Kasas Sûresi 16. Ayet

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  ...

Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 إِنِّي gerçekten ben
4 ظَلَمْتُ zulmettim ظ ل م
5 نَفْسِي nefsime ن ف س
6 فَاغْفِرْ bağışla غ ف ر
7 لِي beni
8 فَغَفَرَ (Allah) bağışladı غ ف ر
9 لَهُ onu
10 إِنَّهُ çünkü O
11 هُوَ O
12 الْغَفُورُ çok bağışlayandır غ ف ر
13 الرَّحِيمُ çok esirgeyendir ر ح م
 

Hz. Mûsâ sarayda iyi bir eğitim gördü. Olgunluk çağına ulaşınca Allah tarafından kendisine “hikmet ve ilim” verildi (krş. Çıkış, 2/2-10). Mûsâ, kendisine daha peygamberlik gelmeden Firavun’un yanlış yolda olduğunu biliyor ve İsrâiloğulları’na baskı uyguladığını görüyordu. O sebeple muhtemelen bu konudaki düşüncesini yakınlarına açmış, muhalefeti ağızdan ağıza yayılınca da gözden kaybolup kendini gizlemişti. Şehre ancak geceleri çıkıyordu. Ahalisinin haberi olmadığı bir sırada girdiği şehrin neresi olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber müfessirlerin çoğunluğuna göre Mısır’da Firavun’un ikamet ettiği şehirdir. Müfessir Dahhâk buranın geçmişte müstakil bir yerleşim merkezi olan bugünkü Aynişems olduğunu söylemiştir (Râzî, XXIV, 233); Şevkânî’ye göre ise Kahire’dir (IV, 158); Kuzey Mısır’ın merkezi Menfis olabileceğini söyleyenler de vardır (İbn Âşûr, XX, 88).

Rivayete göre Hz. Mûsâ, öğle vakti halkın istirahate çekilmiş olduğu bir sırada bu şehre girmiş, şehirde biri İsrâiloğulları’ndan, diğeri Kıptîler’den olan iki kişinin kavga ettiğini görmüş, İsrâilli’nin kendisinden yardım istemesi üzerine Kıptî’ye bir yumruk vurarak ölümüne sebep olmuştur.

Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın günahsız olduğunu göstermek için 15. âyeti çeşitli şekillerde yorumlayanlar olmuştur. Şevkânî bu yorumların, “Peygamberler günah işlemekten mâsumdur” prensibine dayandığını, ancak peygamberlerin (küçük günah değil) büyük günah işlemekten mâsum bulunduklarını, Mûsâ da adamı kasten öldürmediği için bu olayın büyük günah sayılmayacağını ifade etmektedir (IV, 158). Esasen bu sırada Hz. Mûsâ’ya peygamberliğin gelmemiş olduğu da göz önüne alınmalıdır. 

Bize göre Hz. Mûsâ’nın kavgaya müdahalesi hor görülen ve ezilen topluluktan birinin imdat istemesi üzerine olmuştur ve bunda kusur yoktur. Yaptığı şey, sadece tedbirsizlikle bir tokat veya yumruk vurmaktı. Böyle bir darbenin ölüm sonucunu doğurması nâdirdir. Şu halde Mûsâ’nın yaptığı, “istemeden ölüme sebep olmak” şeklinde ifade edilebilir ve bu tutumu, zayıfın yanında yer almak şeklinde bir erdem olarak da değerlendirilebilir. Kavga esnasında haklıyı haksızdan ayırmak güçtür. Mûsa’nın kendisini günahkâr görmesi, fiilinin ölüme sebep olmasındandır. 15. âyete göre Mûsâ’nın şeytana gönderme yapması da kötü kastının olmadığını gösterir. İleride gelecek âyetlere bakılırsa bu sırada Mûsâ’ya peygamberlik de gelmiş değildir. Özellikle Tevrat’ın çok daha sonra, İsrâiloğulları’nı Mısır’dan Sînâ çölüne geçirmesinin ardından inzâl edildiği bilin­mektedir. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 219-221
 

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli  رَبِّ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Nidanın cevabı  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي ’dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  ظَلَمْتُ نَفْس۪ي  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

ظَلَمْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

نَفْس۪ي  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن كنت مذنبا بهذا (Eğer bununla günahkâr olduysam) şeklindedir.

اغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. ل۪ي  car mecruru اغْفِرْ  fiiline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle) 

غَفَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَهُ  car mecruru غَفَرَ fiiline mütealliktir. 


اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ  fasıl zamiridir.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْغَفُورُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  kelimesi ikinci haberdir.

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي , sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedinin mazi fiil olarak gelmesi hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

Nida üslubunda gelen cümle dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Burada  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي  şeklindeki haber cümlesinden maksad, Allah Teâlâ’ya haber vermek değil, O’nun merhametini harekete geçirmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي  buyurulurken, Neml/44 te  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي , Araf/23 te رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا buyurulmuştur. İlk iki ayet,  اِنَّ ile,  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي [Ben gerçekten kendime zulmettim!] şeklinde tekidli gelmiş; fakat üçüncü ayet, tekidsiz olarak رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا [Kendimize zulmettik] şeklinde gelmiştir. Her üç ayette de tekide olan ihtiyacı, kendine zulmetmenin miktarı belirlemiştir. Musa (as), Kasas ayetindeki bu sözü, Kıptî’yi yumruklayıp onun ölümüne yol açtıktan sonra söylemiştir. Çünkü adam öldürmek (katl), büyük bir günahtır; Adem (as)’ın işlediği günahtan daha büyüktür. Ayrıca kul hakkı ile bağlantılı olduğu için zulüm tekidli gelmiştir. Sebe Kraliçesi Belkıs’ın zulmü ise bundan çok daha büyük bir zulümdür. Çünkü güneşe tapmaktaydı. Allah Teâlâ, onunla ilgili [onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm] (Neml/24) buyurmaktadır. İşlediği zulmü  اِنَّ  ile vurgulamış [Artık Süleyman'la birlikte ben de alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim (olan bir Müslüman) oldum] demek suretiyle İslam’a girip tövbe ettiğini ilan etmiştir. Musa (as)’ın dediği gibi  فَاغْفِرْ ل۪ي [Beni bağışla] dememiştir!  اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ [Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez] (Nisa/48) ayetinde görüldüğü gibi şirkin affı yoktur. Belkıs’ın önünde tek yol vardı; o da İslam’a girmekti. Çünkü İslâm, geçmişte işlenen hata ve günahları siler. Musa ise adamı kasıtlı öldürmediği için tövbe ve istiğfarla silenecek bu zulmünü Allah'a arz ederek O’ndan bağışlanma dilemiştir. Dolayısıyla burada işlenen suçun miktarına göre  اِنّ۪  ile tekid yapılmıştır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)


فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ 

 

Nidanın cevabına dahil olan cümlede  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri  إن كنت مذنبا بهذا  (Eğer bununla günahkar olduysam …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَاغْفِرْ ل۪ي , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir (ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَغَفَرَ لَهُۜ  cümlesi, istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Hz Musa'nın iki kelamı arasına başka kelamın girmesi, ikisinin birbirinden farklı olduklarını göstermek içindir. Zira bu kelamı, yakarış ve duadır; birincisi ise böyle değildir. (Ebüssuûd)


اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ , kasr ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin yani  الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir. 

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.

Munfasıl zamir,  اِنَّ ’nin ismini tekid için gelmiştir. (Mahmud Safî, Âşûr)

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.

الْغَفُورُ - فَغَفَرَ - فَاغْفِرْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

ظَلَمْتُ - الرَّح۪يمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)