Ankebût Sûresi 51. Ayet

اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟  ...

Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَكْفِهِمْ onlara yetmedi mi? ك ف ي
3 أَنَّا -ki biz
4 أَنْزَلْنَا indirdik ن ز ل
5 عَلَيْكَ sana
6 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
7 يُتْلَىٰ okunan ت ل و
8 عَلَيْهِمْ kendilerine
9 إِنَّ şüphesiz
10 فِي vardır
11 ذَٰلِكَ bunda
12 لَرَحْمَةً bir rahmet ر ح م
13 وَذِكْرَىٰ ve öğüt ذ ك ر
14 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
15 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن
 

Peygamber dönemindeki inkârcılar, genellikle iyi niyetli olarak Resûl-i Ekrem’in gerçekten peygamber olup olmadığını öğrenmek, dolayısıyla gerçeği anlamak için değil, fakat sırf akıllarınca onu güç durumda bırakmak maksadıyla sık sık geçmişteki bazı peygamberler gibi onun da hissî (duyulara hitap eden) mûcizeler göstermesini isterlerdi. 50. âyette öncelikle mûcize göstermenin Allah’a ait olduğu, Peygamber’in görevinin ise insanları inanç ve amel hayatı konusunda uyarmak ve aydınlatmaktan ibaret bulunduğu bildirilmekte; 51. âyette ise çok önemli bir noktaya dikkat çekilmektedir: “Kendilerine okunan bu kitabı sana göndermiş olmamız onlara yetmiyor mu?” Şu halde Peygamber efendimizin en büyük mûcizesi Kur’an’dır; insanlara asıl gerekli olan, gelip geçici hissî mûcizeler değil, benzerini asla ortaya koyamayacakları, hayatın her anında feyzinden yararlanmaları mümkün olan bu ebedî mûcizedir (Zemahşerî, III, 193). Öteki mûcizeler duyulara hitap eder, gelip geçicidir; Kur’an ise okunan mûcizedir, akla hitap eder (İbn Âşûr, XXI, 15); insanlığın dünya huzuru ve âhiret kurtuluşu için muhtaç olduğu doğru inanç ve düzgün yaşayışın ilkelerini verir. Âyette Kur’an’ın bu özelliği iki kelimeyle verilmektedir: Rahmet ve ibret (zikrâ). Rahmet dünya ve âhirete dair bütün güzellikleri kapsayan bir kelimedir; çünkü Allah kuluna rahmetiyle muamele edince ona lâyık olduğu güzellikleri ihsan eder; ibret ise Kur’an’ın üslûbuna baştan sona hâkim olan kanıtlar, uyarılar, derslerdir; aslında bunlar da Kur’an’ın tabiriyle “akıl sahipleri” (ülü’l-elbâb) için birer rahmettir. Ama âyete göre Kur’an’daki rahmet ve ibret kaynaklarından feyiz almanın yolu –putperestler vb. inatçı ve inkârcı zümrelerin yaptığı gibi Kur’an’a ve Peygamber’e savaş açmak değil– hakikatleri görünce inanmaya hazır bir içtenliğe, dürüstlüğe sahip olmaktır.

Uyarı üslûbu taşıyan 52. âyete göre bütün evreni kuşatan ilmiyle her şeye şahit olan, eksiksiz kusursuz bilen Allah, sonuçta kimin ne yaptığını da görüp gözetmekte olup müminlerle münkirler arasındaki ihtilâflarda nihaî hükmü verecek ve o zaman “bâtıla (uydurma tanrılara) inanan ve Allah’ı inkâr edenler”, nefsânî ihtiraslarına, benlik iddialarına kapılarak doğru yola ve bu yolun yolcularına karşı verdikleri zalimce savaşın kendilerine neler kaybettirdiğini göreceklerdir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 278-279
 

اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ 

 

Hemze istifham harfidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَكْفِهِمْ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَنَّٓ  ve masdar-ı müevvel,  يَكْفِهِمْ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

İsim cümlesidir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  نَا  mütekellim zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اَنْزَلْنَٓا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنْزَلْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْنَٓا  fiiline mütealliktir.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

يُتْلٰى عَلَيْهِمْ  cümlesi  الْكِتَابَ ‘nin hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و ” gelir. Nadiren  “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُتْلٰى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو 'dir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  يُتْلٰى  fiiline mütealliktir. 


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir, mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

رَحْمَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.  ذِكْرٰى  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

لِقَوْمٍ  car mecruru  رَحْمَةً  mahzuf sıfatına mütealliktir.  يُؤْمِنُونَ۟  fiili  لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ 

 

Mukadder istînâfa atfedilen ayete dahil olan istifham harfi hemze, tevbih ifade eder. 

لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir.

Soru kastı taşımayıp tevcih amacıyla gelen istifham cümlesi mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّٓ  ve akabindeki  اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ  cümlesi masdar teviliyle  يَكْفِهِمْ fiilinin faili konumundadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ  cümlesi,  الْكِتَابَ ‘den hal-i müekkide olarak ıtnâbdır.  و ’la gelmeyen hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

يُتْلٰى - الْكِتَابَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Bu kelam, başkasının kelamını hikâye etmek olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından, onların taleplerini reddetmek ve taleplerinin batıl olduğunu beyan etmek için varid olmuştur. Yani sadece hakkı bildiren, sen eski semavî kitapları okuyup incelemek imkânından uzak iken, onları tasdik eden bu kitabı sana indirmemiz yetmedi mi onlara? Bu öyle bir kitap ki, her zaman ve mekânda kendilerine okunmaktadır; zevali ve izmihlâli olmayıp onların yanında her zaman sabit ayeti bulunmaktadır. Bu kitabın ayetleri dışındaki ayetler ise misyonunu ifa ettikten sonra zail olmaktadır ve her mekânda değil ancak bazı mekânlarda okunmaktadır. (Ebüssuûd)

 

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَرَحْمَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyh olan  لَرَحْمَةً ‘in nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.  وَذِكْرٰى , tezâyüf nedeniyle müsnedün ileyhe atfedilmiştir.

لَرَحْمَةً - ذِكْرٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Cümlede müsnede müteallık olan  ذٰلِكَ , dikkatleri onun üzerine çekip önemini vurgulamak içindir.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. Bu sebeple işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, c. 5, s. 190)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hak bu Kur’an’ı, sayesinde gerçek peygamberi tanımaları için kulları hakkında rahmet olan bir mucize yaptığına dair bir işaret olsun diye "Onda elbette bir rahmet vardır" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk'ın  ذِكْرٰ /bir öğüt ifadesi, bunun zaman devam ettiği sürece, herkesin kendisinden öğüt alacağı kalıcı bir mucize olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hak, "İman edecek bir topluluk için" buyurmuştur. Yani "Bu rahmet müminlere tahsis edilmiştir. Çünkü mucize, kâfirlerin her türlü mazeretlerini sona erdirmek ve inkârlarını sonuçsuz bırakmak için onlara öfkelenerek olmuş olan bir hadisedir. (Fahreddin er-Râzî)