Kasas Sûresi 15. Ayet

وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ  ...

Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ, “Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَخَلَ ve girdi د خ ل
2 الْمَدِينَةَ şehre م د ن
3 عَلَىٰ
4 حِينِ bir sırada ح ي ن
5 غَفْلَةٍ (kendisinden) habersiz olduğu غ ف ل
6 مِنْ
7 أَهْلِهَا halkının ا ه ل
8 فَوَجَدَ ve buldu و ج د
9 فِيهَا orada
10 رَجُلَيْنِ iki adamı ر ج ل
11 يَقْتَتِلَانِ öldüresiye dövüşürlerken ق ت ل
12 هَٰذَا biri
13 مِنْ -ndan
14 شِيعَتِهِ kendi taraftarları- ش ي ع
15 وَهَٰذَا ve öbürü de
16 مِنْ -ndan
17 عَدُوِّهِ düşmanları- ع د و
18 فَاسْتَغَاثَهُ (Musa’dan) yardım istedi غ و ث
19 الَّذِي olan kimse
20 مِنْ -ndan
21 شِيعَتِهِ kendi taraftarları- ش ي ع
22 عَلَى karşı
23 الَّذِي olana
24 مِنْ -ndan
25 عَدُوِّهِ düşmanları- ع د و
26 فَوَكَزَهُ bir yumruk indirdi و ك ز
27 مُوسَىٰ Musa
28 فَقَضَىٰ işini bitirdi ق ض ي
29 عَلَيْهِ onun
30 قَالَ (sonra) dedi ki ق و ل
31 هَٰذَا bu
32 مِنْ -ndendir
33 عَمَلِ işi- ع م ل
34 الشَّيْطَانِ şeytanın ش ط ن
35 إِنَّهُ o gerçekten
36 عَدُوٌّ bir düşmandır ع د و
37 مُضِلٌّ şaşırtıcı ض ل ل
38 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
 

Hz. Mûsâ sarayda iyi bir eğitim gördü. Olgunluk çağına ulaşınca Allah tarafından kendisine “hikmet ve ilim” verildi (krş. Çıkış, 2/2-10). Mûsâ, kendisine daha peygamberlik gelmeden Firavun’un yanlış yolda olduğunu biliyor ve İsrâiloğulları’na baskı uyguladığını görüyordu. O sebeple muhtemelen bu konudaki düşüncesini yakınlarına açmış, muhalefeti ağızdan ağıza yayılınca da gözden kaybolup kendini gizlemişti. Şehre ancak geceleri çıkıyordu. Ahalisinin haberi olmadığı bir sırada girdiği şehrin neresi olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber müfessirlerin çoğunluğuna göre Mısır’da Firavun’un ikamet ettiği şehirdir. Müfessir Dahhâk buranın geçmişte müstakil bir yerleşim merkezi olan bugünkü Aynişems olduğunu söylemiştir (Râzî, XXIV, 233); Şevkânî’ye göre ise Kahire’dir (IV, 158); Kuzey Mısır’ın merkezi Menfis olabileceğini söyleyenler de vardır (İbn Âşûr, XX, 88).

Rivayete göre Hz. Mûsâ, öğle vakti halkın istirahate çekilmiş olduğu bir sırada bu şehre girmiş, şehirde biri İsrâiloğulları’ndan, diğeri Kıptîler’den olan iki kişinin kavga ettiğini görmüş, İsrâilli’nin kendisinden yardım istemesi üzerine Kıptî’ye bir yumruk vurarak ölümüne sebep olmuştur.

Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın günahsız olduğunu göstermek için 15. âyeti çeşitli şekillerde yorumlayanlar olmuştur. Şevkânî bu yorumların, “Peygamberler günah işlemekten mâsumdur” prensibine dayandığını, ancak peygamberlerin (küçük günah değil) büyük günah işlemekten mâsum bulunduklarını, Mûsâ da adamı kasten öldürmediği için bu olayın büyük günah sayılmayacağını ifade etmektedir (IV, 158). Esasen bu sırada Hz. Mûsâ’ya peygamberliğin gelmemiş olduğu da göz önüne alınmalıdır. 

Bize göre Hz. Mûsâ’nın kavgaya müdahalesi hor görülen ve ezilen topluluktan birinin imdat istemesi üzerine olmuştur ve bunda kusur yoktur. Yaptığı şey, sadece tedbirsizlikle bir tokat veya yumruk vurmaktı. Böyle bir darbenin ölüm sonucunu doğurması nâdirdir. Şu halde Mûsâ’nın yaptığı, “istemeden ölüme sebep olmak” şeklinde ifade edilebilir ve bu tutumu, zayıfın yanında yer almak şeklinde bir erdem olarak da değerlendirilebilir. Kavga esnasında haklıyı haksızdan ayırmak güçtür. Mûsa’nın kendisini günahkâr görmesi, fiilinin ölüme sebep olmasındandır. 15. âyete göre Mûsâ’nın şeytana gönderme yapması da kötü kastının olmadığını gösterir. İleride gelecek âyetlere bakılırsa bu sırada Mûsâ’ya peygamberlik de gelmiş değildir. Özellikle Tevrat’ın çok daha sonra, İsrâiloğulları’nı Mısır’dan Sînâ çölüne geçirmesinin ardından inzâl edildiği bilin­mektedir. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 219-221
 

  Ğafele غفل :   غَفْلَةٌ düşünce, tedbir ve ihtiyat azlığından dolayı insana ârız olan sehv ve dikkatsizliktir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  farklı formlarda 35 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri gafil, gaflet, iğfal ve teğâfüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  دَخَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَد۪ينَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  عَلٰى ح۪ينِ  car mecruru  دَخَلَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. غَفْلَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْ اَهْلِهَا  car mecruru  غَفْلَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


  فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ف۪يهَا  car mecruru  وَجَدَ  fiiline mütealliktir.  رَجُلَيْنِ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti  ى ’dir. يَقْتَتِلَانِ  fiil cümlesi  رَجُلَيْنِ ‘nin sıfatı olup mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَقْتَتِلَانِ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.  هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪  cümlesi  يَقْتَتِلَانِۘ ‘in faili olan tesniye elifinin hali olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنْ ش۪يعَتِه۪  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  هٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

يَقْتَتِلَانِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  قتل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اسْتَغَاثَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ ش۪يعَتِه۪  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  عَلَى harf-i ceriyle birlikte  اسْتَغَاثَهُ  fiiline mütealliktir. 

مِنْ عَدُوِّه۪  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اسْتَغَاثَهُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  غوث ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


 فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  وَكَزَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مُوسٰى  fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile merfûdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. قَضٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili  müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِ  car mecruru  قَضٰى  fiiline mütealliktir.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili  müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنْ عَمَلِ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.  الشَّيْطَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  


 اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَدُوٌّ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  مُضِلٌّ -  مُب۪ينٌ  kelimeleri  عَدُوٌّ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

مُضِلٌّ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ

 

İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesi olan  وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا ; müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ  car mecruru  الْمَد۪ينَةَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.

غَفْلَةٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

غَفْلَةٍ lafzı ile öğle vaktinde istirahat için yapılan kaylule uykusu kastedilmiştir. (Âşûr)

Aynı üslupta gelen  فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ  cümlesi  فَ  ile … دَخَلَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

رَجُلَيْنِ  için sıfat olan  يَقْتَتِلَانِۘ  fiili,  اِفْتِعال  babındadır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. Bu cümlede müşareket anlamı öne çıkmıştır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek tecessüm ifade etmiştir.

هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪  cümlesi,  يَقْتَتِلَانِۘ  fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubdur. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ ش۪يعَتِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen  وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪  cümlesiyle,  وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

ش۪يعَتِه۪ - عَدُوِّه۪ۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 

فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ 

 

فَ  atıf harfiyle … وَجَدَ  cümlesine atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ ش۪يعَتِه۪  mevsûlün mahzuf sılasına mütealliktir.

İkinci mevsûl cer mahallinde olup  فَاسْتَغَاثَهُ  fiiline mütealliktir.  مِنْ عَدُوِّه۪ۙ , ikinci mevsûlün mahzuf sılasına mütealliktir. Sıla cümlelerinin hazfedilmiş olması îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَاسْتَغَاثَهُ  fiili  استفعال  babındadır. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. Babın bu fiilde talep anlamı öne çıkmıştır.

هٰذَا - الَّذ۪ي - عَدُوٌّ- ش۪يعَتِه۪ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَوَكَزَهُ مُوسٰى  ve  فَقَضٰى عَلَيْهِۘ  cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle ..فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي  cümlesine atfedilmiştir.

وَكَزَ , parmaklarını yumruk yapıp vurmaktır. (Âşûr)

قَضٰى , lafzı  ماتَ  anlamındadır. (Âşûr)


قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ , cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Musa (as)’ın sözleridir.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemi ve tahkiri içindir.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  هٰذَا  ile duruma işaret edilmiştir. 

İşaret ismi  هٰذَا ’da istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, S. 62, Duhan/11) 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ , mahzuf habere mütealliktir.

عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ  izafeti, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, muzâfı tahkir ifade eder. 

 

 اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ

 


Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  إِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مُب۪ينٌ  ve  مُضِلٌّ , müsned olan  عَدُوٌّ  için iki sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الشَّيْطَانِۜ - عَدُوٌّ - مُضِلٌّ - يَقْتَتِلَانِۘ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.  

Bu hadise, Hazret-i Musa'nın ismet vasfına halel getirmez. Çünkü bu öldürme hata ile olmuştur. Hz. Musa'nın bu fiilini şeytanın işinden sayması, onu zulüm olarak isimlendirmesi ve ondan dolayı istiğfarda bulunması, Allah'a (cc) pek yakın olan kulların âdetidir ki, kendilerinden sadır olan küçük günahları da büyük sayarlar. (Ebüssuûd)