Âl-i İmrân Sûresi 174. Ayet

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ  ...

Bundan dolayı Allah’tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَانْقَلَبُوا geri döndüler ق ل ب
2 بِنِعْمَةٍ bir ni’metle ن ع م
3 مِنَ -tan
4 اللَّهِ Allah-
5 وَفَضْلٍ ve bollukla ف ض ل
6 لَمْ
7 يَمْسَسْهُمْ kendilerine dokunmadı م س س
8 سُوءٌ hiçbir kötülük س و ا
9 وَاتَّبَعُوا ve uydular ت ب ع
10 رِضْوَانَ rızasına ر ض و
11 اللَّهِ Allah’ın
12 وَاللَّهُ Allah
13 ذُو sahibidir
14 فَضْلٍ lutuf ف ض ل
15 عَظِيمٍ büyük ع ظ م
 

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ 


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  انْقَلَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِنِعْمَةٍ  car mecruru  انْقَلَبُوا  fiilindeki failin mahzuf haline müteallıktır. 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  نِعْمَةٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَضْلٍ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  نِعْمَةٍ’e matuftur.

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌ  cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَمْسَسْهُمْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سُٓوءٌ  fail olup lafzen merfûdur.

انْقَلَبُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب’dir. Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.        


  وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اتَّبَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  رِضْوَانَ  mef’ûlun bihtir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اتَّبَعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi  ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti  و ’dır.  الْفَضْلِ  muzâfun ileyhtir.  الْعَظ۪يمِ  ise  الْفَضْلِ’nin sıfatıdır.
 

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ 


Ayet atıf harfi  فَ  ile mahzufa atfedilmiştir. Takdiri;  وخرجوا مع النبي  [Peygamber ile birlikte çıktılar.] olabilir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِنِعْمَةٍ ,وَفَضْلٍ  kelimelerinin nekre gelişi tazim ve nev ifade eder. Ayrıca tenvin burada azlık ifade eder. Çünkü Allah tarafındandır. O’nun tarafından olan az birşey aslında çok büyüktür. Kaynağının  Allah Teâlâ olduğu belirtilerek nimetin  ve faziletin tazimi artırılmıştır.

نِعْمَةٍ’deki  بِ  mülabese içindir. Yani  مُلا پِسِنَ لِنِعْمَة وَفَضْلٍ مِنَ الله  demektir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

بِنِعْمَةٍ - وَفَضْلٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Nimetten sonra faziletin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. 

Bu cümle, kelamın siyakından anlaşılan bir cümleye atıftır. Yani Peygamber (s.a.) ve ashab-ı kiram Bedr’e gittler, o vaadi yerine getirdiler ve Allah Teâlâ’nın lütfu ile sağ salim ve ticarette de büyük bir kazanç elde ederek geri döndüler. (Ebüs.suûd)

Hakk Teâlâ, فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ  [Allah’tan bir nimet ve lütuf ile geri geldiler] buyurmuştur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), savaş için çıkmıştı. Buna göre mana, [Onlar çıktılar ve geri döndüler.] şeklindedir. Binaenaleyh ayette, “çıkma” hususu hazfedilmiştir. Çünkü “geri geldiler” sözü ona delalet etmektedir. (Ebüssuûd - Âşûr)

Hakk Teâlâ’nın, بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ  [Allah’tan bir nimet ve fazl ile] ifadesinde, Mücahid ve Süddi, buradaki  نِعْمَةٍ’in, afiyet (belasız olarak dönme) ve فَضْلٍ’ın da ticaret olduğunu söylemişlerdir. Ayetteki  نِعْمَةٍ’ın dünya menfaatlerini, فَضْلٍ’ın da ahiret sevabını ifade ettiği söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Ebüssuûd)

 لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ  cümlesi müekket hal olarak وَ ’sız gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ  ifadesinde mef’ûlün takdimi tahsis için ve tehir edilmesi durumunda mana bozukluğu söz konusu olacağı içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)  

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ  [Onlara kötülük dokunmadı.] ifadesinde dokunmak kelimesi mecaz-ı mürseldir. Dokunmak, eleme sebep olur. O halde sebep zikredilmiş müsebbep kastedilmiştir. Bu ifadedeki ‘dokunmak’ fiilinde istiare de düşünülebilir.

سُٓوءٌۙ ’deki tenvin, kıllet ve nev içindir. ‘Hiçbir’  manasındadır. Olumsuz siyakdaki nekre umum ifade eder.

سُٓوءٌۙ  - فَضْلٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ [Onlara kötülük dokunmadı] isnad-ı mecazîdir. Onlar bir kötülük yaşamadı ifadesi yerine masdara isnad yapılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ

 

Tezayüfle  فَانْقَلَبُوا ’ya atfedilen  وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رِضْوَانَ اللّٰهِۜ  izafetinde  اللّٰهِ  ismine muzâf olan  رِضْوَانَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayetin son cümlesi tezayüf nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Mesel tarikinde tezyîl olan cümle, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْعَظ۪يمِ kelimesi الْفَضْلِ kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve konunun önemini, işin büyüklüğünü vurgulamak için alem isimle marife olmuştur. 

Müsnedin izafetle marife olması ise veciz anlatım (az sözle çok mana ifade etme) ifade eder. 

اللّٰهُ  ve  فَضْلٍ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette ilk geçen  فَضْلٍ  kelimesi, sahabelerin elde ettiği ahiret sevabına ve ticaret kârına işarettir. [Allah büyük ihsan sahibidir.] cümlesindeki  فَضْلٍ  kelimesi ise Allah Teâlâ’nın rahmetidir, daha umumi manalıdır. İkisi arasında cinas-ı tam mümasil vardır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

Allah kendi lütfundan onlara, imanda sebat ve cihada koşmakta muvaffakiyet, dinde salâbet (sağlamlık), düşmana karşı cüret, üzüntü verici şeylerden himayenin yanı sıra büyük menfaatler elde etmiş olma nimetlerini de bahşetti. Bu itibarla bu ayet, bu sefere katılmamış olan sahabiler için hayıflandırma anlamı taşır ve fikirlerinde yanıldıklarını gösterir. Nitekim onlar, sefere katılanların elde ettikleri maddi ve manevi nimetlerden kendi nefislerini mahrum ettiler. (Ebüssuûd)