Âl-i İmrân Sûresi 103. Ayet

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ  ...

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاعْتَصِمُوا ve yapışın ع ص م
2 بِحَبْلِ ipine ح ب ل
3 اللَّهِ Allah’ın
4 جَمِيعًا topluca ج م ع
5 وَلَا
6 تَفَرَّقُوا ayrılmayın ف ر ق
7 وَاذْكُرُوا ve hatırlayın ذ ك ر
8 نِعْمَتَ ni’metini ن ع م
9 اللَّهِ Allah’ın
10 عَلَيْكُمْ size olan
11 إِذْ hani
12 كُنْتُمْ siz idiniz ك و ن
13 أَعْدَاءً birbirinize düşman ع د و
14 فَأَلَّفَ (Allah) uzlaştırdı ا ل ف
15 بَيْنَ arasını ب ي ن
16 قُلُوبِكُمْ kalblerinizin ق ل ب
17 فَأَصْبَحْتُمْ (haline) geldiniz ص ب ح
18 بِنِعْمَتِهِ O’un ni’metiyle ن ع م
19 إِخْوَانًا kardeşler ا خ و
20 وَكُنْتُمْ siz bulunuyordunuz ك و ن
21 عَلَىٰ
22 شَفَا kenarında ش ف و
23 حُفْرَةٍ bir çukurun ح ف ر
24 مِنَ -ten
25 النَّارِ ateş- ن و ر
26 فَأَنْقَذَكُمْ (Allah) sizi kurtardı ن ق ذ
27 مِنْهَا ondan
28 كَذَٰلِكَ böyle
29 يُبَيِّنُ açıklıyor ب ي ن
30 اللَّهُ Allah
31 لَكُمْ size
32 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
33 لَعَلَّكُمْ umulur ki
34 تَهْتَدُونَ yola gelirsiniz ه د ي
 

Riyazus Salihin, 1785 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz Allah Teâlâ sizin için üç şeyden hoşnut olur, üç şeyden de hoşlanmaz. Sizin sadece kendisine ibadet etmenizden, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan ve Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp tefrikaya düşmemenizden hoşlanır. Dedi kodu yapmanızdan, çok sual sormanızdan ve malı telef etmenizden de hoşlanmaz." Müslim, Akdiye 10. Ayrıca bk. Mâlik, Muvatta', Kelâm 20; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327, 360, 367

 

Hafera حفر :

  حُفْرَةٌ kazılmış yer anlamındadır. Buna حَفِيرَةٌ yani çukur anlamı verilir. حَفَرٌ ise çukurdan çıkarılan topraktır. Bu köke ait Kur'an-ı Kerim'de de geçen حافِرَةٌ sözcüğünün manası için iki görüş ifade edilmiştir. Birincisi kabir yapılan yer/mezarlık; ikincisi ise önceden geldiği yerdir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli hafriyattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اعْتَصِمُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِحَبْلِ  car mecruru  اعْتَصِمُوا  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  جَم۪يعًا  kelimesi  اعْتَصِمُوا  fiilindeki failin hali olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَفَرَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olarak mahallen merfûdur.

تَفَرَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فرق ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  اذْكُرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  نِعْمَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  نِعْمَتَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  اِذْ  zaman zarfı, masdar manası içerdiği için  نِعْمَتَ ’ye müteallıktır.

كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  اَعْدَٓاءً  kelimesi  كُنْتُمْ ’ün haberidir.

فَ  atıf harfidir.  اَلَّفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. بَيْنَ  mekân zarfı,  اَلَّفَ  fiiline müteallıktır.  قُلُوبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اَصْبَحْتُمْ  nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  اَصْبَحَ ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِنِعْمَتِه۪ٓ  car mecruru  اِخْوَانًا ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِخْوَانًا  ise  اَصْبَحَ ’nin haberidir.

 

    وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ 

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى شَفَا  car mecruru mahzuf  كُنْتُمْ ’ün haberine müteallıktır. 

حُفْرَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنَ النَّارِ  car mecruru  حُفْرَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  اَنْقَذَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مِنْهَا  car mecruru  اَنْقَذَكُمْ  fiiline müteallıktır.

وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ  [Bir “ateş” çukurunun tam kenarında iken]  yani içinde bulunduğunuz küfür sebebiyle cehennem ateşinin içine düşmek üzere iken

فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَا [sizi oradan”  İslamiyetle “kurtarmıştı.]  مِنْهَا ’daki zamir, حُفْرَةٍ [çukur], النَّارِ [ateş] ve  شَفَا  [kenar] kelimelerinden birine racidir.  شَفَا; parçası olduğu [müennes]  حُفْرَةٍ  kelimesine muzâf olduğu için müennes kabul edilmiştir. 

شَفَا اَلْحُفْرَةِ / شَفَتُ اَلْحُفْرَةِ  terkibi müzekker ve müennes olup, “çukurun ağzı/kenarı” anlamına gelir; شَفَا  kelimesinin son harfi aslında  وَ ’dır, ancak müzekker olduğunda elif’e çevrilmekte  شَفَا; müennes olduğunda ise hazf edilmektedir [ شَفَة]. Bu  الشَّفا  ve  الشَّفَةُ  kelimelerinin bir benzeri  الجَّانِبُ  ve  الجَّانِبَةُ  kelimeleridir. (Keşşâf)

تَفَرَّقُوا  fiili tefe’ul babındandır, azar azar, güçlükle yapıldığını ifade eder. Ayrılma bazen ufak ufak başlar; gönüller, bakışlar düşünceler, görüşler, ruhlar, kalpler ayrılır. Sonra bu bedene sirayet eder. Yollar, hedefler, işler, güçler ayrılır. Birlikte kırılmayan bir düzine çubuğun tek tek, çıtır çıtır kırılması gibi. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  (gibi) manasındadır. Mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  يبيّن الله لكم آياته بيانا كذلك  şeklindedir.  ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

یُبَیِّنُ  merfû muzari fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمُ  car mecruru  یُبَیِّنُ  fiiline müteallıktır.  ءَایَـٰتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تَهْتَدُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَهْتَدُونَ  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَهْتَدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدي’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İftiâl kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

تَهْتَدُونَ fiili iftiâl babından mutavaat anlamıyla kullarda hidayet istidadının bulunduğuna ve bunun için gayret göstermeleri gerektiğine işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ 


Ayet önceki ayete matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

بِحَبْلِ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  حَبْلِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

جَم۪يعًا - تَفَرَّقُواۖ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ sözünde Allah’ın dinine ve ahdine sımsıkı yapışanların hali düşerken sağ eliyle sağlam bir ipe sarılan birinin haline benzetilmiştir. Burada müfret bir istiare olması da caizdir. Bu takdirde ip kelimesi din manasında müsteardır. Câmi’; amaca ulaştırması, kurtuluş vesilesi olması veya zarardan kurtarmasıdır. اعْتَصِمُوا [Yapışın] fiili de istiarenin muraşşaha olmasını sağlar. Çünkü müşebbehün bihe mülayim bir lafızdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyâni İlmi, s. 278 - Ruhu’l Beyan - Keşşâf)

“حَبْلِ” kelimesinden murad, din yolunda hakka, hakikata o vasıta ile ulaşılması mümkün olan her şeydir. Bunun pek çok çeşidi vardır. Müfessirler şunları  zikretmişlerdir: İbn Abbas (ra), “Burada Allah’ın ipinden murad, ‘Ahdimi yerine getirin, Ben de size karşı olan ahdimi yerine getireyim.’ (Bakara Suresi, 40) ayetinde bahsedilen ‘ahd’dir.” demiştir.

Bunun, Kur’an olduğu da söylenmiştir. İbn Mesud (ra), Hz. Peygamberin (sav), “Bu Kur’an, Allah'ın ipidir.” buyurduğunu rivayet etmiştir.

Yine bundan muradın, “Allan’ın dini”; “Allah'a taat”; “Tövbede ihlas” ve Cenab-ı Hak bu ifadenin peşinden, وَلَا تَفَرَّقُواۖ buyurduğu için de “cemaat” olduğu da söylenmiştir. Bütün bu görüşler birbirine yakındır. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَفَرَّقُواۖ  cümlesi makabline matuftur.

وَلَا تَفَرَّقُواۖ  cümlesi, ehi-i kitap gibi aranızda anlaşmazlığa düşüp parça parça olmayın, haktan ayrılıp dağılmayın ya da cahiliye döneminde olduğu gibi ayrılığa düşüp birbirinizle savaşmayın yahut tefrikayı mucip olacak, aranızdaki ülfet ve sevgiyi kaldıracak şeyleri konuşmayın anlamındadır. (Ebüssuûd - Keşşâf)

تَفَرَّقُواۖ fiili tefe’ul babındandır, azar azar, güçlükle yapıldığını ifade eder. Ayrılma bazen ufak ufak başlar, gönüller, bakışlar düşünceler, görüşler, ruhlar, kalpler ayrılır. Sonra bu bedene sirayet eder. Yollar, hedefler, işler, güçler ayrılır. Birlikte kırılmayan bir düzine çubuğun tek tek, çıtır çıtır kırılması gibi. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

 

وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ  


وَ  istînâfiyye veya atıftır. Cümle, emir  üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

نِعْمَتَ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  نِعْمَتَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نِعْمَتَ’ye müteallık olan zaman zarfı  اِذْ, sübut ifade eden,  كان’nin dahil olduğu isim cümlesine muzâftır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede  كان ,اَعْدَٓاءً’nin haberidir.

Cenab-ı Hakk’ın  فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ  “İşte O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz.” buyruğu, onlar arasında İslam’dan sonra carî olan bütün güzel davranış ve muamelelerin Allah’ın lütfuyla meydana geldiğine delalet etmektedir. Çünkü onların kalbinde bu vesileyi yaratan Cenab-ı Hak’tır. Bu sebep ise Allah’tan meydana gelen ve iyi fiilin meydana gelmesine sebep olan bir nimettir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Keşşâf) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ  cümlesi كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. 

Akabindeki  اَصْبَحْ  nakıs fiilinin dahil olduğu isim cümlesi de  كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً  cümlesine  فَ ile atfedilmiştir.

نِعْمَتَ  konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

بِنِعْمَتِه۪ٓ  deki  پِ  harf-i ceri  مع  manasında mülabese içindir.Yani  اَصْپَحتُمْ إخْواناً مُصَاحِپِين نِعْمَةَ الله (O’nun nimetiyle beraber kardeş oldunuz.) anlamındadır. (Âşûr)

 نِعْمَتِه۪ٓ  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olan نِعْمَتَ  şan ve şeref kazanmıştır.

اَصْبَحْتُمْ  fiili burada nakıs fiil manasındadır. Bir halden başka bir hale intikal etmeyi ifade eder.

 

وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ

 

 

Ayet önceki  كُنْتُمْ  cümlesine matuf veya istînâfiyyedir.  كُنْتُمْ’ün dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كان’nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Allah’ın nimetini hatırlayın ifadesindeki cem’i takiben nimetin, düşmanlıktan sonra dost olmak ve uçurumun kenarından kurtulmak şeklinde açıklanması taksimdir. 

مِنَ  harfi cerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ [Ateşten bir çukur kenarındaydınız.] ifadesi istiare-i temsiliyyedir. Cahiliyedeki halleri derin bir çukurun kenarına gelmiş kimselerin durumuna benzetilmiştir. Helak olmaya yakın hallerini anlatır. Kâfir olarak cehennem ateşine düşmek üzereydiniz manasını taşır. (Ebüssuûd - Safvetü’t Tefasir)

Şayet “Bunlar nasıl ‘ateş çukurunun yani cehennemin kenarında’ gösterildiler?” dersen şöyle derim: İçinde bulundukları hal üzere ölselerdi ateşe gireceklerdi; bundan dolayı öldükten sonra ateşe gireceği beklenen hayatları, “buraya düşmelerine ramak kalmışçasına ateşin kenarında olmak” şeklinde temsilî bir ifadeyle anlatılmıştır. (Keşşâf)

 

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كذالك  kelimesi mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. “İşte  böyle” anlamındadır. 

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s. 101

يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪  ayetindeki açıklamanın sebebi, sizin hidayette sebat etmeniz, doğru yoldan sapmamanız içindir. Allah, müminlere önce takvayı, sonra O’nun yoluna sıkı sıkıya sarılmayı, sonra nimetlerini hatırlamayı emrediyor. Çünkü insanın fiilleri, ya korkudan ya da hevesle bir şeyi istemesinden meydana gelir. Korku; heves ve istekten önce gelir. Çünkü zararın giderilmesi, faydanın celb edilmesinden önce gelir. Tıpkı insanın kötülüklerden arınması, güzel ahlak ve iyi amellerle süslemeden önce olması gibi. (Ruhu’l Beyan)

Müsnedün ileyhin bütün kemâl ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Veciz ifade amacına matuf اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler, şan ve şeref kazanmıştır.

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

تَهْتَدُونَ iftial babındaki mutavaat anlamıyla kullarda hidayet istiadadının bulunduğuna ve bunun için gayret göstermeleri gerektiğini işaret eder.