سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَنُلْقِي | salacağız |
|
2 | فِي |
|
|
3 | قُلُوبِ | kalblerine |
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | كَفَرُوا | inkar edenlerin |
|
6 | الرُّعْبَ | korku |
|
7 | بِمَا | dolayı |
|
8 | أَشْرَكُوا | ortak koştuklarından |
|
9 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
10 | مَا | şeyleri |
|
11 | لَمْ |
|
|
12 | يُنَزِّلْ | indirmediği |
|
13 | بِهِ | kendilerine |
|
14 | سُلْطَانًا | hiçbir güç |
|
15 | وَمَأْوَاهُمُ | ve gidecekleri yer de |
|
16 | النَّارُ | cehennemdir |
|
17 | وَبِئْسَ | ne kötüdür |
|
18 | مَثْوَى | varacağı yer |
|
19 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
Küfrün, imanla karşılaştığı her savaş için geçerlidir bu vaad. Küfredenlerin, korkmadan ve Allah tarafından kalplerine atılan dehşet duygusu harekete geçmeden müminlerle karşılaştıkları vaki değildir. Ancak önemli olan, müminlerin kalplerinde iman ve birtek Allah’a dostluk duygusu gerçeğinin bulunmasıdır. Bu dostluğa sıkı sıkıya bağlı bulunmaları, Allah’ın ordusunun galip olacağı gerçeği konusunda her türlü söylenti ve kuşkudan soyutlanmaları ve kâfirlerin, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakamayacakları gibi O’ndan kurtulamayacaklarını da bilmeleridir. Görünüşte bu gerçeğe aykırı bir durum belirdiğinde de Allah’ın ayette geçen sözüne içtenlikle güvenip buna göre hareket etmeleri gerekir. Çünkü, Allah’ın sözü, insanların gözlerinin gördüğü ve akıllarının değerlendirdiği herşeyden daha doğrudur.
Kâfirler korkacaklardır. Çünkü kalpleri gerçek bir dayanaktan yoksundur. Çünkü onlar ne bir güce ne de güçlü birine dayanmaktadırlar. Onlar hiçbir güçleri olmayan tanrılarını Allah’a ortak koşmaktadırlar. Çünkü yüce Allah, bu tanrılara hiçbir güç bahşetmemiştir.
“Kendisine hiçbir güç verilmemiş olan nesneler…” deyimi bazen iddia edilen tanrıları, bazen de kof inançları vasıflandırmak için Kur’ân’da sıkça rastladığımız köklü ve temel bir gerçeğe işaret eden derin anlamlı bir deyimdir. (Fizilalil Kur’ân)
Ru’be korku manasındadır. Kur’ân’ı Kerim’de korku için çok çeşitli kelimeler kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Havf Kur’ân’da 124 kere geçmiştir. Vukuundan şüphe edilen zararın vuku bulmasıdır. Şayet birisi zarar edeceğini kesin olarak biliyorsa haif değildir. Reca’da da benzerlik vardır. Şayet kişi fayda sağlayacağını kesin olarak biliyorsa raci olmaz. Havfın zıttı emndir.
Haşyet Kur’ân’da 48 kere geçmiştir. Saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Ayrıca korkulan şeyin varlığıyla ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denilebilir, fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle Ra’d suresi 21’de Rabb’lerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler, buyrulmaktadır.
Hazer Kur’ân’da 21 kere geçmiştir. Zarardan korunma, kaçınma, sakınmadır. Hazer zarara engel olur. Havf olmaz. Korkunun ecele faydası yok denildiğindeki korku havftır.
Rehbe Kur’ân’da 12 kere geçmiştir. Korkunun uzaması ve sürekliliğidir, böylelikle korkuya işlerlik kazandırarak ibadet etmektir. Rehbe, korkusuz bir haldeyken şarta bağlı olarak oluşan korkudur. Bunu zıttının rağbet olmasından anlıyoruz. Rağbet, herhangi bir fayda temin etmek suretiyle korkulardan kurtulmak demektir. Havf zararın gerçekleşeceği şüphesi ile birlikte bulunur. Rehbe ise zararın bir şarta bağlı olarak gerçekleşeceği bilgisi ile birlikte bulunur. Söz konusu şart gerçekleşmezse rehbe de meydana gelmez.
Fez’a Kur’ân’da 6 kere geçmiştir. Bir gece baskını veya şiddetli bir ses esnasında aniden bastıran korkudur ve her an gelebilecek bir mekruh (çirkinlik) sebebiyle kalbin endişe duymasıdır.
Vecel Kur’ân’da 5 kere geçmiştir. Zıttı itminandır. Huzursuz olan, mutmain olmayan biri için kullanılır. Enfal/2’de geçen ‘Onlar ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir (vecilet)’ ayeti Allah’ın azameti ve kudreti anıldığında, Allah’a takdim ettikleri ta’ati yeterli görmedikleri için kalpleri mutmain olmaz, kusurlu olduklarını zanneder de bundan dolayı ıztırap duyarlar anlamınadır.
سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ
Fiil cümlesidir. سَنُلْق۪ي fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
نُلْق۪ي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
ف۪ي قُلُوبِ car mecruru نُلْق۪ي fiiline müteallıktır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الرُّعْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte نُلْق۪ي fiiline müteallıktır.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اَشْرَكُوا fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُنَزِّلْ fiili meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِه۪ car mecruru يُنَزِّلْ fiiline müteallıktır. سُلْطَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَأْوٰي mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُ haberdir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Vav (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fildir. مَثْوَى failidir.
بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; النار şeklindedir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
Burada بِئْسَ fiilinin faili ال’lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ
Tekid ifade eden istikbal harfi سَ’in dâhil olduğu ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin hissettikleri korkuyu etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
Mahallen mansub olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil cümlesi sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kâfirler mevsûlle ifade edilerek hem duruma dikkat çekilmiş hem de tahkir edilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sılası اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَشْرَكُوا fiilinin mef’ûlü olan ikinci ism-i mevsûl مَا ’nın sılası menfi muzari fiil cümlesi olan لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًاۚ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki gaib zamirinden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir. Azamet zamiriyle başlayan cümlede اللّٰهِ lafzının zikri, iltifat ve tecrîd sanatlarıdır.
الرُّعْبَ kelimesi, korkuyla dolmak demektir. (Müfredat)
[Kalplere korku bırakmak] istiare-i tebeiyye ve tecessümdür. ف۪ي harf-i ceri bu korkunun kâfirlerin ta içlerine nüfuz edeceğini bildirir. Korku bırakılan, salınıp gönderilen bir şey değil, insanın içinde duyduğu bir histir. Bu istiare korkunun onları çok etkileyip saracağını, derinden etkileyeceğini ifade eder.
Lâzım; korku bırakacağız. Melzûmu; müminlerden kaçacaklar, savaşlarda mukavemet edemeyecekler manasıdır.
الرُّعْب “Kalpte meydana gelen korku” manasınadır. Bunun asıl manası, “doldurmak”tır. Sel, vadileri ve nehirleri doldurduğunda سَيْلٌ رَاعِبٌ denilir. Korkuya da kalbi korkuyla doldurduğu için, رُعْبٌ denilmiştir.
[İnkâr edenlerin kalplerine korku salacağız.] tabirinin zahiri, bu korkunun bütün kâfirlerin kalplerine düşmüş olduğunu ifade eder. İşte bundan dolayı bazı alimler bu ayeti zahiri manası ile almışlardır. Çünkü İslam'a karşı olan herkesin kalbinde ya savaşırken veya Müslümanlarla tartışırlarken Müslümanlara karşı bir tür korku bulunur. (Fahreddin er-Râzî)
Mantık yollu kelam; yani “şirk koşuyorlar da hadi ellerinde bari bir delilleri olsa” demektir. Bu ifade tariz ve tecrîddir. Sanki Allah'ın hakkında delil indirdiği şeylerle şirk koşmak normalmiş gibi bunlar bir de delilsiz şeyleri şirk koşuyorlar, manasında mübalağadan hezil ifade eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
كَفَرُوا - اَشْرَكُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Hakk Teâlâ’nın, “بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ Allah’a eş koştuklarından dolayı” buyruğuna gelince bil ki buradaki مَٓا lafzı, mâ-i masdariyye olup manası, “Allah'a şirk koşmaları sebebiyle” şeklindedir.
Ayette geçen “sultan” kelimesinin manası, hüccet ve delil demektir. Bu kelimenin izahı hususunda şu görüşler ileri sürülmüştür
a) Bu kelime, kendisiyle kandilin tutuşturulup yandığı “susam yağı” kelimesinden türemiştir. Kendileri sayesinde insanlar haklarını elde edebildikleri için hükümdarlara ve ümerâya “sultanlar” denilmiştir.
b) Arapçada “sultan” kelimesi hüccet demektir. Hüccet ve burhan sahibi olduğu için hükümdara da “sultan” denilmiştir.
c) Leys şöyle demiştir: “Sultan” kudret demektir. Çünkü bu kelime تَسْلِيط kelimesindendir. Bu izaha göre سُلْطَانُ الْمَلِكِ ifadesinin manası, “hükümdarın kuvvet ve kudreti” demektir. Bâtılı defedip savaştırmaya kudreti olduğu için “burhan”a (aklî delile) de “sultan” ismi verilmiştir.
d) İbni Dureyd şöyle demektedir: “Her şeyin sultanı, o şeyin keskinliği demektir. Bu kelime الْلِّسَانُ السِّلِيطُ ‘keskin dil, tenkit edici dil’ ifadesinden alınmıştır. السَّلَاطَةُ kelimesi de keskinlik ve hiddet anlamındadır.” (Fahreddin er-Râzî)
وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Şibh-i kemâl-i ittisâl şeklinde gelen cümle gayrı talebî inşâî isnaddır.
Zem fiili بِئْسَ ’nin mahsusunun mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri النار ’dır.
اَشْرَكُوا - كَفَرُوا - الظَّالِم۪ينَ ve مَثْوَى - مَأْوٰيهُمُ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ [Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür.] Bu cümlede مَثْوَىهم değil de مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ denilerek zamir yerine açık isim getirilmesi sertlik ifade eder ve onların bir şeyi konulması gereken yerden başka bir yere koydukları için yani Allah'a şirk koştuklarını ifade eder. (Safvetu't Tefasir)
“Şu zalimlerin varacağı ateş ne de kötüdür!” cümlesinde zamir makamında zahir ismin الظَّالِم۪ينَ kullanılması, azap ifadesini daha çirkin kılmak, hükmün sebep ve illetini belirtmek ve onların Allah'a ortak koşmakla zalim durumuna düştüklerini, yani bir şeyi hakkı olmayan bir yere koyduklarını zımnen bildirmek içindir. (Ebussuûd)
مَثْوَى kelimesi, insanın karar kılıp varacağı, yerleşeceği yer, mekân demektir. Çoğulu مَثَاوٍ “meskenler, barınaklar” şeklinde gelir. Bu kelime, Arapların ثَوى - يَثْوِى - ثُوِيًّّا tabirlerinden alınmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette geçen sultan kelimesinin aslı kuvvettir. Zeytinyağına selit denilmesi kuvvetli yanmasındandır. (Beyzâvî)