Âl-i İmrân Sûresi 106. Ayet

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  ...

O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ O gün ي و م
2 تَبْيَضُّ ağarır ب ي ض
3 وُجُوهٌ (bazı) yüzler و ج ه
4 وَتَسْوَدُّ kararır س و د
5 وُجُوهٌ (bazı) yüzler و ج ه
6 فَأَمَّا o zaman
7 الَّذِينَ kimselere
8 اسْوَدَّتْ kararan س و د
9 وُجُوهُهُمْ yüzleri و ج ه
10 أَكَفَرْتُمْ inkar ettiniz ha? (denilir) ك ف ر
11 بَعْدَ sonra ب ع د
12 إِيمَانِكُمْ inanmanızdan ا م ن
13 فَذُوقُوا öyle ise tadın ذ و ق
14 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
15 بِمَا karşılık
16 كُنْتُمْ etmenize ك و ن
17 تَكْفُرُونَ inkar ك ف ر
 

 Beyeda بيض :

  بَياضٌ  Renklerden biri olan siyahın zıddıdır. Fiil olarak beyaz idi ya da beyaz hale geldi manasında إبْيَضَّ يَبْيَضُّ  şeklinde kullanılır. Ali İmran 106 . ayetteki يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ  yüzlerin ağırması tabiri sevinmeyi ifade eder. Yumurtanın بَيْضٌ olarak adlandırılması beyazlığı sebebiyledir. Tekili بَيْضَةٌ şeklinde gelir. بَيْضٌ sözcüğü kinayeli olarak kadın hakkında da kullanılmıştır. Bunun nedeni kadının renk yönünden yumurtaya benzetilmesi ya da yumurta gibi kanatlar altında himaye edildiğidir.(Müfredat)

 Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

 Türkçede kullanılan şekilleri beyaz, beyzî ve beyzadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

  Sevede سود :

  سَوادٌ beyazın zıddı olan renktir. Fiil olarak siyah idi/o hale geldi anlamında إسْوَدَّ ve إسْوادَّ formlarında kullanılır.

  Bu köke ait سَوادٌ sözcüğüyle hem insan ya da başka bir şeyin uzaktan görülen karaltısı hem gözün siyahı/gözbebeği hem de kalabalık topluluk ifade edilir. Bu سَوادٌ olarak adlandırılan büyük topluluğu idare ve deruhte eden kimseye ise سَيِّدٌ denir. Bir topluluğun işlerini üstlenecek kişinin nefsini ıslah etmiş olması, doğru dürüst bir hale getirmesi ve düzeltmesi şart olduğundan kendi nefsinde fâdıl olan her kimseye de Seyyid سَيِّدٌ denmiştir. Son olarak hanımını idare etmesinden dolayı kocaya da seyyid سَيِّدٌ denilmektedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri sevda, müsvedde, soda, seyyid, Sevde ve Sudan'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ 


Zaman zarfı  يَوْمَ, öncesinde geçen  عَذَابٌ’un mahzuf haberine müteallıktır.  تَبْيَضُّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَبْيَضُّ  merfû muzari fiildir.  وُجُوهٌ  fail olup lafzen merfûdur.

تَسْوَدُّ وُجُوهٌ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir.  تَسْوَدُّ  merfû muzari fiildir.   وُجُوهٌ  fail olup lafzen merfûdur.

تَبْيَضُّ - تَسْوَدُّ  fiilleri, if’ilâl babındandır. Bu bab, sülasi bir fiilin başına hemze, sonuna da lamel fiili cinsinden bir harf ilave edilerek elde edilir. Kullanım alanı sadece renk ve vücut sakatlıklarını mübalağalı bir şekilde ifade etmekle sınırlı olup sürekli olarak geçişsizdir. Ayrıca bu bab’a göre sadece salim ve ecvef fiiller mezid olabilir. Sülâsîsi  سود - بيض ’dir. Bu bab renkleri ve vücut kusurlarını  mübalağalı olarak ifade etmek için kullanılır. 


  فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ


فَ  istînâfiyyedir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْوَدَّتْ’tir. Îrabdan mahalli yoktur.

اسْوَدَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.   وُجُوهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ۠  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri;  فيقال لهم (Ve onlara denir ki) şeklindedir.

Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Arapça alimleri  اَمَّا  şart edatının cevabında  ف  harfinin mutlaka gelmesi gerektiğini icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü  اَمَّا  edatının özelliği; ardından gelen cevap cümlesinin, ne olursa olsun gerçekleşeceğini ifade eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Hemze istifham harfidir.  كَفَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  بَعْدَ  zaman zarfı, كَفَرْتُمْ  fiiline müteallıktır.  ا۪يمَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen fasiha harfidir.  ذُوقُوا  fiili  ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harfi ceriyle birlikte  ذُوقُوا  fiiline müteallıktır.  كُنْتُمْ  nakıs fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْفُرُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

 

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ 


Şibh-i kemâli ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayette zaman zarfı  يَوْمَ, takdiri  اذكر  olan fiile müteallıktır.

يَوْمَ’nin önceki ayetteki mahzuf habere müteallık olmasına da cevaz vardır.

Muzâfun ileyh olarak cer mahallindeki  تَبْيَضُّ وُجُوهٌ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ  cümlesi, bu cümleye matuftur.

تَبْيَضُّ - تَسْوَدُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı tedbîc sanatı vardır.

Bu ayet, müminleri, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra tefrikaya düşenlerin akıbetine uğramamaları için uyarır ve dine sımsıkı sarılmaya  teşvik  eder. (Ebüssuûd)

[Bu azap onlar için ne vakit söz konusudur?] “Nice yüzlerin ağardığı gün…” Yani يَوْمَ  kelimesi zarfla  لَهُمْ  ile ya da mukadder اذكر [zikret] kelimesi ile mansuptur.

Bu beyazlık nurdan, siyahlık da karanlıktan kinayedir. اَكَفَرْتُمْ [İnkâr mı ettiniz?] ifadesi, “Onlara ‘inkâr mı ettiniz?’ denir.” anlamındadır. Hemze onları kınamak ve hayret edilecek bir durumda olduklarını ifade etmek içindir. Bunların ehl-i kitap olduğu açıktır; imandan sonra inkâr etmeleri ise gelmeden önce itiraf etmelerine rağmen Peygamberi (sav) inkâr etmeleridir. (Keşşâf - Ebüssuûd)

Bu ifade istiare-i vifâkîdir. Beyazlık; ferah ve sürurdan; siyahlık da gam ve kederden mecazdır. Arzusuna ulaşan ve gayesini elde eden kimse hakkında “yüzü ağardı” denir. Sevinme ve neşelenme manasındadır. Başına bir kötülük gelen kimseye de “yüzü tozlandı, rengi kaçtı ve şekli değişti” denir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

 فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ

 

فَ  istînâfiyye,  اَمَّا  tekid ve şart edatıdır. Cümle şart üslubunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mübteda  olan  الَّذ۪ينَ’nin sılası  اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart cümlesinde müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. İsm-i mevsulde tevcih sanatı vardır.

İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cevap cümlesinde mekulü’l-kavlin amili ve rabıta harfi mukadderdir. Takdiri;  فيقال  (Ve denir ki…) şeklindedir. 

Bu iki fırkanın (hak ile batıl) hallerine daha önce icmalen işaret edildikten sonra şimdi tafsilata geçilmektedir. Bu  اَكَفَرْتُمْ  [İnkâr mı ettiniz?] cümlesindeki istifham, kınama ve onların hallerine taaccüb anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Ebüssuûd - Keşşâf)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

اَكَفَرْتُمْ - ا۪يمَانِكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Zahir olan manaya göre bu yüzleri kararanların kimler olduğu konusunda çeşitli tevcihler yapılmıştır.

Bunlar:

1- Ya ehl-i kitap olan Yahudilerle Hıristiyanlardır. Onların imandan sonra kâfir olanları da bisetten önce kendi kitaplarında vasıflarını okudukları Resulullah'a (sav) iman ettikten sonra kâfir olanlarıdır;

2- Ya bütün kâfirlerdir. Nitekim onlar misak günü  Allah, ruhlardan misak aldığı zaman tevhidi ikrar etmiş iken bilahare bundan sapanlardır;

3- Ya da açık deliller ve parlak belgeler karşısında sağlıklı bir düşünce ile iman imkânına sahip oldukları halde küfrü seçenlerdir.

4- Veya zararlı bidatlerin ve batıl itikatların sahipleridir. (Ebüssuûd)

 

 

 

 فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

فَ; takdiri  إن كفرتم فذوقوا olan mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا’nın sılası  كان’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz  önünde canlandırarak dikkatleri artırır.

فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.

Burada taksim sanatı vardır. İnsanlar ikiye ayrılırlar. Başka bir grup yoktur. Sonra bunlar birer birer açıklanır. İki grup beyaz ve kara diye sıralama yapılarak konuya girilmiş ama tafsilata geçince karadan başlanılmış. Bir an önce onları anlatıp konu bitirilmek istenmiştir. Beyazlar ise teşvik için sona bırakılmıştır.. 

اسْوَدَّتْ - تَسْوَدُّ ve  تَكْفُرُونَ - اَكَفَرْتُمْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.