اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
2 | جَزَاؤُهُمْ | onların mükafatı |
|
3 | مَغْفِرَةٌ | bağışlanma |
|
4 | مِنْ | tarafından |
|
5 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
6 | وَجَنَّاتٌ | ve cennetlerdir |
|
7 | تَجْرِي | akan |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
10 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
11 | خَالِدِينَ | sürekli kalırlar |
|
12 | فِيهَا | içinde |
|
13 | وَنِعْمَ | ve ne güzeldir |
|
14 | أَجْرُ | ücreti |
|
15 | الْعَامِلِينَ | çalışanların |
|
Onlar günahlarından dolayı bağışlanma dilemekle birşey kaybetmedikleri gibi darlıkta ve bollukta infak etmekle, öfkelerini yenip insanları affetmekle de bir zarara uğramazlar. Onlar sadece üzerlerine düşeni yaparlar. `…Salih amel işleyenleri bekleyen mükafat ne kadar güzeldir…” Rablerinden bağışlanma… Allah’ın bağışlaması ve sevgisinden sonra altında ırmaklar akan Cennet… Burada hem ruhun derinliklerinde hem de hayatın görünüşünde bir çalışma göze çarpmaktadır. Her ikisi de çalışmadır, harekettir, gelişmedir.
Bu belirgin vasıflarla, surede konu edilen meydan savaşı arasında kuvvetli bir bağ vardır. Nitekim, faiz ya da yardımlaşma düzeninin, müslüman cemaatin hayatında etkisi ve meydan savaşıyla ilişkisi bulunduğu gibi… Konunun başında değindiğimiz gibi bu ruhsal ve toplumsal vasıfların zafer üzerinde de etkisi söz konusudur. İhtiras, öfke ve hatalara galip gelmek, Allah’a dönüp O’nun bağışlamasını ve hoşnutluğunu dilemek, savaş alanında düşmana karşı zafer kazanmak için zorunlu vasıflardır. Çünkü onlar, ihtiras, heva, hata ve günahta ısrar etmeyi temsil ettikleri için düşmandırlar. İnsanoğlunda bunların düşmanlıkları, kişiliklerini, şehvetlerini ve hayat düzenlerini Allah’a, O’nun hayat metoduna ve şeriatına uydurmamalarından kaynaklanmaktadır. Bunun için düşmanlık söz konusu olur. Savaş bunun için çıkar ve cihad bunun için yapılır. Bunların dışında başka bir neden için müslüman, düşmanlık yapamaz, savaş çıkaramaz ve cihad edemez. O sadece Allah için düşmanlık yapar, O’nun için savaşır ve O’nun uğruna cihad eder. Surenin akışı içinde bütün bu direktiflerle savaştan söz edilmesi arasında kuvvetli bir bağ vardır. Nitekim bununla, Rasûlullah’ın (salât ve selâm üzerine olsun) emrine karşı gelmek, karşı gelmeyi doğuran ganimet arzusu, Abdullah b. Ubeyy ve beraberindekilerin ayrılmalarına neden olan kişilik ve hevadan kaynaklanan büyüklenme, surenin akışında değinileceği gibi günaha meyledenlerin yaklaşmasını doğuran günaha karşı zaaf, işleri Allah’a döndürmemekten kaynaklanan düşünce karmaşıklığı, “Bu işte bize bir çıkar var mı?” diye sormaları, bazısının “Bu işte bize bir şey düşseydi burada öldürülmezdik” demeleri gibi savaşa eşlik eden özel şartlar arasında da güçlü bir bağ söz konusudur.
Kur’ân-ı kerim, bu şartların tümünü, surenin akışında örneklerini göreceğimiz gibi eşsiz bir tarzda birer birer ele almakta, aydınlatmakta, içlerindeki gerçekleri yerleştirmeye çalışmakta ve ruhlara onları harekete geçirip canlandıracak bir şekilde temas etmektedir. (Fizilal’il Kur’ân)اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ birinci mübteda olarak mahallen merfûdur.
جَزَٓاؤُ۬هُمْ ikinci mübtedadır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَغْفِرَةٌ ise جَزَٓاؤُ۬هُمْ kelimesinin haberidir.
جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ cümlesi birinci mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
مِنْ رَبِّهِمْ car mecruru مَغْفِرَةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَنَّاتٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la مَغْفِرَةٌ ’e atfedilmiştir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. تَجْرِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. الْاَنْهَارُ kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir.
خَالِد۪ينَ hal olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ’ye müteallıktır.
وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ
وَ istînâfiyyedir. نِعْمَ camid fiildir. Medih fiillerindendir. اَجْرُ kelimesi نِعْمَ ’nin failidir. نِعْمَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; الجنّة şeklindedir.
الْعَامِل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى’dir. Cemi müzekker salimler harfle irablanırlar.
الْعَامِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan عمل fiilinin ism-i failidir.اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
Ayet fasılla gelmiştir. İsm-i işaretin mübteda, جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ cümlesinin haber olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin uzağa mahsus işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenlerin yani müminlerin makamlarının ve faziletteki mertebelerinin yüceliğini göstermek içindir.
جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ cümlesinde, müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur. İsme isnad edilmiş cümle sübut ifade eder.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ cümlesi مَغْفِرَةٌ’a matuf olan جَنَّاتٌ için sıfattır.
خَالِد۪ينَ haldir. Sıfat ve hal dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
رَبِّهِمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
O sıfatları taşıyan insanların mükâfatları, Rablerinden büyük bir mağfirettir. “Rabb” unvanının هِمْ zamirine izafe edilmesi, teşrif ve hükmün illet ve sebebini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
“Elde edilmek istenen (matlûb) şey ikidir: Birincisi, Cenab-ı Hakk’ın ikâbından emin olmak ki Allah buna ‘Rabb Teâlâ’dan bir bağışlanma’ ifadesiyle işaret etmiştir. İkincisi ise kullara mükâfaat vermesidir ki bu da ‘Altlarından ırmaklar akan cennetler ki (onlar) orada ebedi kalıcıdırlar.’ buyurmakla göstermiştir. Daha sonra Cenab-ı Hakk, ‘(Böyle) yapanların mükâfaatı ne güzeldir!’ diyerek onlar için meydana gelen şeyin bir mağfiret olduğunu ve cennetlerin de onların amellerinin bir mükâfatı ve karşılığı olduğunu beyan etmiştir.” Kâdi şöyle demiştir: “Bu ifade, ‘Mükâfat, Allah’ın bir lütfudur, insanların amellerine karşı verilmiş bir karşılık değildir.’ diyenlerin görüşünü iptal eder.” (Fahreddin er-Râzî)
Mükâfatlarının bağışlanma ve cennet olarak ayrıntılanması cem’ ma’at-taksim sanatıdır.
Cennet kelimesinin arkasından gelen تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [Altından nehirler akar.] sözü orada otoritenin bu kişilere ait olduğunu ya da bahçenin en mükemmel şeklinin içinden suyu akan bahçeler olduğuna işaret eder.
وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil نِعْمَ ’nin faili اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ , izafet terkibiyle gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan نِعْمَ’nin mahsusu, mahzuftur. Cümlenin takdiri; نعم أجر العاملين ذلك (Bunu yapanların mükâfatı ne güzeldir.) şeklindedir.
اَجْرُ - تَجْر۪ي kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mükâfatın ücret olarak ifade edilmesi istiare-i temsiliyyedir. Mümin kul, ücretle çalışan bir işçiye benzetilmiştir. Câmi’, yaptığının karşılığını kesin alacak olmasıdır. İşçinin hakkını vermek işveren üzerine kesin bir yükümlülük olduğu gibi Cenab-ı Hakk da amel yapan kuluna sevap vermeyi aynı kesinlikte tekeffül etmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Her iki kelime de aynı manada olup mükâfat anlamına geldiği için Allah Teâlâ, ayetin başında جَزَٓاؤُ۬هُمْ [bunların mükâfatı] buyurduktan sonra اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ [amel sahiplerinin mükâfatı] buyurmuştur. Farklı kelime kullanılması, batıl görüş sahiplerinin iddialarının aksine ceza ve mükâfatın işlenen amele karşılık olarak hak edilmiş ve zorunlu bir son olduğunu kuvvetli bir şekilde ifade etmek içindir. وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ cümlesinde medhin mahsusu, mahzuf olup ibarenin sonunda düşünülebilecek ذلك lafzıdır yani [Amel sahiplerinin mükâfatı olarak ne güzeldir.] mağfiret ve cennetler. (Keşşâf)
العالمين’deki ال, ahd içindir. (Âşûr)
Bu cümle, hatadan sonra tövbe edenlere mahsus bir zeyl mahiyetindedir. Nasıl ki bundan önceki zeyl de daha öncekilere mahsus idi. Zaten iki zeylin mefhumu da iki sınıf arasındaki açık farkı ortaya koyar. (Ebüssuûd, Âşûr)