وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve onlar |
|
2 | إِذَا | zaman |
|
3 | فَعَلُوا | yaptıkları |
|
4 | فَاحِشَةً | bir kötülük |
|
5 | أَوْ | ya da |
|
6 | ظَلَمُوا | zulmettikleri |
|
7 | أَنْفُسَهُمْ | nefislerine |
|
8 | ذَكَرُوا | hatırlayarak |
|
9 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
10 | فَاسْتَغْفَرُوا | bağışlanmasını dilerler |
|
11 | لِذُنُوبِهِمْ | günahlarının |
|
12 | وَمَنْ | ve kim |
|
13 | يَغْفِرُ | bağışlayabilir |
|
14 | الذُّنُوبَ | günahları |
|
15 | إِلَّا | başka |
|
16 | اللَّهُ | Allah’tan |
|
17 | وَلَمْ |
|
|
18 | يُصِرُّوا | ve onlar ısrar etmezler |
|
19 | عَلَىٰ |
|
|
20 | مَا | şeylerde (hatalarında) |
|
21 | فَعَلُوا | yaptıkları |
|
22 | وَهُمْ | onlar |
|
23 | يَعْلَمُونَ | bile bile |
|
Bu üç âyette faizin, onu alan insanda meydana getirdiği bencillik, cimrilik, hırs ve açgözlülük; verende de sebep olduğu nefret, kıskançlık, kızgınlık ve düşmanlık gibi duyguları giderecek, bu hastalıkları tedavi edecek ana ilkeler yer almakta ve İslâm ahlâkının bir özeti verilmektedir.(Kur’ân Yolu,Diyanet Tefsiri)
Râzî tefsirinde nakledildiği üzere Herakl'in (yani Rum kralının) elçisi Peygamberimize: "Sen 'müttekîler için hazırlanmış ve genişliği yer ve gökler kadar' olan bir cennete davet ediyorsun? O halde nâr (cehennem) nerede?" diye sormuş. Rasûlullah (s.a.v.): "Sübhanallah (Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), gündüz olduğu zaman gece nerede olur?" buyurmuş olduğu rivayet edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Bu dinin hoşgörüsüne bakın! Yüce Allah, insanları kendi aralarında hoşgörülü olmaya çağırmazdan önce, tadına varmaları, öğrenmeleri ve örnek almaları için kendi hoşgörüsünün bir yönünü onlara göstermektedir.
Kuşkusuz muttakîler, müminler içinde en yüksek mertebeye sahiptirler. Ancak, bu dinin hoşgörüsü ve insanlığa olan merhameti, şu özellikleri; “Onlar, bir kötülük işlediklerinde ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini dilerler.” müttakilerin özellikleri olarak sunulmaktadır. Fuhuş günahların en çirkini ve en büyüğüdür. Ancak bu dinin hoşgörüsü, büyük günah işleyenleri Allah’ın rahmetinden uzaklaştırmamakta, kafilenin yani müminler kafilesinin dışına atmamaktadır. Aksine onları bir şartla en üstün mertebe olan “müttakiler” mertebesiné yükseltmektedir. Bu dinin tabiatından ve görünümünden ortaya çıkan; Allah’ı anmaları, günahlarından dolayı bağışlanma dilemeleri, hata olduğunu bildikleri halde yaptıklarında ısrar etmemeleri, sıkılma ve utanma duymaksızın günahla övünmemeleri şartıyla… Diğer bir deyişle, Allah’a kulluk çerçevesinde kaldıkları ve sonuçta O’na teslim oldukları sürece, O’nun koruması, affı, rahmeti ve faziletinin kuşatıcılığı içinde olacaklardır.
Evet, bu din insanın zaafını biliyor. Bu yüzden ona karşı sert davranmıyor. Ruhundaki iman kıvılcımı henüz sönmedikçe, kalbindeki iman pınarı henüz kurumadıkça, Allah ile olan bağını canlı tutup koparmadıkça ve kendisinin sürekli hata yapan bir kul olduğunu ve buna karşılık, hataları bağışlayan bir Rabbinin olduğunu kesin olarak bildiği müddetçe kendisine zulmettiğinde veya büyük bir günah işlediğinde bu din insanı Allah’ın rahmetinden kovmakta acele etmiyor. Çünkü kendisinde henüz iyilik bulunan, yolunu tamamen kaybetmemiş bir gidiş tutturan ve ipi kopmamış kulpa sarılan bu zayıf, hatalı ve günahkâr insan; zaafı ne kadar ayağını kaydırırsa da iman kıvılcımı kalbinde olduğu, ipi elinde tuttuğu, Allah’ı anıp O’nu unutmadığı, O’ndan bağışlanma dileyip O’na karşı kullukta sürekli olduğu ve günahlarıyla övünmediği sürece sonuçta amacına ulaşabilir.
Bu din; şu zayıf ve yolunu şaşırmış yaratığın yüzüne tevbe kapısını kapatmamaktadır. Onu çölün ortasında şaşkın bir durumda bırakmamakta ve onu dönüşten korkan kovulmuş biri olarak terk etmemektedir. Onu, bağışlanma konusunda ümitlendirmekte, yolunu göstermekte, titrek ellerinden tutup kayan ayaklarına destek olmaktadır. Güvenilir sınıra ve güvenceli bir korunağa gelmesi için yolunu aydınlatmaktadır.
Birtek şey istiyor ondan; Allah’ı unutacak şekilde kalbinin taşlaşmamasını ve ruhunun kararmamasını… Allah’ı andığı, ruhunda bu yol gösterici kıvılcım olduğu, vicdanından bu sürükleyici ses geldiği, kalbinden bu serin rüzgâr estiği sürece, ruhunda yeniden nuru bulacaktır. Güvenilir sınıra dönecek ve kuruyan tohum yeniden yeşerecektir.
İşte İslâm, zaaf anlarında insan denen zayıf yaratığın elinden böyle tutmaktadır. Çünkü o, insanda zaafın yanında bir kuvvetin, ağırlığın yanında bir hafifliğin, hayvansal dürtülerin yanında Rabbani arzuların olduğunu bilmektedir. İslâm, Allah’ı unutmayıp sürekli andığı ve hata olduğunu bildiği halde hatasında ısrar etmediği sürece, insanın elinden tutup yükseklere çıkartmak için zaaf anında ona acımakta ve yeniden ufka yükseltmek için ayağının kaydığı demlerde şefkatle teselli etmektedir. Rasûlullah (salât ve selâm üzerine olsun) buyuruyor: “İstiğfar eden hatada ısrar etmiş sayılmaz. Bir günde yetmiş kere tekrarlasa da… (Ebu Davut, Tirmizi, Bezzar müsnedinde Osman b. Vakid’den almıştır. Ancak senedindeki bir sahabi bilinmemektedir. Fakat İbni Kesir tefsirinde sahih kabul etmiş ve “Hasen bir hadistir” demiştir.) (Fizilal’il Kur’ân)
Riyazus Salihin, 1879 Nolu Hadis
Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir: Allâhumme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente, halaktenî ve ene ‘abdüke, ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dike m’esteta‘tü. Eûzü bike min şerri mâ sana‘tü, ebûü leke bi-ni‘metike ‘aleyye, ve ebûü bi-zenbî, fağfir lî fe-innehû lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente: Allahım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık senden başka tanrı yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lutfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet; şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.”
Rasûl-i Ekrem sözüne şöyle devam etti: “Her kim, bu seyyidü’l-istiğfârı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.” Buhârî, Daavât 2, 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 100-101; Tirmizî, Daavât 15; Nesâî, İstiâze 57
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, önceki ayetteki ism-i mevsûle atıf harfi وَ’la atfedilmiştir. İsm-i mevsûlun sılası şart ve cevabıdır.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
فَعَلُوا cer mahallinde muzâfun ileyhtir. فَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. فَاحِشَة mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَاحِشَة zina gibi büyük günah, başkasına geçen; gıybet ve zulüm gibi günahlar, demektir. Burada فَاحِشَةً kelimesi, mahzûf bir kelimenin sıfatıdır. فِعْلَةً فَاحِشَةً [çirkin bir fiil] takdirindedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اَوْ atıf harfidir. ظَلَمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı ذَكَرُوا اللّٰهَ ’dir. ذَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ atıf harfidir. اسْتَغْفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِذُنُوبِهِمْ car mecruru اسْتَغْفَرُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ
وَ itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir.
مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَغْفِرُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الذُّنُوبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهُ lafza-i celâli, يَغْفِرُ fiilindeki gizli zamirden bedeldir.
وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُصِرُّوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, عَلٰى harf-i ceriyle birlikte يُصِرُّوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası فَعَلُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
فَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَهُمْ يَعْلَمُونَ cümlesi, لَمْ يُصِرُّوا [Israr etmezler] fiilinin failinden haldir. Onlar yaptıklarının bir masiyet olduğunu bilir ve günahlarını hatırlayarak onlardan tövbe ederler. Çünkü bir işin haram olduğunu bilmeyenler bazen mazur sayılabilirler. Fakat haram olduğunu bilenler, bile bile yaptıkları o işten dolayı kesinlikle mazur sayılmazlar. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ
وَ atıftır. الَّذ۪ينَ önceki ayetteki ism-i mevsûle matuftur. Sıla cümlesi şart üslûbunda haberî isnaddır.
Şart fiili olan فَعَلُوا, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yine mazi fiil sıygasında, aynı üslupla gelen ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi şart fiiline tezayüf sebebiyle atfedilmiştir.
Şartın cevabı ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ cümlesi فَ ile cevap cümlesine atfedilmiştir.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle bildirilmesi, onlara tazim ifade eder. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
فَاحِشَةً - ظَلَمُٓوا - لِذُنُوبِهِمْۖ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah lafzının zikri tecrîd sanatıdır.
Allahu Teâlâ, cennetin muttakiler için hazırlandığını bildirince muttakilerin iki kısma ayrıldığını da beyan etmiştir: Birincisi, taat ve ibadete yönelen kimselerdir ki Hakk Teâlâ onları, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan ve insanları affeden kimseler olarak tavsif etmiştir. İkincisi, günah işleyip de sonra tövbekâr olanlardır. Allahu Teâlâ böylece bu topluluğun da, birincisi gibi muttakilerden olduğunu beyan etmiştir. Çünkü günahkâr, günahından tövbe ettiği zaman durumu, Allah katında bir makam ile ikrama müstehak olmada, hiç günah işlememiş olan bir kimsenin durumu gibidir. Allahu Teâlâ, insanı önceki ayette başkalarına iyilik etmeye; bu ayette de kendisine iyilik etmeye teşvik etmiştir. Çünkü günahkâr tövbe ettiği zaman kendisine iyilik yapmış olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ
وَ itiraziyye veya haliyyedir. İstifham harfi مَنْ , mübtedadır. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnad olmasına rağmen haber manalıdır.
İsim cümlesi formunda gelerek sübut ifade eden terkibin müsnedinin, muzari fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
İstifham üslubunda olmasına karşın, soru manası taşımayıp nefy anlamına gelmesi sebebiyle cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İstifham harfi مَنْ bu cümlede nefy manasında olup istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşturmuştur. يَغْفِرُ ,اللّٰهُۖ fiilindeki gizli fail zamirinden bedeldir. Kasr, fiille bedel arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Günahları affedecek olan, Allah’tır. O’ndan başka mağfiret edici yoktur.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi ve tekrarlanması korkuyu ve ikazı artırmak içindir. Bu cümledeki Allah isminde de tecrîd sanatı vardır.
اسْتَغْفَرُوا - يَغْفِرُ kelimeleri arasında iştikak cinası vardır. Hal ve bedel cümlenin anlamını kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Bu ayette geçen وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُ cümlesi itiraziyye cümlesidir. Günahların sadece Allah tarafından bağışlanacağı tenbih edilmektedir. (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler, Fahreddin er-Râzî, Âşûr, Ebüssuûd,)
وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Cümle وَ ’la cevap cümlesine atfedilmiştir. Bu cümlenin hal olması da caizdir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Mecrur mahalde olup يُصِرُّوا fiiline müteallık olan müşterek ismi mevsûl مَا ’da tevcih sanatı vardır. Sılası müspet mazi fiil sıygasındaki فَعَلُوا cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اللّٰهُۖ - الذُّنُوبَ - فَعَلُوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi hal وَ’yla gelmiş isim cümlesi وَهُمْ يَعْلَمُونَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eder. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi uyarılarak dikkati celbedilir.
Hal cümlesi ıtnâb sanatıdır.
Bir hata bir günah işlemek bizi umutsuzluğa düşürmemeli, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeliyiz. Ancak o günahta ısrar etmemeli, hemen tövbe etmeliyiz.
Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur
“İstiğfar eden kimse günahta ısrar etmiş sayılmaz; velev ki bir günde yetmiş kere dönsün. Ve istiğfar ile, büyük günah vasfı kalmaz ve ısrar edilen bir günah da küçük olarak kalmaz.” (Ebüssuûd)
يَعْلَمُونَ [Bilirler] fiilinin iki mef’ûlü mahzuftur, manayı çoğaltmak için böyle gelmiştir.
وَهُمْ يَعْلَمُونَ [Bile bile] ifadesi, يُصِرُّوا fiilinden haldir. Israr etmedeki olumsuzluk ise her iki günaha da yöneliktir yani “Çirkin olduğunu, Allah’ın onu yasakladığını ve ona karşı azap tehdidinde bulunduğunu bile bile günahlarda ısrar edenlerden olmazlar.” demektir. Zira bir fiilin çirkin olduğunu bilmeyen kimse onu işlediğinde mazur olabilir. Bu ayetler iman edenlerin; muttaki, tövbekâr ve ısrarcı olmak üzere üç grup olduklarını; bunlardan ısrarcıların değil, sadece muttaki ve tövbekârların cennete gireceğini kesin bir ifade ile beyan etmektedir. Buna aykırı düşüncede olan biri aklına karşı direnmiş ve Rabbine karşı gelmiş olur. (Keşşâf)