وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değildir |
|
2 | هَٰذِهِ | bu |
|
3 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
4 | الدُّنْيَا | dünya |
|
5 | إِلَّا | başka bir şey |
|
6 | لَهْوٌ | eğlenceden |
|
7 | وَلَعِبٌ | ve oyundan |
|
8 | وَإِنَّ | ve elbette |
|
9 | الدَّارَ | yurdu |
|
10 | الْاخِرَةَ | ahiret |
|
11 | لَهِيَ | işte odur |
|
12 | الْحَيَوَانُ | asıl hayat |
|
13 | لَوْ | keşke |
|
14 | كَانُوا | olsalardı |
|
15 | يَعْلَمُونَ | biliyor(lar) |
|
Putperestlerin anılan tutumu benimsemelerinin temelinde dünya tutkusunun bulunduğuna işaret edilmektedir. Aslında bu durum birçok inkârcı için de geçerlidir. Çünkü din yasalar bütünüdür; buyruk ve yasakları vardır ve bunlar insanın arzularını sınırlar. Bu noktada insan bir ikilemle karşı karşıya kalır: Aklının ve vicdanının buyruklarını nefsânî isteklerine hâkim kılanlar iradelerini inançlarıyla bütünleştirir; dinin buyruk ve yasaklarının mâkul, değerli ve uyulması gerekli ödevler olduğuna hükmederler. Nefsânî arzuları akıl ve vicdanlarına galip gelenler ise söz konusu buyruk ve yasakları birer külfet olarak gördükleri için bunların anlamsız ve yararsız olduğuna hükmederek sonuçta din karşıtı bir düşünceyi ve hayat çizgisini benimserler. Konumuz olan âyet, bu kesimlerin algıladığı anlamda bir dünya görüşünün yanlışlığına dikkat çekmekte; bu anlayışla yaşanan bir dünyanın sadece sıradan, gelip geçici zevkler ve hazlardan ibaret olduğu uyarısında bulunmaktadır. Halbuki insan için önemli olan, “âhiret yurdu”ndaki asıl hayatı kurtarması, oradaki mutluluk ve esenliği için çalışmasıdır. İşte insan, hedefini dünyanın geçici zevkleriyle sınırlamayıp kendini “bâki kalan sâlih işler”e (Kehf 18/46) adadığı takdirde sadece âhireti için çalışmakla kalmayıp dünyasını da anlamlı kılmış olur. Artık bu insan, kendisine “Yeri göğü yaratan kimdir?” diye sorulduğunda sadece “Allah’tır” demekle kalmaz; aynı zamanda din ve dünya ile ilgili bütün işlerinde Allah’ı tek ve mutlak otorite olarak görür, yalnız O’na kul olur, O’na itaat eder; yanlış ve yanıltıcı olması asla düşünülemeyecek olan ilâhî iradeye uygun bir hayat sürer; dünyanın güzelliklerini de âhiretin güzelliklerini de O’ndan bekler (Bakara 2/201); nihayet bu iman ve ihlâs ile yaşadığı sürece her iki güzelliği de elde eder.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 285وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
İşaret zamir هٰذِهِ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَيٰوةُ mübtedan atf-ı beyan veya bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الدُّنْيَٓا kelimesi الْحَيٰوةُ ‘ın sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا hasr edatıdır. لَهْوٌ haber olup lafzen merfûdur. لَعِبٌ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesdir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الدَّارَ kelimesi اِنَّ ‘in ismi olup lafzen mansubdur. الْاٰخِرَةَ kelimesi, الدَّارَ ‘nin sıfatı olup mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَيَوَانُۢ haber olup lafzen merfûdur.
لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; ما آثروا الحياة الدنيا (Dünya hayatını tercih etmezlerdi.) şeklindedir.وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا mevsuf/maksûr, لَهْوٌ وَلَعِبٌ sıfat/maksûrun aleyhtir. Dünya hayatının oyun ve eğlence vasıtasından başka birşey olmadığı etkili bir şekilde ifade edilmiştir.
Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edileni tahkir ve tecessüm ifade eder. Veciz anlatım kastıyla gelen الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا izafeti, bedeldir.
هٰذِهِ ile dünya hayatına işaret edilmiştir. İşaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Mana açısından çok yakın olan لَهْوٌ ve لَعِبٌۜ kelimelenin birbirine atfedilerek haber olması dünya hayatının değersizliğini iyice zihinlere yerleştirmek içindir. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الدُّنْيَٓا - الْاٰخِرَةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْحَيٰوةُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Bu cümlede teşbîh-i beliğ vardır. ‘’Oyun ve eğlence gibidir’’ demektir. Teşbih edatı ve vech-i şebeh söylenmemiş ve teşbîh-i belîğ olmuştur. Bu, Arapların, ‘’Zeyd bir arslandır’’ sözüne benzer. (Safvetü’t Tefasir)
Bu kelam, dünya hayatının ne kadar kıymetsiz ve önemsiz olduğuna işaret etmektedir. (Ebüssuûd)
Lehv / لَهْوٌ ve La'ıb / لَعِبٌۜ Farkı:
Bu iki şeyden birinin diğerine atfedilebilmesi için, لَهْوٌ ile لَعِبٌۜ arasındaki fark nedir?
Cevap: Biz deriz ki: Bu iki şey arasındaki fark, şu iki yöndendir:
1) Farz edelim ki, her şey kişiyi meşgul eder. Mükellef, bir şeye yöneldiğinde, onun, o şeyin dışında kalanlardan yüz çevirmiş olması gerekir. Çünkü bir işin diğer bir işi yapmaktan kendisini alıkoymadığı zat, sadece Allah'tır. Binaenaleyh, geçici ve önemsiz bir lezzetten dolayı, batıla yönelen kimsenin, haktan yüz çevirmiş olması gerekir. O halde bu demektir ki, batıla yönelmek, لَعِبٌۜ ; haktan yüz çevirme ise لَهْوٌ ‘dir. O halde dünya bir oyundur. Yani batıla yönelmedir; bir لَهْوٌ yani haktan yüz çevirmedir.
2) Bir şeyle meşgul olan, onunla meşgul olabilmesi için, hiç şüphesiz onu başkasına tercih eder. Bu tercih etme işi ya o kimsenin "Bunu öne alıyorum, diğerini ise daha sonra yapacağım" demek suretiyle takdim (öne alma) şeklinde olur; yahutta tamamiyle o işe dalıp, başkasından da bütünüyle yüz çevirmekle olur. İşte bunlardan birincisi oyun; ikincisi ise lehvdir, eğlencedir, meşgaledir. Bunun delili şudur: örfte satranç, güvercin uçurma, v.b. şeyler, eğlence aletleri olarak isimlendirilmezler. Halbuki ûd ve diğer yaylı sazlar ise eğlence aletleri olarak isimlendirilirler. Çünkü bunlar, insanı, o anda kendilerinde hasıl olan lezzetten dolayı, başka şeylerden alıkor. O halde dünya, bazıları için meşgul olduğu ve, "Bu meşguliyetinin yanısıra, ibadet ve ahiretimle de meşgul oluyorum" dediği için oyun; diğer bazıları için de, o ise tamamiyle dalarak ahireti büsbütün unuttuğu için, bir lehvdir, eğlencedir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak Enam 32.ayette لَهْوٌ وَلَعِبٌ burada ise لَعِبٌ وَ لَهْوٌ buyurmuştur. Niçin?
Cevap: Orada daha önce bahsedilen şey, ahiret hayatıyla onların üzüntü ve nedametlerini ortaya koymuşlardır. O halde o vakitte kişinin dünya hayatına gömülmesi, uzak bir şeydir. Sadece dünya ile meşguliyet söz konusudur. Bu sebeple daha uzak olanı sonraya bırakmıştır. Ama burada ise daha önce bahsedilen dünyadır. Meğer ki onu, gömülmekten engelleyen bir mani bulunsun. Bu durumda o, onunla gömülme olmaksızın meşgul olur. Meğer ki onu koruyan bir kuvvet olsun, bu durumda o, onunla hiç meşgul olmaz. Binaenaleyh burada gömülme, ademinden daha yakın bir durum olduğundan, لَهْوٌ öne alınmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ
Cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَهِيَ الْحَيَوَانُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الْحَيَوَانُ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْحَيٰوةُ - الْحَيَوَانُۢ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ cümlesi ile وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الْاٰخِرَةَ - الدُّنْيَٓا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayette dünya hayatından bahsedilirken الْحَيٰوةُ kelimesi kullanıldığı halde ahiret hayatından bahsederken الْحَيَوَانُۢ kelimesi kullanılmıştır. Oysa bu lafızların her ikisi de aynı fiilin masdarıdır. Bu durumda kelimelerin değişik gelmesinde bir incelik olmalıdır. İşte bu inceliği Beyzâvî şu şekilde tespit etmiştir: Ayette geçen الْحَيَوَانُ kelimesi, حيي fiilinin masdarıdır. Hayat sahibi olan varlık, onunla adlandırılmıştır. Aslı, حَيايانُ’dur. İkinci yâ, vav ‘a kalbolmuştur. الْحَيَوَانُۢ kelimesi الْحَيٰوةُ ‘dan daha anlamlıdır. Çünkü فعلان ‘un ölçüsündedir ki, bu ölçüde gelen masdarlarda hayat için lüzumlu olan hareket ve aksiyon mevcuttur. İşte bu incelikten ötürü, burada الْحَيَوَانُ masdarı, الْحَيٰوةُ ‘nun masdarına tercih edilmiştir. (Beyzâvî , IV, 323.)
الْحَيَوَانُۢ ifadesinde istiare vardır. Buradaki yaşama anlamındaki الْحَيَوَانُ kelimesi, الْحَيٰوةُ kelimesi gibi masdardır. Ahiret yurdu olan الدَّارَ ’ın gerçek anlamda yaşama ile nitelenmesi caiz olmaz. Ancak bu ifadeyle kastedilen, insanların orada, sonrasında hiçbir ölümün ve kesintinin bulunmadığı sürekli bir hayat yaşamalarıdır. (Gerçekte yaşayanlar, mekân içinde canlılar olduğu halde mübalağa için mekâna yaşama özelliğinin yüklenmesi mekâniyye alakasıyla isnâdi/aklî mecaz olur. Mekâna yaşamak / الْحَيَوَانُ masdarının isnat edilmesiyle oluşan abartı anlatımının sırrı, mekân zarfı olduğundan onda çok şey mazruf olarak bulunur. Bu ahiret yurdu olan mekânı ve zarfı dolduran tek şey hayattır. O yüzden bu yaşam mükemmel hayat, dopdolu hayat, zarfın içini tam doldurup kaplayan hayat …. gibi anlamları içerir.) Orada sürekli bir hayat bulununca, bunun âhiretin mübalağa üslubu üzere, hayat masdarı ile nitelenmesi güzel düşmüştür. Çünkü masdarlarla yapılan niteleme ve betimlemeler ve nitelenen şeylerin anlamlarında mübalağa vardır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Bu ayet-i kerimede de حيي fiilinin masdarı olarak kullanılan iki ayrı kelimeden birinin dünya için kullanılması, mübalağa ifade eden diğer masdarın ise ahiret için tercih edilmesi dikkatli bir okuyucu için anlam ifade etmekle birlikte tekrarın da önüne geçerek monotonluğu kırmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
İstînâfiye olarak fasılla gelen şart cümlesi كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır.
Şartın, takdiri ما آثروا الحياة الدنيا (Dünya hayatını tercih etmezlerdi.) olan cevabı, mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
كَان ’nin haberi يَعْلَمُونَ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafat, s.103)
كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînlığı arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)
Allah Teâlâ Enam Suresinde, ["Akletmez misiniz?"] (Enam, 32) buyurmuş, burada ise "Bilmiş olsalardı" buyurmuştur. Çünkü orada ibadet edilen şey ahiretin daha hayırlı oluşudur ve bu açıktır ve sadece akla dayanan bir meseledir. Burada bildirilen ise ahiret hayatından başka bir hayatın olmayışıdır. Bu ise ancak faydalı ilimle bilinebilecek bir inceliktir. (Fahreddin er-Râzî)