ibadetlere, güzel davranışlara, hayırlı ve faydalı işlere, eserlere sahip olanlardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 90-91
 

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ 

 

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

قَوْلَ  kelimesi,  كَانَ ’nin mukaddem haberi olup lafzen mansubdur.  الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دُعُٓوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دُعُٓوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  دُعُٓوا  fiiiline mütealliktir.

Şartın cevabı önceki cümlenin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  فإنّما قولهم سمعنا (Muhakkak ki onları sözleri işittik şeklindedir.) şeklindedir.

رَسُولِه۪  atıf harfi  وَ ’la  اِلَى اللّٰهِ ‘ye matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi, يَحْكُمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren nasb harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahaldedir ve başındaki lam harfiyle beraber  دُعُٓوا  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَحْكُمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  بَيْنَ  mekân zarfı olup  يَحْكُمَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli  سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ ’dir.  يَقُولُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اَطَعْنَاۜ  atıf harfi  وَ ’la  سَمِعْنَا ’ya matuftur.  


 وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasıl zamiridir.  هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  مُفْلِحُونَ  haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  مُفْلِحُونَ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ 

 

Müstenefe cümlesi olarak gelen ayet kasr üslubuyla tekid edilmiş,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede  كان ’nin haberi  قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ  izafetidir. 

Kasrın  اِنَّمَا  ile yapılmasından muhatabın konunun cahili olmadığı anlaşılmaktadır. كان ’nin ismi ve haberi arasındaki kasr,  قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ  mevsuf/maksûr, masdar-ı müevvel sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Yani zikredilen mevsufta bu sıfattan başkasının olmamasıdır. Ama bu sıfat mevsuftan başkalarında bulunur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ 

 

Şart cümlesi olan  دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

دُعُٓوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i İbrahim, s. 127)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)

Sebep bildiren  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde دُعُٓوا  fiiline mütealliktir.

Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri  فإنَّمَا قَوْلُهُمْ سَمِعْنَا  وَاَطَعْنَا  (Onların sözü sadece işittik ve itaat ettik şeklindedir.) şeklinde olabilir.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

رَسُولِه۪  izafetinde  رَسُولِ ’nin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf oluşu, Hz. Peygambere tazim, teşrif ve destek içindir.

اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ  cümlesi 48. ayetteki cümleyle aynıdır. İki cümle arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

اَنْ  ve akabindeki  يَقُولُوا  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُولُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَمِعْنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Aynı üslupta gelen  اَطَعْنَاۜ  cümlesi, mekulü’l-kavle matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

قَوْلَ - يَقُولُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

Ayetin son cümlesi ile bir önceki ayetin son cümlesi mukabele teşkil etmektedir. Önceki ayetteki  اُو۬لٰٓئِكَ  münafıkları, bu ayetteki ise müminleri işaret etmektedir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki  الْ  takısı kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Kurtulanlar sadece onlardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Onlardan başka kurtulan yoktur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder. Müsnedün ileyhin zikredilecek habere layık olduğuna tenbîh vardır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile  tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Haberin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesinde icaz-ı kasr vardır. İcaz-ı kasr, az sözle çok mana ifade etmek yani lafzen bir hazif olmamakla beraber kısa, tam bir cümleyle çok mana ifade etmek demektir. “İşittik ve itaat ettik” diyenlerin cehennem ateşinden kurtularak cennete kavuşacakları az lafızla ifade edilmiştir.