وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | elbette |
|
2 | صَدَقَكُمُ | size doğruladı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | وَعْدَهُ | (yardım) va’dini |
|
5 | إِذْ | sürece |
|
6 | تَحُسُّونَهُمْ | onları öldürdüğünüz |
|
7 | بِإِذْنِهِ | kendi izniyle |
|
8 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
9 | إِذَا | nezaman ki |
|
10 | فَشِلْتُمْ | siz korktunuz |
|
11 | وَتَنَازَعْتُمْ | ve (birbirinizle) çekiştiniz |
|
12 | فِي | hakkında |
|
13 | الْأَمْرِ | (verilen) emir |
|
14 | وَعَصَيْتُمْ | ve isyan ettiniz |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | بَعْدِ | sonra |
|
17 | مَا |
|
|
18 | أَرَاكُمْ | size gösterdikten |
|
19 | مَا | şey(galibiyet)i |
|
20 | تُحِبُّونَ | sevdiğiniz |
|
21 | مِنْكُمْ | sizden |
|
22 | مَنْ | kiminiz |
|
23 | يُرِيدُ | istiyordu |
|
24 | الدُّنْيَا | dünyayı |
|
25 | وَمِنْكُمْ | ve sizden |
|
26 | مَنْ | kiminiz |
|
27 | يُرِيدُ | istiyordu |
|
28 | الْاخِرَةَ | ahireti |
|
29 | ثُمَّ | sonra |
|
30 | صَرَفَكُمْ | (Allah) geri çevirdi |
|
31 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
32 | لِيَبْتَلِيَكُمْ | sizi denemek için |
|
33 | وَلَقَدْ | andolsun ki |
|
34 | عَفَا | bağışladı |
|
35 | عَنْكُمْ | sizi |
|
36 | وَاللَّهُ | Allah |
|
37 | ذُو | sahibidir |
|
38 | فَضْلٍ | lütuf |
|
39 | عَلَى | karşı |
|
40 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
صَدَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَعْدَهُٓ ikinci mef’ûl bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı, صَدَقَكُمُ fiiline müteallıktır. تَحُسُّونَهُم fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَحُسُّونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِاِذْنِه۪ car mecruru تَحُسُّونَهُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَحُسُّونَهُمْ tef’il babındandır, mef’ûlde çokluk bildirir. “Onlardan bir çok kişiyi öldürüyordunuz.” demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
فَشِلْتُمْ fiili cer mahallinde muzâfun ileyhtir. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
تَنَازَعْتُمْ fiili atıf harfi وَ ’la فَشِلْتُمْ ’e matuftur.
فِي الْاَمْرِ car mecruru تَنَازَعْتُمْ fiiline müteallıktır.
عَصَيْتُم fiili, sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru عَصَيْتُمْ fiiline müteallıktır.
تَنَازَعْتُمْ fiili tefâul babındandır. Tefâul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket; bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark şöyledir: Mufaale babındaki lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) vardır. Bu sebeple tefâul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
اَرٰيكُمْ mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, اَرٰيكُمْ fiilinin ikinci mef’ûludur. İsm-i mevsûlun sılası تُحِبُّونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُحِبُّونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şayet حَتّٰٓى اِذَا […e kadar] edatlarının müteallakı nerededir? dersen, şöyle derim: Burada müteallak mahzuf olup; حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ مَنَعَكُمْ نَصْرَهُ [Siz bozulunca size va’dettiği zaferi geri aldı.] şeklinde takdir edilebilir. Mana; صَدَقَكُمُ اللَّهُ وَعْدَهُ اِلَى وَقْتِ فَشِلْكُمْ [Siz bozuluncaya kadar Allah size verdiği sözde durdu.] şeklinde de olabilir. (Keşşâf)
مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ
مِنْكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يدُ الدُّنْيَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الدُّنْيَا mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
صَرَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنْهُمْ car mecruru صَرَفَكُمْ fiiline müteallıktır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, يَبْتَلِيَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir:
Burada lam-ı ta’lil den sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَن ve masdar-ı müevvel, لِ harfiyle birlikte صَرَفَكُمْ fiiline müteallıktır.
يَبْتَلِيَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
عَفَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَنْكُمْ car mecruru عَفَا fiiline müteallıktır.
وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
Haber olan ذُو, harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti و ’dır.
فَضۡلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru فَضۡلٍ’e müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi ismi faildir. İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ ise mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ tahkik harfi ve kasem lamıyla tekid edilmiş صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ cümlesi zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
بِاِذْنِه۪ۚ ve وَعْدَهُٓ izafetlerinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اِذْنِ ve وَعْدَ şeref kazanmıştır.
تَحُسُّونَهُمْ fiilinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Bu cümle 151. ayetteki سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ cümlesine atfolunmuştur. Bu başlarına gelenler için bir teselli, Allah’ın müminler üzerindeki ihsanının devamı ve müşriklerin kalplerine korku salacaklarına dair vaadinin doğru olduğuna bir işarettir. (Âşûr)
Burada zikredilen الحِسَّ [kırıp geçirmek] fiili Allah’ın onlara verdiği zafer vaadinin gerçekleşmesidir. Çünkü اِذْ edatı mazi için kullanılır. Burada kendisinden sonra muzari gelmesi teceddüt içindir. Yani mazideki kırıp geçirmenin teceddüdünü hikaye etmek içindir. (Âşûr)
Leys, buradaki الْحِسُّ kelimesinin “geniş çaplı bir öldürme” anlamına geldiğini; binaenaleyh buradaki تَحُسُّونَهُمْ tabirinin manasının, “Sizler onları çokça öldürüyordunuz.” şeklinde olduğunu söylemiştir. Ebu Ubeyd, Zeccâc ve İbni Kuteybe de şöyle demektedir: الْحِسُّ kelimesi, öldürerek köklerini kazımak manasına gelir. Nitekim, soğuk kendilerini öldürdüğü zaman جَرَادٌ مَحْسُوسٌ (ölmüş çekirgeler) denir. Her şeyi kasıp kavurduğu zaman سَنِةٌ حَسُوسُ (kırıp geçiren kıtlık…) denir. Buna göre تَحُسُّونَهُمْ tabirinin manası, “Öldürerek onların kökünü kazıyordunuz.” şeklinde olur. İştikak alimleri, bir kimse birisini öldürdüğünde, bunu ifade için حَسَّهُ lafzının kullanıldığını söylemişlerdir. Çünkü o kimse, öldürmek suretiyle maktulü hissiz ve duyarsız bir hale getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ
Cer ve gaye harfi حَتّٰٓى’yı takip eden … اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ, cümlesi mecrur mahalde olup حَتّٰٓى ile birlikte تَحُسُّونَهُمْ fiiline müteallıktır.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan فَشِلْتُمْ şart cümlesidir. Takdiri; منعكم نصره [Sizin ona yardımınıza engel oldu.] olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَتّٰٓى harfi intiha ve gaye içindir. Kendisinden sonraki cümlenin muhtevası
kendinden önceki cümlenin muhtevasının gayesidir. (Âşûr)
Hakk Teâlâ’nın, حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ [Siz gevşeklik gösterdiniz.] ifadesi, zahirine göre şart cümlesi gibidir. Bunun mutlaka bir cevabı olması gerekir. Alimler bu konuda şu iki yolu izlemişlerdir:
Birinci yol: Bu ifade, bir şart cümlesi değildir. Aksine وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ حَتَّى اِذَا فَشِلْتُمْ buyruğunun manası, “Sizden bir gevşeklik ve emir konusunda bir münakaşa sadır oluncaya kadar, muhakkak ki Allah size yardım etmişti.” şeklindedir. Çünkü Cenab-ı Hakk, onların muttaki olmaları ve tâatlara sabretmeleri şartıyla onlara yardım edeceğini va’detmişti. Binaenaleyh onlar korkup, yılgınlık gösterip ve de isyan edince Allah'ın yardımı sona erdi. Bu görüşe göre حَتَِّى lafzı, اِلَى (...caya kadar) manasında olmak üzere bir gaye ifade eder. Binaenaleyh ayetteki, حَتَّى إِذاَ terkibinin manası, اِلَى اَنْ (...caya kadar) veya اِلَى حِينَ (yılgınlık gösterdiğiniz zamana, vakte kadar...) şeklinde olur.
İkinci yol: Cenab-ı Hakk’ın, حَتَّى اِذَا فَشِلْتُمْ buyruğunun bir şart cümlesi olmaya elverişli olmasıdır. Bu görüşe göre alimler, bu şartın cevabı hususunda ihtilaf edip şu izahları yapmışlardır:
Basralıların görüşü olup buna göre buradaki şartın cevabı mahzuftur. Bu kelamın takdiri ise “Derken siz gevşeklik gösterip Allah sevdiğiniz şeyi size gösterdikten sonra isyan ederek emir hususunda çekişince Allah sizden yardımını çekti…” şeklinde olur. Hakk Teâlâ’nın, لَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ “Celalim hakkı için Allah size olan vaadini yerine getirmişti.” buyruğunun manası, böyle bir cevabın takdir edileceğine delalet ettiği için bu cevabın hazfi güzel ve yerinde olmuştur.
Diğer görüşe göre ayetin takdiri şöyle olabilir: “(Allah) size sevmekte olduğunuz zaferi gösterdikten sonra siz gevşeklik gösterip isyan edip emir (işlerin idaresi) hususunda çekişerek iki kısma ayrıldınız: Kiminiz dünyayı, kiminiz de ahireti istiyordu.” Binaenaleyh bu şartın cevabı, “iki kısma ayrıldınız…” ifadesidir. Fakat, ayetteki “İçinizden kimi dünyayı istiyor kimi de ahireti diliyordu.” sözü, aynı faydayı sağlayıp aynı manayı ifade ettiği için bu cevap sözde hazf edilmiştir. Çünkü مِنْ edatı tebîz (kısmîlik) ifade eder ki bu da böyle bir bölünmeyi gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
Allahu Teâlâ, feşel yani “gevşeklik gösterme”yi niçin “çekişme ve isyan etme”den önce zikretmiştir?
Cevap: Okçular, kâfirlerin bozguna uğradığını görüp ganimet elde etme sevdasına düşünce bu arzu yüzünden gönüllerinde orada durma hususunda bir gevşeme meydana geldi. Sonra kendi kendilerine (vicdanlarında), ganimet elde etmek için gidip gitmeme konusunda bir çekişme içine düştüler. Daha sonra daganimet elde etmekle meşgul oldular.
O yerden ayrılmak suretiyle işlenen bu isyan, onlardan sadece bir kısmına ait iken, niçin ayetteki itâb (kınama), umuma yöneltilmiştir?
Cevap: Bu (isyan ettiniz) hitabı, her ne kadar umumi ise de, kendisinden sonra onu tahsis eden (sınırlayan) bir ifade gelmiştir. Bu da “İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de ahireti diliyordu.” sözüdür.
Ayetteki, “arzu ettiğiniz (zafer)i de size gösterdikten sonra…” ifadesinin manası nedir?
Cevap: Bunun maksadı, isyanın büyüklüğüne dikkat çekmektir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın, vaadini gerçekleştirmek suretiyle kendilerine ikram ettiğini müşahede ettiklerinde, onlara böyle bir isyandan kaçınmak gerekirdi. Onlar, böyle bir günaha cesaret edip bunu işleyince Hakk Teâlâ bu ikramını onlardan geri çekmiş ve onlara isyanlarının cezasını tattırmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
اِذَا ’nın اِذ manasında olmasına da cevaz vardır.
فِي الْاَمْرِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَمْرِ [iş], içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü iş, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir.
فِي الْاَمْرِ sözündeki tarif muzâfun ileyhten bedeldir. Yani فِي اَمْرِكُمْ veya شَاْنِكُمْ demektir. (Âşûr)
اِذَا [ne zaman ki] şartının cevabı mahzuftur. Yani siz korkup zafiyet gösterince Peygamberin verdiği emir hakkında çekişip isyan edince Allah yardımını sizden çekti.
Bir görüşe göre anılan şartın gizli cevabı “O zaman iki kısma ayrıldınız.” cümlesidir. Nitekim ayetin bundan sonraki bölümü de bunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)
عَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ cümlesi tezayüf sebebiyle öncesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede ilk مَٓا masdariye, ikinci مَٓا ism-i mevsûldür. Bunun için aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan اَرٰيكُمْ masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber cümlesi olan تُحِبُّونَۜ ise sıladır. İsm-i mevsûlde tevcîh vardır.
فَشِلْتُمْ - تَنَازَعْتُمْ - عَصَيْتُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا تُحِبُّونَۜ savaş ganimeti manasında kinayedir.
فَشِلْتُمْ - تَنَازَعْتُمْ - عَصَيْتُمْ - تُحِبُّونَۜ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ
İstînâfiyye veya itîraziyye olarak fasılla gelen cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ cümlesi, tezat nedeniyle makabline matuftur.
مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا cümlesiyle وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ cümlesi arasında mukabele sanatı, الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةَۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُر۪يدُ - اَرٰيكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
مِنْكُمْ’de tecrîd vardır.
ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ
ثُمَّ ile اِذَا’nın mahzuf cevabına atfedilen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cer ve ta’lil harfi لِ nedeniyle لِيَبْتَلِيَكُمْۚ cümlesi masdar teviliyle صَرَفَكُمْ fiiline muteallıktır.
وَ istînafiyye, لَ mahzuf kasemin cevap harfidir. قَدْ ise tekid ifade eden tahkik harfidir. Kasem cümlesinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cevap cümlesi ile mahzuf kasem cümlesinden oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
مِنْكُمْ - مَنْ - يُر۪يدُ - لَقَدْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Ayetin son cümlesi temasül nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Mesel tarikinde tezyîl olan cümle, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. (Âşûr)
Mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı bünyesinde barındıran Allah ismiyle gelmesi konunun önemine dikkat çekmek, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlenin mütekellimi Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin izafetle marife olması ise veciz anlatım (az sözle çok mana ifade etme) ifade eder.
فَضْلٍ ’deki tenvin tazim, kesret ve nev içindir.
Ayetin son cümlesinde عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ ifadesiyle muhataptan gaibe dönülerek iltifat yapılmıştır.
حُسّ fiili kudret, fikir ve ruhi bakımdan kuşatmak ve üstün gelmek olarak tarif edilmiştir. (Et-Tahkik) Manevi açıdan bir otorite sağlamak demektir. Bu farklı manalar farklı kullanım yerleri dolayısıyladır. Şuur ve fehim ile, zan ve ilimle, nüfuz, kudret ve otorite yönüyle ya da kuvve ve beş duyu yönüyle olabilir.
فَشِلْ; “başarısızlığa uğradı” demektir..
عليهم yerine açık isim olarak عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ kullanılması da müminleri şereflendirmek ve bu lütfun sebebinin iman olduğunu göstermek içindir. (Safvetu't Tefasir)
Cümlesinde مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا [dünyayı isteyenler] cümlesi مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَ [ahireti isteyen] kimselerin önünde zikredilmiştir. Çünkü burada dünyayı ahirete tercih edenlerin daha yaygın ve fazla olduğuna dair bir vurgu yapılmıştır. (Ömer Yılmaz, Zerkeşî’nin El-Burhân Fî Ulûmi’l-Kur’ân Adlı Eserinin Belâgat İlmi Açısından Değerlendirilmesi)
Ayet-i kerimedeki sitem, yerini terk eden kimseler içindir. Sebat gösteren kimseler için değildir. Çünkü yerinde sebat eden, Allah'ın mükâfatına erişmiştir. Bu da şuna benzemektedir. Herhangi bir topluma genel bir ceza isabet edecek olursa, salih kimseler ve çocuklar da helâk olurlar Fakat onların başına gelen bu musibet onlar için bir ceza olmaz aksine bu, onların mükâfat kazanmalarına sebeptir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. (Kurtubî)