Furkan Sûresi 21. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً  ...

Bize kavuşacaklarını ummayanlar, “Bize melekler indirilseydi, yahut Rabbimizi görseydik ya!” dediler. Andolsun, onlar kendi benliklerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir taşkınlık gösterdiler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi(ler) ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 لَا
4 يَرْجُونَ ummayan(lar) ر ج و
5 لِقَاءَنَا bizimle karşılaşmayı ل ق ي
6 لَوْلَا değil mi?
7 أُنْزِلَ indirilmeli ن ز ل
8 عَلَيْنَا bize
9 الْمَلَائِكَةُ melekler م ل ك
10 أَوْ yahut
11 نَرَىٰ görmeliydik ر ا ي
12 رَبَّنَا Rabbimizi ر ب ب
13 لَقَدِ andolsun ki
14 اسْتَكْبَرُوا onlar büyüklük tasladılar ك ب ر
15 فِي içlerinde
16 أَنْفُسِهِمْ kendi ن ف س
17 وَعَتَوْا ve haddi aştılar ع ت و
18 عُتُوًّا bir azgınlıkla ع ت و
19 كَبِيرًا büyük ك ب ر
 
Burada da iman etmemek için türlü bahaneler ileri süren müşriklerin bir başka bahanelerine işaret edilmektedir. İddialarına göre peygambere inanmaları için kendilerine melekler gelip Resûlullah’ın bildirdiklerinin doğru olduğuna şahitlik etmeli veya Allah’ı kendi gözleriyle görüp hakikati O’ndan öğrenmelilermiş (Taberî, XIX, 1)! Ama âyet, onların inanmamalarının asıl sebebinin, içlerinde taşıdıkları küstahça kibirleri ve davranışlarıyla sergiledikleri zulüm ve taşkınlıkları olduğunu ifşa etmektedir. Her ne kadar âyet, tarihî bağlamda özellikle Mekkeli putperestlerin inkâra sapmalarının temelindeki olumsuz psikolojiyi ortaya koyuyor gibi görünse de aslında bu, daha genel olarak Allah’ın, peygamberi vasıtasıyla ortaya koyduğu inanç ve ahlâk ilkelerine karşı mücadeleyi kendilerine dava edinmiş olan bütün inkârcılar için geçerli genel bir tesbit olarak anlaşılabilir. 22. âyet, bunlara şu sarsıcı uyarıda bulunmaktadır: Bir zaman gelecek, o mütekebbir ve azgın inkârcılar “Bize gelmeliydiler” dedikleri melekleri görecekler; fakat artık o zaman iş işten geçmiş olacak; ısrarla inkâr ettikleri âhirette kendileri için hiçbir iyi haber duyamayacaklar; inanmadıkları bu gerçekle karşılaşınca bütün güzel şeylerin kendilerine yasak olduğunu, âhiret nimetlerinden, ebedî kurtuluştan mahrum kaldıklarını anlayacaklar, bunu kendi dilleriyle itiraf edecekler; bir yoruma göre de melekler onlara, “Her şey yasak (size), her şeyden mahrum bırakıldınız!” diyecekler. “Her şeyden mahrum olduk!” şeklinde çevirdiğimiz hicren mahcûren ifadesi, Arapça’daki bir deyim dikkate alınarak, büyük bir felâket karşısında dehşete düşen ve çaresizlik içinde kıvranan insanın söylediği bir istiâze (Allah’a sığınma) ifadesi olarak da yorumlanmış ve “Allahım! Beni koru, bu felâketi benden uzaklaştır!” anlamına geldiği belirtilmiştir. Birinin, korktuğu bir kişi veya olayla karşı karşıya geldiğinde “Bana dokunamazsın! Benden uzak dur!” anlamında kullandığı bir deyim olarak da açıklanmaktadır (Râzî, XXIV, 71; Şevkânî, IV, 81). 4 Sayfa: 117-118
 

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  قَالَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْجُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  لِقَٓاءَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا yani: “Değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  mebni meçhul mazi fiildir.  عَلَيْنَا  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَرٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  رَبَّـنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اُنْزِلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدِ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اسْتَكْبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  car mecruru  اسْتَكْبَرُوا  fiiline mütealliktir. 

عَتَوْ atıf harfi و ’la makabline matuftur.  عَتَوْ  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عُتُواًّ  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. كَب۪يراً  sıfat olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 

 

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Öncesine atfedilmesi de caizdir. Müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidai kelamdır.

Fail konumundaki has ism-i mevsûl  لَّذ۪ين ’nin sıla cümlesi olan  لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا, menfi muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması o kişilerin bilinen kimseler olmasının yanında, anılmalarının kerih görülmesi sebebiyledir. Bu onlara tahkir ifade eder.

رجى : Bilinen geniş manası ile emel (arzu) demektir. Lügatçıların çoğu birini diğeriyle açıklamışlardır. Bununla beraber aralarında ince fark gösterenler de vardır. İbnu Hilal'in Fürûk isimli eserinde, “Emel, sürekli bir arzu ve istektir. Onun için bir şeye bakış, devamlı olup uzayınca ‘teemmül etti’ uzunca düşündü denir. Bir de emel, mümkünde ve muhalde (imkansızda) olur, reca ise mümküne mahsustur denilmiştir.” Mısbâh'ta da der ki: Emel, ümitsizliğin zıddıdır. Çoğunlukla meydana gelişi uzak olan şeylerde kullanılır.  طمع  (Tam’a) ise meydana gelişi yakın olan şeyde kullanılır. Recâ, emel ile tam’a arasındadır. Çünkü recâ (ümit) eden emelinin meydana gelmemesinden korkar, bu sebepten tam’a manasında kullanılır. Recâ nefi halinde kullanıldığında bazan korku manasını da ifade eder. (Elmalılı)

لِقَٓاءَنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لِقَٓاءَ  tazim edilmiştir.

لِقَٓاءَ : Aslında bir şey ile buluşmaktır. Dokunmak, şart olmaksızın bir şeye ulaşmak diye de ifade olunmuştur. Görme fiili hakkında da kullanılır. Bundan dolayı likâullah (Allah'a kavuşmak), rü'yetullah (Allah'ı görmek) veya Allah'a ermek yahut kıyamet günü hesap ve ceza için yüce Allah'ın karşısına çıkmak demektir. “Karşımıza çıkacaklarını ümit etmeyenler” demek de kıyamet gününde tekrar dirilmeye ve toplanmaya, ahiret sorumluluğuna inanmadıkları için Allah'tan korkmayanlar demeyi de ifade eder. (Elmalılı) 

Allah'a kavuşmaktan murat, ya tekrar dirilmek ve huzuruna toplanmaktır yahut Allah'ın hesabına kavuşmaktır. “Onların Allah'a kavuşmayı ummamaları”ndan murad da bunu hiç beklememeleridir. Çünkü onlar, tekrar dirilmeyi ve ahiret hesabını tamamen inkâr etmektedirler. (Ebüssuûd)

لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesi  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavlidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümleye dahil olan  لَوْلَٓا  tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir. 

Mekulü’l-kavle matuf olan  اَوْ نَرٰى رَبَّـنَاۜ  cümlesi ise müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَوْلاَ  “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak “bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)


 لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً

 

لَ  harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş   لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yine mazi fiil sıygasındaki  وَعَتَوْ عُتُواًّ كَب۪يراً  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle, kasemin cevabına atfedilmiştir. Cümle mef’ûlü mutlakla tekid edilmiştir.

كَب۪يراً  kelimesiعُتُواًّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَعَتَوْ عُتُواًّ (haddi aştılar) terkibinde cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. عُتُواًّ mefulu mutlaktır.  عُتُواًّ  zulümde haddi aşmak demektir. (Âşûr)

Böylesi cümle ile yeni söze başlamada güzellik vardır ve kibir ve taşkınlıklarına şaşma iması vardır. (Beyzâvî, Keşşâf)

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)