Neml Sûresi 14. Ayet

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟  ...

Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَحَدُوا ve inkar ettiler ج ح د
2 بِهَا onları
3 وَاسْتَيْقَنَتْهَا kanaat getirdiği halde ي ق ن
4 أَنْفُسُهُمْ vicdanları ن ف س
5 ظُلْمًا haksızlıkları yüzünden ظ ل م
6 وَعُلُوًّا ve böbürlenmeleri yüzünden ع ل و
7 فَانْظُرْ bak işte ن ظ ر
8 كَيْفَ nasıl ك ي ف
9 كَانَ oldu ك و ن
10 عَاقِبَةُ sonu ع ق ب
11 الْمُفْسِدِينَ bozguncuların ف س د
 
Hz. Mûsâ’nın kıssası çeşitli yerlerde çeşitli vesilelerle anlatıl­maktadır. Burada anlatılanlar biraz daha genişçe ve farklı üslûplarla A‘râf (7/104-136), Tâhâ (20/9-98) ve Kasas (28/2-46) sûrelerinde de yer almıştır. Bu âyetlerin bağlamından ve bunlar üzerine yapılan yorumlardan anlaşıldığına göre bu olay Hz. Mûsâ’nın ailesiyle birlikte Medyen’den Mısır’a yaptığı yolculuk esnasında soğuk bir gecede meydana gelmiştir. Müfessirler, Hz. Mûsâ’nın ateş sandığı ışığın gerçekte ilâhî bir nur olduğunu belirtirler (bilgi için bk. Tâhâ 20/10; Taberî, XIX, 132-133; Şevkânî, IV, 122). Ateşin, yani nurun bulunduğu yerde mübarek kılınandan maksat Hz. Mûsâ, çevresindekiler ise Cebrâil ve o yeri aydınlatmakla görevli meleklerdir (İbn Âşûr, XIX, 226). Mecazi anlamda ateş peygamberlere mahsus mânevî aydınlanma olarak da yorumlanmıştır (Esed, II, 763). Buna göre ateşin içinde olan Mûsâ, çevresinde olanlar da ona iman edenlerdir. Zemahşerî’ye göre ateşten maksat onun bulunduğu yerdir. Burada mübarek kılınanlar ise Mûsâ ile o yerin çevresinde bulunan kutsal topraklardır (III, 137). 8. âyetin son bölümünde Allah’ın, sadece İsrâiloğulları’nın değil, âlemlerin, bütün insanlığın rabbi olduğu vurgulanmakta, 9. âyette ise Allah’ın mutlak galip ve hikmet sahibi olduğu belirtilerek tevhid mücadelesinde ancak O’na güvenip dayanmak gerektiğine işaret edilmektedir (asâ mûcizesi hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/107; Tâhâ 20/17-21). 11. âyet genel olarak, haksızlık ettikten sonra pişman olup tövbe eden kimselerin günahlarının bağışlanacağına, özel olarak da gençliğinde bir Mısırlı’yı kasıtsız olarak öldürmüş olan Hz. Mûsâ’nın bağışlanacağına işaret etmektedir (Şevkânî, IV, 123; İbn Âşûr, XIX, 230; Mûsâ hakkında ayrıca bk. Kasas 28/15-16). İlâhî mesajı Firavun’a tebliğ etmekle görevlendirilen Hz. Mûsâ dokuz mûcize ile desteklenmiştir. Bunlardan sadece ikisi yani asâsının yılana dönüşmesi ve elini koynuna sokunca –sapasağlam olduğu halde– bembeyaz çıkması şeklindeki mûcizeleri burada zikredilmiş, diğerleri ise başka sûrelerde anlatılmıştır (meselâ bk. A‘râf 7/103-108, 130-136; İsrâ 17/101). Firavun ve onun ileri gelen adamları, Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizelerin insanları ikna ettiğini görüp kendileri bile bundan etkilenince şaşırıp kalmışlar; ancak iman etmeyi gurur ve kibirlerine yediremedikleri için inkâr yolunu tutup, mûcizelerin düpedüz sihir olduğunu ileri sürmüşlerdir.
 

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına matuftur.

جَحَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِهَا  car mecruru  جَحَدُوا  fiiline mütealliktir. 

اسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ  cümlesi,  قدْ  takdiriyle  جَحَدُوا ‘nün failinin hali olarak mahallen mansubdur.

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece  “و ” gelir. Nadiren  “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  اسْتَيْقَنَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَنْفُسُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ظُلْماً  hal olup fetha ile mansubdur.  عُلُواًّۜ  atıf harfi  وَ ‘la  ظُلْماً ‘e matuftur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَيْقَنَتْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, يقن ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 

 

فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟

 

فَ  istînâfiyyedir. انْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟  cümlesi  انْظُرْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

كَيْفَ  istifhâm ismi  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  عَاقِبَةُ kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merf’ûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْمُفْسِد۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُفْسِد۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  وَجَحَدُوا بِهَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ  cümlesi  قد  takdiriyle  جَحَدُوا  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi sıygada gelen fiiller, hudûs, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

ظُلْماً  ve ona tezâyüf nedeniyle atfedilen  عُلُواًّۜ , mef’ûlun lieclihtir. Kelimelerdeki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder. Bu kelimelerin hal olduğu da söylenmiştir. جَحَدُوا (inkâr ettiler) - اسْتَيْقَنَتْ (emin oldular) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اسْتَيْقَنَتْهَٓا  fiilinin başındaki  وَ , hal vav’ı olup, sonrasında gizli bir  قدْ  edatı vardır. ألعلُوُّ  Hazret-i Musa’nın getirdiklerine inanmaya eyvallah etmeyip,dikleşmek demektir.(Keşşâf)  

اَنْفُسُهُمْ  kelimesinin zikredilmesinin faydası; Onlar bu mucizelere kalplerinde ve gönüllerinde kesin bir iman beslerken dilleriyle inkâr ediyorlardı.  ٱسۡتَیۡقَنَ  (içsel inanış), إيقان (kesin inanma) kavramından daha mübalağalıdır. Ayetler için kullanılan  ألْمُبْصِرَةٌ (gerçeği gösteren) ifadesine karşılık, kafirlerin ألْمُبِينُ (apaçık) ifadesi getirilmiştir.(Keşşâf)

ظُلْماً وَعُلُواًّۜ "zulüm ve kibir ile.." ifadesi, bu "Bu ayet ve mucizlerin apaçık olup Allah katından olduğuna kanaat getirdikten sonra, onu apaçık bir sihir olarak isimlendirmek suretiyle büyüklenen kimsenin zulmünden daha çirkin hangi zulüm vardır?.." anlamındadır. كابر  kelimesi, büyüklenerek, Hazret-i Musa'nın getirdiği şeye imandan yüz çevirmektir. (Fahreddin er-Râzî)

عُلُواًّۜ ‘de istiare vardır. Bu kelimenin aslı  ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Onların kibrinin gözle görünür şekilde olduğu hakkında istiare olmuştur.

 

فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Hitap Hz. Peygambere olmakla birlikte, maksat herkestir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  الْمُفْسِد۪ينَ ’ye muzâf olan  عَاقِبَةُ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi,  انْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp ikaz ve tefekkür manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi soru isimleri veya haber ifade eden  كَمْ  gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa, bu durumda haber  كَانَ ’den ve isminden önce gelir. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)

Kıssanın sonundaki bu ayet hüsn-i intihâ sanatının güzel örneklerindendir.

Ayette onların korkunç sonları açık olarak zikredilmemiş çünkü bu hadise hazır, gaib herkes için meşhur ve malûmdur. (Ebüssuûd)