اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْـعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلاً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | تَحْسَبُ | sanıyor musun ki? |
|
3 | أَنَّ | gerçekten |
|
4 | أَكْثَرَهُمْ | onların çoğu |
|
5 | يَسْمَعُونَ | işitiyorlar |
|
6 | أَوْ | veya |
|
7 | يَعْقِلُونَ | düşünüyorlar |
|
8 | إِنْ | değildir |
|
9 | هُمْ | onlar |
|
10 | إِلَّا | ancak |
|
11 | كَالْأَنْعَامِ | hayvanlar gibidir |
|
12 | بَلْ | hatta |
|
13 | هُمْ | onlar |
|
14 | أَضَلُّ | daha sapıktır |
|
15 | سَبِيلًا | yolca |
|
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ
Fiil cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar.Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır:
1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَحْسَبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَحْسَبُ fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَكْثَرَهُمْ kelimesi, اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْمَعُونَ fiili اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْمَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَعْقِلُونَۜ atıf harfi اَوْ ‘le يَسْمَعُونَ ‘a matuftur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْـعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلاً۟
اِنْ nefy harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. كَالْاَنْـعَامِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَضَلُّ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. سَب۪يلاً۟ temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَضَلُّ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ
Müstenefe olan ayetteki اَمْ , hemze ve بل manasında munkatı’dır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taaccüp kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ cümlesi, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, iki mef’ûle müteaddi olan تَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan يَسْمَعُونَ cümlesinin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır.
Aynı üslupta gelerek يَسْمَعُونَ ‘ye atfedilen يَعْقِلُونَۜ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Bu da öncekinden daha şiddetli bir kınamadır, onun içindir ki اَمْ edatı ile ondan yüz çevirmeyi hak etmiştir. Çoğunluğun bildirilmesi içlerinden iman edenler ve hakka akıl erdirdiği halde mevkiini kaybetme korkusu ile inat gösterenler olduğu içindir. (Beyzâvî)
Buradaki اَمْ edatı, munkatı’ olan اَمْ 'dir. Manası ise "Daha doğrusu sen mi zannedersin?" şeklindedir. Bunun بل ve hemze anlamına geldiğine, bu kınamanın geçmiş olandan daha şiddetli olduğu, bundan ötürü de öncekinden idrâb yaparak buna geçildiğine delalet etmektedir. Buradaki kınanmaları ise onların kulak ve akıllarının bulunmadığı biçimindedir; çünkü onlar, çok inatçı olduklarından, söze kulak vermiyorlardı. Dinlediklerinde ise onu düşünmüyorlardı. Onların sanki ne kulakları vardı, ne de akılları, işte o zaman da Allah onları, sözden yararlanmadıkları, onu tefekkür ve düşünmeye yönelmedikleri, sırf halihazırdaki maddi lezzetlere yönelip manevi olan ebedi saadetleri arzulayıp elde etmekten uzaklaştıkları için, dört ayaklı hayvanlara benzetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
"Onlar(ın hepsi)" denilmemiştir. Çünkü aralarından iman edecek kimselerin olacağı Cenab-ı Allah tarafından bilinmiştir. Yüce Allah, bu özellikleri dolayısıyla onları yermiş bulunmaktadır. (Kurtubî)
"Yoksa sen, onların çoğunu işitir veya akılları erer mi sanıyorsun?"
Burada mezkûr inkârdan farklı bir inkâra işaret edilerek peygamberimizin, onları işiten veya akıl eden kimselerden olduklarını sanmaması bildirilmektedir.
(Ebüssuûd)
يَسْمَعُونَ - يَعْقِلُونَۜ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْـعَامِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. هُمْ maksûr/mevsûf, car mecrurun müteallakı olan haber, maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur. كَٱلۡأَنۡعَـٰمِ , mahzuf habere mütealliktir.
Allah Teâlâ onların hayvanlara benzediğini kasr üslubunu kullanarak kesin bir dille belirtmiştir. Arkasından, daha da beter olduklarını bildirmesi zem üstüne zemdir.
Bu cümle, inkârı izah ve tekid etmek ve sanmak manasını tamamen kesip atmak içindir. Yani o kâfirler, kulaklarına gelen ayetlerden faydalanmamak ve gördükleri delil ve mucizeleri tefekkür etmemek hususunda sadece dört ayaklı hayvanlar gibidir ki bu hayvanlar, gaflette misal olarak verilir ve dalalet ile özdeşleşmişlerdir. (Ebüssuûd)
Onların hayvanlara benzetilmesi, vahye hazırlıklı olmadıkları için o yüce davetin sesinin, işittikleri kulaklarından geçip gitmesi ve hiçbir şekilde faydalanamamalarını izah sebebiyledir. Buradaki teşbihten maksat, onların hallerinin benzetilen şeye (hayvanlara) olan yakınlığına ve bunun imkan dahilinde oluşuna vurgudur. (Âşûr)
بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلاً۟
Ayetin son cümleye dahil olan بَل , idrâb harfidir, intikal için gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan اَضَلُّ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hatta onlardan da yolca daha sapıktır. Zira bu hayvanlar, yemlerini veren sahiplerine itaat ederler; onları tanırlar; kendilerine iyilik edenleri kötülük edenlerden ayırt ederler; onlara faydalı olan şeyleri ararlar ve zararlı şeylerden sakınırlar; otlanacakları ve su içecekleri yerleri bilirler ve dinlenme yerlerine çekilirler. Bu kâfirler ise Rablerine, yaradanlarına ve rızıklarını verene itaat etmezler; onlara yaptığı iyilikleri en büyük düşmanlar olan şeytanın kötülüklerinden ayırt etmezler; menfaatlerin en büyüğü olan sevabı talep etmezler; zararların ve tehlikelerin en büyüğü olan ilahi azaptan sakınmazlar ve en hoş meşrep ve ihtiyacı tam olarak karşılayan tatlı kaynağı olan hakka hidayet olmazlar. (Ebüssuûd)
سَبِیلًا , temyiz olarak mansubtur. Temyizler ıtnâb babındandır.
Ayette هُمۡ ’ların tekrarı onlara dikkat çekmek içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah Teâlâ onlardan, işitmeyi ve akletmeyi nefy edince, o halde daha nasıl onları dinden yüz çevirmek ile kınamış; daha nasıl onlara peygamber yollamıştır? Çünkü akıl, mükellef tutulmanın şartlarındandır.
Cevap: Bundan maksat "onlar akledemiyorlar" manası olmayıp, aksine bundan murad, "Onlar bu akıldan yararlanamıyorlar" şeklindedir. Bu, bir kimsenin, bir şeyi anlamayan bir başkasına, "Sen ancak kör ve sağırsın" demesine benzer. (Fahreddin er-Râzî)