قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَدْ | muhakak |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | لَكُمْ | sizin için vardır |
|
4 | ايَةٌ | bir ibret |
|
5 | فِي |
|
|
6 | فِئَتَيْنِ | şu iki toplulukta |
|
7 | الْتَقَتَا | karşılaşan |
|
8 | فِئَةٌ | bir topluluk |
|
9 | تُقَاتِلُ | çarpışıyordu |
|
10 | فِي |
|
|
11 | سَبِيلِ | yolunda |
|
12 | اللَّهِ | Allah |
|
13 | وَأُخْرَىٰ | öteki de |
|
14 | كَافِرَةٌ | nankördü |
|
15 | يَرَوْنَهُمْ | onları görüyorlardı |
|
16 | مِثْلَيْهِمْ | kendilerinin iki katı |
|
17 | رَأْيَ | görüşüyle |
|
18 | الْعَيْنِ | gözlerinin |
|
19 | وَاللَّهُ | Allah |
|
20 | يُؤَيِّدُ | destekler |
|
21 | بِنَصْرِهِ | yardımıyle |
|
22 | مَنْ | kimseyi |
|
23 | يَشَاءُ | dilediği |
|
24 | إِنَّ | elbette |
|
25 | فِي |
|
|
26 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
27 | لَعِبْرَةً | bir ibret vardır |
|
28 | لِأُولِي | olanlar için |
|
29 | الْأَبْصَارِ | gözleri |
|
Riyazus Salihin, 429 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek şudur ki kâfir bir iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine dünyalık bir nimet verilir. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerini âhirete saklar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir.” Müslim, Münâfıkîn 57
Bir rivâyete göre de (Müslim, Münâfıkîn 56) Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah, hiçbir mü’minin işlediği iyiliği karşılıksız bırakmaz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de âhirette mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir. Âhirete vardığında ise, kendisiyle mükâfatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.”
Fieteyni ve fietun kelimelerinin kökü feye’e (فيأ) olup manası güzel bir şeye dönmektir. Bakara/226’da kocaların eşlerine yaklaşmamaya yemin ettikten sonra yeminlerinden dönmeleri için bu fiil kullanılmıştır. Fi’etun yardımlaşma konusunda birbirlerine dönen ve birbirlerini destekleyen topluluk için kullanılır ki ayette de bu manada gelmiştir. (Müfredat)
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كَانَ nakıs mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اٰيَةٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir. ف۪ي فِئَتَيْنِ car mecruru اٰيَةٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. فِئَتَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mecrurdur.
الْتَقَتَا cümlesi فِئَتَيْنِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. الْتَقَتَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir elif, fail olarak mahallen merfûdur. İftiâl babında gelmesi mübalağa içindir. (Âşûr)
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ [Sizin için ibret vardır.] Burada fiil önde geldiğinden كَانَتْ şeklinde kullanılmamıştır. Çünkü ayet açıklama ve delil manasındadır. Müennesliği gayr-ı hakikîdir. Manası şöyledir: Ey sayılarına ve hazırlıklarına aldanan kâfirler! Sizde Hz. Muhammed’in Bedir’de Allah yolunda cihad eden ancak sayıları az ve güçsüz bir topluluk olan ashabı ile savaşmak için bir araya geleceğiniz ve onlara yenileceğinize dair iddiasının doğru olduğunu gösteren açık bir alamet vardır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ
فِئَةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; إحداهما şeklindedir. تُقَاتِلُ fiili فِئَةٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. تُقَاتِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru تُقَاتِلُ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrudur. وَ atıf harfidir. اُخْرٰى mübtedadır. Elif üzere mukadder damme ile merfûdur. كَافِرَةٌ kelimesi اُخْرٰى ’nin sıfatıdır.
يَرَوْنَهُمْ cümlesi اُخْرٰى ‘nın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. يَرَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِثْلَيْهِمْ hal olup mansubtur. Müsenna olduğu için ى ile mansubtur. Bu izafetteki gaib zamiri iltifat yoluyla müslümanlara aittir. Çünkü cümlenin gelişinden beklenen ifade تَرَوْنَهم مِثْلَيْكم şeklindedir. (Âşûr)
رَأْيَ mef’ûlu mutlaktır. الْعَيْنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يُؤَيِّدُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِنَصْرِ car mecruru يُؤَيِّدُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. عِبْرَةً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismidir. لِاُو۬لِي car mecruru عِبْرَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. اُو۬لِي kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. الْاَبْصَارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ
Müstenefe cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. الْتَقَتَاۜ kelimesi فِئَتَيْنِ için sıfat cümlesidir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لَكُمْ اٰيَةٌ ifadesinin aslı اٰيَةٌ لَكُمْ şeklindedir. Öne geçene itina göstermek, sonraya alınana da teşvik etmek maksadıyla kelimelerin yeri değiştirilmiştir. اٰيَةٌ kelimesinin nekre getirilmesi tefhim ve tazim içindir. Büyük bir ibret demektir. (Safvetü't Tefâsir)
Bu ayette zımnî teşbih vardır.
فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi ile وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ cümlesi arasında ikili mukabele vardır.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Cami’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan اُخْرٰى كَافِرَةٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkildir.
...يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ cümlesi mübteda olan اُخْرٰى ’nın haberidir. İkinci müsned olan bu cümle de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فِئَتَيْنِ - فِئَةٌ ve يَرَوْنَهُمْ - رَأْيَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Görülen şey kolay kolay unutulmaz. Görmek fiili aynı zamanda anlamak anlamında da kullanılır, ama işitmek öyle değildir. Görmek işitmekten daha üstün bir duyudur.
سَب۪يلِ kelimesinin Allah lafzına izafesi yolun tazimi içindir.
فِئَتَيْنِ [iki topluluk] ile Bedir günü karşılaşan topluluklara işaret edildiğinde görüş ayrılığı yoktur. Ancak bunun muhatabının kim olduğu hususunda farklı kanaatler vardır. Bir görüşe göre bununla müminlere hitap edilmiş olması muhtemel olduğu gibi, bütün kâfirlere olması da muhtemeldir. Medine yahudilerinin muhatap alınmış olması da muhtemeldir. Her bir ihtimali bir grup ileri sürmüştür. Müminlere hitabın faydası ruhlarına sebat vermek, onlarda kahramanlık duygularını uyandırarak -fiilen gerçekleştiği gibi- kendilerinin iki misli hatta birçok kat fazlası olan düşmanları üzerine atılacak hale gelmeleridir. (Kurtubî)
[Göz görüşüyle] ifadesi gözle gördüklerinde anlamındadır. رَأْيَ gözle görmek anlamında kullanılır. İdrak etmek için rey, düş görmek için rüya kullanılır. ف۪ي harf-i ceri kaldırılarak nasb edilmiştir. Hal olarak mansub olduğu da söylenmiştir. Bu durumda ‘gözleriyle görerek’ anlamına gelir. الْعَيْنِۜ burada gözler manasınadır. Cins isim olduğundan tekil formu çoğul anlamında kullanılabilir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ
وَ istînâfiyyedir. Müsnedi muzari fiil sıygasında gelmiş isim cümlesi faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma ve teşvik amacına matuftur.
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve hudûs ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini uyararak canlı tutar.
اللّٰهَ lafzı ayette iki defa zikredilmiştir. Lafza-i celâlin tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah lafızlarında tecrîd vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
يَرَوْنَهُمْ ile رَأْيَ kelimelerinde iştikak cinası sanatı vardır.
اٰيَةٌ - عِبْرَةً ve رَأْيَ - الْعَيْنِۜ kelimeleri arasında mürâat-ı nazîr vardır.
[Allah dilediğini yardımıyla destekler] ifadesi de kâfirlerin gözle görme itibariyle müslümanların iki katı olduklarını, fakat sayıca onların üç misli olduklarını göstermektedir. (İbn Keysân devamla) der ki: Burada görme, yahudilere aittir. (Kurtubî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Ayetin son cümlesi istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
اِنَّ , ف۪ي ذٰلِكَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütellıktır. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ذٰلِكَ ile işaret edilmesi onun önemini vurgulamak ve dikkat çekmek içindir.
Hissî şeyleri işaret etmekte kullanılan işaret isimleri hissî olmayan şeyler için kullanıldıklarında istiare oluştururlar. Ayette işaret edilen ibret, sanki gözle görülür elle tutulur bir şey yerine konarak önemi vurgulanmıştır.
[Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.] Yani bir ayet ve delil vardır. Delilin ibret diye isimlendirilmesi insanın onun sayesinde cehaletten ilme geçmesidir. عبر nehri geçmek ve aşmak anlamına gelir. اِعتَبارَ İtibar (ibret almak) bilinenden hareketle bilinmeyene ulaşmaktır. بْصَرِ , اَبْصَارِ kelimesinin çoğuludur. Kalple idrak etmek anlamına gelir. Basîret de böyledir. Mukātil şöyle demiştir: [Az sayıda olan müminlerin zafer kazanıp çok kalabalık olan müşriklerin kaybetmesinde akıl ve basiret sahipleri için ibretler vardır.] (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)