زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | زُيِّنَ | süslü (cazip) gösterildi |
|
2 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
3 | حُبُّ | aşırı düşkünlük |
|
4 | الشَّهَوَاتِ | zevklere |
|
5 | مِنَ |
|
|
6 | النِّسَاءِ | kadınlardan |
|
7 | وَالْبَنِينَ | ve oğullardan |
|
8 | وَالْقَنَاطِيرِ | ve kantarlarca |
|
9 | الْمُقَنْطَرَةِ | yığılmış |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الذَّهَبِ | altından |
|
12 | وَالْفِضَّةِ | ve gümüşten |
|
13 | وَالْخَيْلِ | ve atlardan |
|
14 | الْمُسَوَّمَةِ | salma |
|
15 | وَالْأَنْعَامِ | davarlardan |
|
16 | وَالْحَرْثِ | ve ekinlerden (gelen) |
|
17 | ذَٰلِكَ | bunlar (sadece) |
|
18 | مَتَاعُ | geçimidir |
|
19 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
20 | الدُّنْيَا | dünya |
|
21 | وَاللَّهُ | Allah’ın |
|
22 | عِنْدَهُ | yanındadır |
|
23 | حُسْنُ | güzel |
|
24 | الْمَابِ | varılacak yer |
|
Kur’ân’da sıkça değinilmeyen bir konuya değinir, insan istek ve arzuları. Kronolojik olarak insanın kendi istekleri için takıntıları; kadın, çocuk, zenginlik, iyi atlar ve güvenli, sağlam yatırımlar ve insanın bunlar uğrunda kendini nasıl yorduğu. Bütün bunlar dengede yapılırsa haram olan şeyler değildir. İçi doğru doldurulduğunda cennete, aksi durumda cehenneme götürebilecek arzulardır. Yerleri ve gökleri bir dengede yaratan Allah hemen peşinden bizim de özel hayatımızda dengede olmamızı ister Rahman suresinde. O zamanın gümüş ve altın yığınlarının yerini bugün bankalardaki tl, euro, dolar hesapları, seçkin sınıf atlarının yerini son model araçlar, sağmal hayvanların yerini bilgisayarlarımız, işyerimiz, ofislerimiz aldı. O zamanın hasatının yerini bugün çekler, nakit ödemeler aldı. İşyerindeyken çalışıyor, çıktıktan sonra iş konuşmaya devam ediyor, sanki sadece bu dünya için yaratılmış gibi yaşıyoruz ve halimizden hiçbir zaman memnun olmuyor, hep daha iyisini daha fazlasını istiyoruz.
Ayetteki züyyine-hub ve şehvet kelimelerinin bir arada gelmesi sıralama açısından önemlidir. İlk önce süslü görüyorsunuz, çok etkileniyor ve seviyorsunuz ve o sizde artık ondan başka birşey düşünemediğiniz şiddetli bir arzuya, bir tutkuya dönüşüyor. Bir şeye duyduğunuz sevgi gözünüzü kör eder ve ondaki negatiflikleri göremezsiniz.
“Evb” dönüş kelimesi de dikkate değerdir. İlk defa gitmiyoruz, dönüyoruz. Asıl ait olduğumuz yere. Araplar bal arısına da “evb” derler. Bütün gün çiçekten çiçeğe dolaşıp akşam ait olduğu yere, kovanına döndüğü için. Biz de dünyada isteklerimizin arzularımızın peşinde koşuyoruz ama vakti geldiğinde arıların kovana döndüğü gibi geri döneceğiz.
Bunda kadınlar tarafından mülahaza olunan şehevat sevgisine de bir ima vardır. Zira "nâs" kelimesi bütün insanlara ve kadın ile erkeğe şamil olmak üzere genel anlamlı bir kelimedir. Fakat kınama açıkça erkeklere tevcih olunmuş, kadınlar sevmek değil, sevilmek mevkiinde gösterilmiştir. Bununla beraber âyet Allah katındaki mutlak gerçeği değil, bir bakış açısını, bir zihniyeti dile getirmiştir. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazir)
Evebe أوب :
أوْبٌ bir tür dönüştür. أوْبٌ Kelimesi irade sahibi canlılarda kullanılırken رُجُوعٌ ise hem iradesi olanlarda hem de olmayanlarda kullanılır. Rücudan bir diğer farkı da iyabın amaçlanan son noktaya dönüş olmasıdır مَآبٌ sözcüğü bu fiilin mastarı ve aynı zamanda ismi zaman ve ismi mekandır. أوَّابٌ ise tıpkı تَوَّابٌ gibi günahları terk ile taatleri yerine getirerek Allah'a dönen kimse demektir.(Müfredat - El furuq fil-luğa)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli evvabindir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ
Fiil cümlesidir. زُيِّنَ meçhul mebni mazi fiildir. لِلنَّاسِ car mecruru زُيِّنَ fiiline müteallıktır. حُبُّ naib-i fail olup merfûdur. الشَّهَوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
مِنَ النِّسَٓاءِ car mecruru الشَّهَوَاتِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. الْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la النِّسَٓاءِ ’ye matuftur. الْبَن۪ينَ kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir.
الْمُقَنْطَرَةِ kelimesi الْقَنَاط۪يرِ ’nin sıfatıdır. مِنَ الذَّهَبِ car mecruru الْقَنَاط۪يرِ veya الْمُقَنْطَرَةِ ‘nin mahzuf haline müteallıktır.
الْفِضَّةِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الذَّهَبِ ’ye matuftur. الْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la النِّسَٓاءِ ’ye matuftur. الْمُسَوَّمَةِ kelimesi الْخَيْلِ ’nin sıfatıdır.
حُبُّ الشَّهَوَاتِ [Nefsânî arzulara düşkünlük] ifadesi hoşlanılan şeylere istek duymak anlamındadır. Şehvet kelimesi mef‘ul manasında masdardır. Bu sebeple cemi yapılmıştır. Bunun delili “istenilen şeyler” diye açıklanmasıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. مَتَاعُ haberdir.
الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatıdır. ٱلدُّنۡیَا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. للّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عِنْدَ mekân veya zaman zarfı olup mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُسْنُ muahhar mübtedadır. الْمَاٰبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ [Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir.] Böylece insanî istek ve arzuların sevildiğine işaret edilmektedir. Bu sebeple مَتَاعُ kelimesi müzekker ve müfred olarak zikredilmiştir. Nadr b. Şümmeyl şöyle demiştir: ذٰلِكَ zikredilen şeye işarettir, burada zikredilen şey dünya hayatının geçici menfaatidir.
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ
Fasılla gelen ayet müstenefedir. Müsbet mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek naib-i fail olan حُبُّ الشَّهَوَاتِ ‘ye dikkat çekilmiştir. Car mecrur لِلنَّاسِ önemine binaen naib-i faile takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifadesi içindir.
مِنَ النِّسَٓاءِ ve مِنَ الذَّهَبِ ’ye dahil olan مِنَ harfi beyaniyyedir. Aynı zamanda tecrîd vardır.
İnsanlar için süslü gösterilen şeylerin kadın, oğul,altın, gümüş, at, deve, ekin şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
النِّسَٓاءِ - الْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ- الذَّهَبِ -الْفِضَّةِ - الْخَيْلِ - الْاَنْعَامِ - الْحَرْثِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tarifler cins ifade eder.
Cümlede sıfat olan الْمُقَنْطَرَةِ ve الْمُسَوَّمَةِ kelimeleri nedeniyle ıtnâb sanatı vardır.
Onuncu ayette mal ve evlat şeklinde geçen dünyalıklar burada daha geniş bir şekilde açıklanmış. Umumdan sonra husus şeklinde ifade edilmiştir.
At manasında seçilen الْخَيْلِ kelimesinde tevriye vardır. Hem at hem hayal manası düşünülebilir.
حُبُّ الشَّهَوَاتِ Bundan maksat, nefsin istediği şeylerdir. Zemahşeri şöyle der: Allah, mübâlağa ifade etmesi için nefsin arzu ettiği şeyleri الشَّهَوَاتِ kelimesi ile anlattı. Sanki ayette zikredilen nefsin arzu ettiği şeyler, şehvetlerin kendileriymiş gibi ifade edilmiştir. Bir de, şehevi arzuların değersiz olduğuna dikkat çekmek için böyle söylenmiştir. Çünkü şehvet, akıllılar nezdinde hoş görülmeyen bir şeydir.
الْقَنَاط۪يرِ- الْمُقَنْطَرَةِ kelimeleri arasında edebi sanatlardan cinas-ı nakıs vardır. (Safvetü't Tefâsir)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ [İnsanlara cazip gösterilmiştir.] Cazip gösteren Allah Teâlâ olup, bunu imtihan için yapmıştır.] اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا [Şüphesiz Biz, yeryüzündeki şeyleri oranın süsü kıldık ki, kimlerin daha güzel amel işlediğini sınay(ıp, amel sahipleriyle birlikte gör)elim] (Kehf 18/7) ayetinde de bu husus ifade edilmiştir. Hasan-ı Basrî’nin [v.110/728]; “Vallahi, onu insanlara şeytan süslemiştir, çünkü biz yaratıcısı tarafından bunlardan daha çok kınanan bir şey bilmiyoruz. Yani bunları Hālık Teâlâ süslemiş olamaz!” dediği nakledilmiştir. [1495] حُبُّ الشَّهَوَات [arzulanacak şeylere karşı düşkünlük]; burada sayılan şeyler şehvet olarak ifade edilmiş; böylece onların arzulanan, kendilerinden faydalanılmak için ısrarla istenen şeyler olduğu mübalağalı olarak ifade edilmiştir. Burada isabetli yorum, sayılan şeylerin bayağı olarak nitelenmesinin ve şehvet olarak isimlendirilmesinin kastedildiğini düşünmektir; çünkü şehvet, bilge insanlar tarafından aşağılık bir şey olarak görülmüş, şehvetinin peşine takılan kimse kınanmış; hayvanlığına bizzat tanıklık ettiği düşünülmüştür. (Keşşâf)
ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifade etme yollarından biri olması sebebiyledir.
الْحَيٰوةِ , الدُّنْيَاۚ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olması bu sayılanları tahkir amaçlıdır.
“Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir.” Böylece insanî istek ve arzuların sevildiğine işaret edilmektedir. Bu sebeple metâ‘ kelimesi müzekker ve müfred olarak zikredilmiştir. Nadr b. Şümmeyl şöyle demiştir: ذٰلِكَ zikredilen şeye işarettir, burada zikredilen şey dünya hayatının geçici menfaatidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin fasılası isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Lafza-i celâlin mübteda olduğu cümlede haber isim cümlesidir. Haber olarak gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mekân zarfı olan عِنْدَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عِنْدَهُ izafeti muzâfın şanı içindir.
İzafet şeklinde gelen müsnedün ileyh, az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
[Allah, güzel dönüş onun yanındadır] cümlesinde Allah lafzı önemine binaen en başa alınmıştır.
Bundan sonra gelen 15-17. ayetlerde takva sahiplerinin halleri anlatılıyor. Dünyevi yaşama yönelik her türlü duygu şehvet başlığı altında toplandıktan sonra, takvalı olmaya teşvik vardır.
[Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.] Yani dönüş yeri, cennet orasıdır. Bunlar dünyada belirli bir miktarda faydalanılsın diye yaratılmıştır. Yoksa insanları tehlikeli yollara sokacak kadar bu nimetlere dalsın diye değil. Bu ifade insanları dünyada zühde davet ederek ahiret hayatına hazırlanmaya teşvik etmektedir. Ayrıca bütün bunların Allah’a karşı gelmek ve onun yolundan alıkoymak için yaratılmadığını, dönüşün Allah’a olduğunu ve O’na en güzel şekilde dönebilmek için bunlardan yararlanmak gerektiğini açıklamaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)