Âl-i İmrân Sûresi 18. Ayet

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ  ...

Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 شَهِدَ şahiddir (ki) ش ه د
2 اللَّهُ Allah
3 أَنَّهُ şüphesiz
4 لَا yoktur
5 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
6 إِلَّا başka
7 هُوَ O’ndan
8 وَالْمَلَائِكَةُ ve melekler م ل ك
9 وَأُولُو ve sahipleri ا و ل
10 الْعِلْمِ ilim ع ل م
11 قَائِمًا gözeten ق و م
12 بِالْقِسْطِ adaletle ق س ط
13 لَا yoktur
14 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
15 إِلَّا başka
16 هُوَ O’ndan
17 الْعَزِيزُ azizdir ع ز ز
18 الْحَكِيمُ hakimdir ح ك م
 

“La ilahe illallah”ın ilk olası sonucu ve ilk belirtisi adalettir. Mekki surelerin en önemli konusu “la ilahe illallah” bilincini yerleştirmekti… Henüz kurban ayeti, miras ayetleri, boşanma ayetleri gelmeden önce “tartıda adaleti emreden Mutaffifin, kız çocuklarının öldürülmemesi gerektiğini içeren Tekvir suresi, dini yalanlayanı uyaran Maun suresi gelmiştir. Yani ilk inen ayetlerle iman edenlerden beklenen değişiklik “adil” olmalarıdır. “La ilahe illallah” sayesinde Hz. Bilal ve Hz. Ebubekir aynı safta namaza durmuştur. İslam adaleti emreder.

Allah şahittir, muhakkak ki o, ondan başka ilah yoktur, ve melekler ve ilim sahipleri ve doğruluk üzerine yaşayanlar (şahittir). Ondan başka ilah yoktur. (Bu ifade tekrar edildi). Aziz ve Hakimdir.

Bu ayetin de ism-i azam olduğu söyleniyor. Namazlardan sonra okunmasının çok faziletli olduğu söylenmiş. 

Allah’ın şahit olması şöyle açıklanabilir: Ezelde Allah’tan başka hiçbir şey mevcut değildi. Dolayısıyla şahit olacak başka kimse de yoktu. Bize de öğretiyor ki, siz de bunu taklid edin, La ilahe illallah’ı söyleyin. Yani bu ayetin talim için geldiği söylenir.

 

Kıst ile adl arsında anlam yakınlığı vardır.

Adl, “iki müsavi şey arasındaki eşitlik”tir. Qıst ise “paylaştırma ve cüzlere ayırmak”tır.

Adl iki taraf arasında olur, “yani iki taraf arasındaki eşitlik”tir. İki taraf arasındaki denklik ve eşitliğe delâlet etmek için mekân zarfı olan beyne ile müteaddî olur.

Qıst'a gelince, “güzel bir şekilde paylaştırmak” demektir. أَقسطَ في تعامله مع الناس [İnsanlarla ilişkilerde hakkı gözetir] denir. Yani, “her hak sahibine hakkını ve payını, tam ve eksiksiz olarak verir” demektir. “Paylaştırmak ve hakkın, hissenin çıkarılması” manasındadır.

يُقْسِطُ fiili payın tam verildiğine delâlet etmek için, وَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى [Eğer, yetîmler hakkında qıst yapamamaktan korkarsanız] şeklinde olduğu gibi, kendisinden sonra gelen فِي harfi ile müteaddî olur. Güzel muamele ve hakkın yerine getirildiğine delâlet için اِلَى harfiyle de gelebilir. (Vakafat-Halidi, Nisa/3) 

 

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ


Fiil cümlesidir.  شَهِدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  ب  harf-i ceri ile birlikte  شَهِدَ  fiiline müteallıktır. 

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. 

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُو  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَٓا  cinsi nefyeden harftir.  اِلٰهَ  ismidir.  اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

الْمَلٰٓئِكَةُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Faildir. اُو۬لُوا  kelimesi lafza-i celâle matuftur. Ref alametiو ’dır. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır. 

 الْعِلْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  قَٓائِمًا  hal olup fetha ile mansubtur.  بِالْقِسْطِ car mecruru ism-i fail olan  قَٓائِمًا ’e müteallıktır. 


 لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ


لَٓا  cinsi nefyeden harftir.  اِلٰهَ  ismidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.  الْعَز۪يزُالْحَك۪يمُ  kelimeleri mahzuf mübtedanın iki haberidir. Takdiri  هو  şeklindedir.



 

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Âşûr, شهد’nin lüzumiyet alakası ile mecaz veya tebe-i istiare veyahut da teşbih olduğunu söyler.

Muhammed b. Saib el- Kelbî de diyor ki: “İki Yahudi alimi, Peygamber (sav) ile görüşmek üzere yola çıktılar. Medine’yi gördükleri zaman biri diğerine dedi ki: ‘Bu şehir, ahir zamanda zuhur edecek Peygamberin (kitaplarımızda tarif edilen) şehrine ne kadar benziyor!’ Peygamberin (sav) huzuruna girdiklerinde, O’nu bütün sıfatları ile tanıdılar ve: ‘Sen Muhammed’sin değil mi?’ dediler. O, ‘Evet’ buyurdu. Onlar, ‘Senin bir adın da Ahmed’dir değil mi?’ dediler. Peygamber (sav), ‘Muhammed de Benim, Ahmed de Benim!’ buyurdu. Onlar, ‘Biz Sana bir şey soracağız. Eğer onu bize haber verirsen Sana iman eder ve davanı tasdik ederiz.’ dediler. Peygamber, ‘Sorun!’ buyurdu. Onlar da: ‘Allah’ın kitabındaki en büyük şehadeti bize haber ver.’ dediler. İşte o zaman Allah bu ayeti indirdi, onlar da Müslüman oldular.” (Fahreddin er-Râzî)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet ve muhabbet duyguları uyandırmak amacına matuftur. 

اَنَّ ’nin dâhil olduğu isim cümlesinin haberi, kasrla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Bu cümle masdar teviliyle takdir edilen  ب  harfi ile شَهِدَ  fiiline müteallıktır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi  اِلٰهَ  olan  لَٓا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri  حق (gerçektir) veya  موجود (vardır) olabilir. 

هُوَ , mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَٓا ve اِلَّا ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Kasr لَٓا’nın haberi ve ismi arasındadır. اِلٰهَ sıfat / maksûr, هُوَۙ mevsûf / maksûrun aleyhtir. Kasr-ı hakiki ve kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. الْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ kelimeleri اللّٰهُ lafzına matuftur. بِالْقِسْطِۜ, müekked hal olan قَٓائِمًا ’e müteallıktır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Cümlede  بِ  harfinin  ve  لَٓا’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

O’nun tek ilah olduğuna şahit olanların Allah, melekler ve akıl sahipleri olarak sayılması taksim sanatıdır.

Burada şehadete ikrar ve imanı da kapsayan genel ve mecazî bir anlam yüklemek suretiyle melekler ve ilim sahipleri, ism-i celâle (Allah'a) atfedilmiştir. Yani melekler de bunu ikrar ettiler ve ilim sahipleri de buna iman ettiler. Tekvînî (kâinattaki) ve teşriî delillerle buna hüccet getirdiler, demektir. (Ebüssuûd)

Ayetin başında Allah’ın zatının kemâli anlatıldıktan sonra “adaletle kâim/adil” yani “bütün işlerinde adaleti ayakta tutan” ifadesiyle de Allah’ın fiillerindeki kemal açıklanır. Allah’ın bu sıfatının, melekler ve ilim sahiplerinden sonra zikredilmesi meleklerin ve ilim sahiplerinin mertebelerinin yüksekliğini ve Allah'a yakınlıklarını zımnen belirtmek bir de tevhidin yüce şanına binaen onun şahitlerini bir an önce bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

[Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de…] اُو۬لُوا الْعِلْمِ [İlim sahipleri] adları geçen ve övülen kimselerdir. Onların bu şahitlikte bulunmaları kendileri için yapılan övgülerin en üst seviyeye ulaştırılması anlamına gelir. Kendilerinden önce Allah Teâlâ ve melekler zikredilmiştir. Bir görüşe göre  شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ  [Allah şahitlik etti.] ifadesi “Bu durumu haber verdi.” anlamındadır. Meleklerin ve ilim sahiplerinin şahitliği de böyledir. (Onların başında da “Allah haber verdi.” ifadesi takdir edilir.) İfadenin şahitlik kelimesiyle sınırlanması haberi pekiştirmektedir. “Senin şöyle olduğuna şehadet ederim.” şeklindeki ifade dilde yaygın olarak kullanılır. Aynı durum (belirli bir hususun şahitlik kelimesi ile tekid edilmesi) müezzinin ezanda okuduğu şehadet kelimesinde, namaz kılanın oturduğu zaman teşehhüt okumasında (ettehiyyatü duasında şehadet kelimesinde), İslam’a giren kimsenin okuduğu kelime-i şehadette de söz konusudur. Ancak tehlîl ismiyle kısaca ifade edilen  لا إلَهَ إلّا اللَّهُ  kelimesi tamdır (başında şahitlik kelimesi yer almaz), buna karşılık kelime-i şehadette aynı ifade “şahitlik ederim” ifadesi ile tekid edilir. [Ancak Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de buna şahitlik eder. Ve şahit olarak Allah kâfidir. (Nisa 4/166)] ayetinde de benzer bir kullanım vardır.  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

Allah, kainatta enfüsî (öznel) ve afakî (nesnel) deliller yaratarak vahdaniyetini (birliğini) apaçık ortaya koymuş ve bunu ifade eden teşriî ayetler indirmiştir. Bu mananın şehadet olarak tavsifi, mecazî olup mevcut delillerin matlubun ispatındaki kuvvetlerini ve inkârın ne kadar anlamsız olduğunu ifade içindir. (Ebüssuûd)

قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ  yani taksim ettiği rızık ve ecel, verdiği sevap ve ceza, kullarına verdiği birbirlerine insaflı olma ve aralarında eşit bir şekilde muamelede bulunma emri gibi konularda adaleti sağlayarak, demektir. (Keşşâf)

 

 لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi اِلٰهَ olan لَٓا’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri  حق (gerçektir) veya  موجود (vardır) olabilir. 

هُوَ mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَٓا  ve اِلَّا  ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ takdiri هُوَ olan mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.

Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır ve aralarında muvazene sanatı vardır.

Bu iki sıfat, medih içindir.

Kasr ve müsnedin marife olmasıyla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Burada إلّا menfi bir şeyden istisna için gelmiştir. Olumsuz ilah cinsinden, bir ferd istisna edilmiştir. لا’nın haberi böyle yerlerde çoğunlukla olduğu gibi burada da hazfedilmiştir. Çünkü bu  لا  harfi, cinsi olumsuzlar. Habere ihtiyaç duymaz. Sadece لا رَجُلَ في الدّارِ (Evde kimse yok) gibi isim veya harfin olmasını istemedikleri zaman veya haberin yerini tutacak bir şey olduğu zaman haberi hazfederler. لا إلَهَ إلّا اللَّهُ gibi. (Âşûr)

الْعَز۪يزُ ismi لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ [kelime-i tevhid]’e,  الْحَك۪يمُۜ ismi قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ  ifadesine münasiptir. Teşâbüh-i etrâf vardır.

Bu tevhid ifadesinin tekrarı, anlamı tekid etmek (kuvvetlendirmek, güçlendirmek), tevhid delillerini öğretmeye ziyadesiyle itina göstermek, delilleri ortaya koyduktan sonra varılan hükmü anlatmak, Azîz ve Hakîm sıfatlarıyla bağlantı kurmak ve bunların Allah’ın sıfatları olduğunu bildirmek içindir. Azîz sıfatının, Hakîm sıfatından önce zikredilmesi de Allah'ın kudretine (Azîz sıfatının manasına) olan ilmin, O’nun hikmetine olan ilimden önce geldiğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk, “(O), Azîz ve Hakîmdir.” buyurmuştur. “Azîz”, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin, “Hakîm” ise ilminin mükemmelliğine işaret etmektedir. İlahın ancak bu iki sıfatla ilah olması mümkündür. Çünkü ilahın adaleti ayakta tutması, ancak ihtiyaçların hepsinin miktarını bilip mahlukatın işlerini yaratmaya kadir olmakla tam olur. Allah, “Azîz” vasfını “Hakîm” vasfından önce getirmiştir. Çünkü O’nun kudretini bilmek, istidlal yoluyla bilgi elde etmede, O’nun Alîm olduğunu bilmeden önce gelir. İstidlalî bilgilerde bu önce olduğu için ve hitap istidlal eden insanlara yapıldığı için Allah, izzet sıfatını hikmet sıfatından önce zikretmiştir. (Fahreddin er- Râzî)

 Önceki cümleyi tekid için yapılan bu tekrarda reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bakara 163. ayetle aralarında reddü'l-acüz ale’s-sadr vardır. 

الْعَز۪يزُ  ve   الْحَك۪يمُۜ  sıfatlarının atıfsız gelmesi, bu iki vasfın birlikte Allah Teâlâ’da kemâl derecede mevcut olduğunun göstergesidir.

 الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُۜ kelimelerinin arasında ve bu sıfatların ayetin bağlamıyla olan uyumunda mürâât-ı nazîr vardır. 

Yüce Allah’ın kendisinden başkasının kudret yetiremeyeceği, kendine mahsus fiilleri ile ve tevhide delalet eden İhlas Suresi, Ayete’l-kürsî ve benzeri vahiyleriyle vahdaniyetini göstermesi, bir şahidin açıklığa kavuşturma ve ortaya çıkarma noktasındaki şahitliğine benzetilmiştir. Aynı şekilde meleklerin ve ilim ehlinin bunu ikrar etmeleri ve delillendirmeleri de bu şehadete benzetilmiştir.  ُالْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُۜ  ْAllah Teâlâ’nın zatını nitelemiş olduğu vahdaniyet ve adaleti teyit eden iki sıfattır. Yani O, kendisine bir başka ilahın asla galip gelemeyeceği Azîz ve fiillerinde adaletten şaşmayan Hakîm’dir. (Keşşâf)