ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلاً مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَٓاءَ ف۪ي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَاَنْتُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخ۪يفَتِكُمْ اَنْفُسَكُمْۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ضَرَبَ | misal verdi |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | مَثَلًا | bir benzetmeyle |
|
4 | مِنْ | -den |
|
5 | أَنْفُسِكُمْ | kendiniz- |
|
6 | هَلْ | -mı dır? |
|
7 | لَكُمْ | sizin için var- |
|
8 | مِنْ | -dan |
|
9 | مَا |
|
|
10 | مَلَكَتْ | bulunanlar(köleler)- |
|
11 | أَيْمَانُكُمْ | sizin ellerinde |
|
12 | مِنْ | -dan |
|
13 | شُرَكَاءَ | ortaklar- |
|
14 | فِي |
|
|
15 | مَا | şeylerde |
|
16 | رَزَقْنَاكُمْ | sizi rızıklandırdığımız |
|
17 | فَأَنْتُمْ | sizinle |
|
18 | فِيهِ | onda |
|
19 | سَوَاءٌ | eşit olan |
|
20 | تَخَافُونَهُمْ | onlardan çekindiğiniz |
|
21 | كَخِيفَتِكُمْ | çekindiğiniz gibi |
|
22 | أَنْفُسَكُمْ | birbirinizden |
|
23 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
24 | نُفَصِّلُ | biz açıklıyoruz |
|
25 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
26 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
27 | يَعْقِلُونَ | aklını kullanan |
|
Kur’an’ın bazı konular için insanların yakın çevrelerindeki olay veya ilişkilerden temsil getirme üslûbunun bir örneğini yansıtan 28. âyette, Allah’a şirk koşma, yani O’nu tanrı kabul etmekle beraber başka bazı varlıkları da tanrılıkta O’na ortak olarak görme yaklaşımının, özündeki sakatlığın yanı sıra, aynı zamanda çelişkiler içeren bir tutum olduğu, efendi-köle örneği üzerinden somut bir anlatımla ortaya konmaktadır. Bu örnek özetle “Sizinle aynı türden olan köleyi efendisine eşit saymıyorsunuz da yaratılmış olanı yaratıcısına nasıl eşit görürsünüz?” manasında bir eleştiri ve uyarı anlamı taşımaktadır. “Kendinizden bir örnek veriyor” ifadesini, “kendi telakkinizden, efendi-köle uygulamanızdan”, kolay tahlil edebileceğiniz bir örnek veriyor” şeklinde yorumlamak mümkün olduğu gibi, bunun “Unutmayın ki siz nihayet yaratılmış, âciz varlıklarsınız, buna rağmen Allah iyi bir muhâkeme yapmanıza fırsat vermek üzere sizi bile bu mukayesede temel alma lutfunda bulunmaktadır” gibi bir anlam taşıdığı (Râzî, XXV, 118) ve insanları Allah’a karşı edebe davet etmeyi amaçladığı düşünülebilir.
Âyetin “elinizin altında bulunan köleleriniz” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmını yorumlarken öncelikle Kur’an’ın geldiği dönemde yaygın ve yerleşik bir uygulaması bulunan köleliğin hatırlanması gerekir. Beşerî ilişkiler içinde “sahiplik” kavramının en üst düzeyde kullanımına imkân vereni efendilik-kölelik ilişkisidir. Fakat bunda dahi birincisi diğerinin varlık sebebi, yaratıcısı olmak bir yana, –İslâmî kurallara göre– onun üzerinde ölüm dirim hakkına sahip değildir, hatta birçok konuda birbirleriyle eşit tutulmuşlardır; ontolojik açıdan da aralarında bir fark bulunmamaktadır. Kaldı ki “size verdiğimiz rızıklarda” ifadesinin içerdiği uyarıya dikkat edilirse, size ait olan şeyler gerçekte sizin değil Allah’ın size vermiş olduklarıdır, O’na ait olanlar ise hakiki anlamda da O’nundur. Böyle olduğu halde efendiler kölelerinin kendileriyle eşit haklara sahip olmasına rıza gösterirler mi ve diğer hür ortaklarıyla olan ilişkilerinde olduğu gibi onlardan çekinirler mi? Meselâ kârın bölüşümünde ortaklarının haksızlık yapmasından endişe ettikleri gibi kölelerinin de böyle bir hak gasbında bulunabileceğinden endişe ederler mi? Asla! Zaten onlarla bir paylaşım içine girmeye razı olmazlar ki! Bu hususları göz önüne aldıktan sonra cevaplanması gereken soru şu olmaktadır: Peki evrendeki bütün varlıkların yegâne yaratıcısı, gerçek sahibi ve mâliki olan Allah Teâlâ’ya O’nun bu yarattıklarından bazılarını ortak saymak büyük bir tutarsızlık değil midir? 28. âyetin “Birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekindiğiniz” şeklinde çevrilen kısmı, “O taptıklarınızın ne yarar ne zarar verme gücü olmadığına göre birbirinizden korktuğunuz gibi onlardan niye korkasınız ve korkup da onlara niye tapasınız ki!” şeklinde de açıklanmıştır. Yine bu kısma “Kendinizi saydığınız gibi saydığınız” anlamı da verilmiş ve şöyle bir yorum yapılmıştır: Sizin tanrılık yakıştırdığınız varlıklar için, “Onlar Allah katında bizim için şefaatçi oluyorlar, bu sebeple onlara tapıyoruz” şeklindeki bahaneniz de tutarsızdır, çünkü siz, kendiniz gibi hür kimselere gösterdiğiniz saygıyı kendinizle aynı nitelikleri taşıyan kölelerinize göstermiyorsunuz ki yine Allah Teâlâ’nın mülkiyetinde olan fakat O’nunla hiçbir benzerliği bulunmayan varlıklara aynı hürmeti gösteresiniz! (Râzî, XXV, 118-119).
Öte yandan bu temsilin anlaşılması için konuyu daima hukukî bir statü olarak efendi-köle ilişkisi çerçevesinde ele almak zaruri değildir. Hatta temsilin teması açısından, “sahiplik” fikri ve duygusunun daha zayıf ve sınırlı olduğu ilişkilerden yararlanılması evleviyetle mümkündür. Meselâ bir fabrikanın sahibi orada çalıştırdığı işçilerin emeğini satın aldığı ve bu emeğe mâlik olduğu fikri ve duygusuyla hareket eder; sosyal mülâhazalarla işçi hakları konusunda ne kadar mesafe alınırsa alınsın, onların kendisine ait bütün mal varlığı hatta sırf o fabrikanın mülkiyeti üzerinde eşit haklara sahip olmasına razı olmaz. Yine, âyetin anlamının Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinin şirk tarzı ile sınırlı düşünülmemesi gerekir. Âyetin bütün zamanlar ve coğrafyalar için geçerli olan mesajı şudur: Hangi saikle ve hangi biçimde olursa olsun, Allah’ın yegâne yaratıcı olduğu, mutlak iradesini hiçbir gücün sınırlayamayacağı gerçeği ile bağdaşmayan her inanç ve O’ndan başkasına kulluk etme veya kullukta başkasını aracı kılma anlamı taşıyan her davranış şirktir ve âyette vurgulanan çelişkiyi taşır.
29. âyetin “zulme saplanmış olanlar” şeklinde çevrilen kısmı ile şirke saplanıp kalmış olanların kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü zulüm, her şeyi yerli yerince yapmak ve her hak sahibine hakkını vermek demek olan adaletin zıddıdır; şirk de sadece Allah’ın hakkı olan tanrılık sıfatında başkalarını O’na ortak etmek anlamına geldiğinden çok büyük bir haksızlıktır, meselâ Lokman sûresinin 13. âyetinde bu husus açık bir şekilde ifade edilmiştir (Zemahşerî, III, 204). “Allah’ın şaşırttığını artık kim doğruya iletebilir?” ifadesinden Allah’ın hiçbir sebebe bağlı olmadan bazı kimseleri şaşırttığı düşünülmemelidir; zira bu ve başka birçok âyetteki açıklamalar ışığında, mezkûr ifadeyle şu mânanın kastedildiği ortadadır: Bütün uyarı ve delillere rağmen, bir bilgiye dayanmadan, sırf kişisel arzu ve hevesleri peşinde gitmeyi yeğledikleri için bu haksız tutumlarında ısrar eden kimseleri Allah kendi şaşkınlıkları ile baş başa bırakır, bu durumda artık onları kimse doğruya eriştiremez.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 310-312
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلاً مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru ضَرَبَ fiiline mütealliktir.
مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ اَنْفُسِكُمْ car mecruru مَثَلاً mahzuf sıfatına mütealliktir.
هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَٓاءَ ف۪ي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَاَنْتُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخ۪يفَتِكُمْ اَنْفُسَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. هَلْ istifham harfidir. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
ماَ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle birlikte شُرَكَٓاءَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ 'dur. Îrabdan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harfi zaiddir. شُرَكَٓاءَ muahhar mübteda olarak takdiren merfûdur.
( مِنْ ) nefy, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341)
مَا müşterek ism-i mevsûl ف۪ي harf-i ceriyle birlikte شُرَكَٓاءَ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقْنَاكُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
رَزَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi )
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru سَوَٓاءٌ ‘e mütealliktir. سَوَٓاءٌ haber olup lafzen merfûdur.
تَخَافُونَهُمْ fiil cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
تَخَافُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَخ۪يفَتِكُمْ car mecruru mahzuf mef’ûlun mutlaka mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسَكُمْ kelimesi masdar olan خ۪يفَتِكُمْ ‘un masdarının mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgileri olmadığından isimdirler.
Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır:
1.Tenvinli olmalıdır.
2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare نُفَصِّلُ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُفَصِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru نُفَصِّلُ fiiline mütealliktir. يَعْقِلُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُفَصِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلاً مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim, Allah Teâlâ’dır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , ihtimam için mef’ûl olan مَثَلاً ’e takdim edilmiştir.
Benzetilen ile benzeyen arasında bir benzerliğin bulunması gerekir. Eğer bu ikisi arasında bir benzerlik değil de bir zıtlık olursa, bu durum (vaziyete göre) bazen o teşbihi tekid eder. (Fahreddin er-Râzî)
هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَٓاءَ ف۪ي مَا رَزَقْنَاكُمْ
Fasılla gelen cümle مَثَلاً ’den bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
İsim cümlesi formunda, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur, mahallen merfû شُرَكَٓاءَ , muahhar mübtedadır.
Harf-i cerle birlikte شُرَكَٓاءَ ‘nın mahzuf haline müteallik ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Ayetteki ikinci ism-i mevsûl مَا , mübteda olan شُرَكَٓاءَ ’ye mütealliktir. Sılası olan رَزَقْنَاكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاَنْتُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخ۪يفَتِكُمْ اَنْفُسَكُمْۜ
Cümle, فَ harfiyle …هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اَنْتُمْ mübteda, سَوَٓاءٌ haberdir. İstifhama dahil, sübut ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهِ , ihtimam için amili olan سَوَٓاءٌ ’a, takdim edilmiştir.
تَخَافُونَهُمْ كَخ۪يفَتِكُمْ اَنْفُسَكُمْۜ cümlesi, اَنْتُمْ ’un ikinci haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَخ۪يفَتِكُمْ , mahzuf mefulu mutlaka mütealliktir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
تَخَافُونَهُمْ - كَخ۪يفَتِكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَنْفُسَكُمْۜ - مِنْ kelimelerinin tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şayet مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ - مِنْ مَا مَلَكَتْ ve مِنْ شُرَكَٓاءَ ifadelerinde geçen birinci, ikinci ve üçüncü مِنْ arasında ne fark vardır? dersen şöyle derim: Birincisi başlangıç içindir; adeta şöyle buyurmaktadır: O size bir mesel getirdi ve onu size en yakın şeyden yani kendinizden çıkardı, uzağa gitmedi. İkincisi, kısmîlik anlamı vermek için; üçüncüsü ise olumsuzluk mecrasında kullanılan soruyu pekiştirmekte olup zaid olarak getirilmiştir. Buna göre mana şöyledir: Köleleriniz de sizin gibi olduğu, yani sizin gibi beşer ve sizin gibi Allah kulu oldukları halde, size verdiğimiz mallarda ve diğer şeylerde onlardan bazısının size ortak olmasına, yani size verdiğimiz şeylerde hür ve köle arasında bir üstünlük olmadan siz ve onların eşit seviyede olmanıza; özgür ortakların birbirinden çekindikleri gibi, onlar olmadan bağımsızca hareket etmekten ve onların görüşlerini almadan bir iş yapmaktan çekinir halde olmaya razı olur musunuz? (Keşşaf)
Allah Teâlâ, iki delilden sonra yeniden yaratmayı ve ona kādir oluşunu bir misal ile açıklayınca, bir delilden sonra, kendisinin birliğini de bir misal ile açıklamıştır. Bu misalin manası şudur: Bir kimsenin kölesi nasıl malında ona ortak yapılmadığı, efendilere verilen kredi ve itibar onlara verilmeyeceğine göre, Allah'ın kulları ve mahlukları nasıl Allah'ın ortağı olabilir ve nasıl onlar için kendilerine tapılmayı gerektirecek, Allah'ın ululuğuna denk bir ululukları bulunabilir? (Fahreddin er-Râzî)
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَذٰلِكَ , amili نُفَصِّلُ olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ car mecruru نُفَصِّلُ fiiline mütealliktir.
Muzari fiil sıygasındaki يَتَفَكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari sıygada gelen cümle teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/28, c. 5, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
ضَرَبَ - نُفَصِّلُ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Ayetler, herkes için açıklandığı halde burada aklını kullananlara tahsis edilmiş, çünkü ayetlerden faydalananlar onlardır. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, "işte Biz, ayetleri aklını kullanacak bir topluluk için böyle açıklarız" buyurmuştur. Bu, "Biz ayetlerimizi inanan akıllı kimseler için deliller, kesin burhanlar, meseller ve ikna edici sözlerle açıklıyoruz, yani bu iş bundan sonra ancak aklı olmayanlar için gizli kalır" demektir. (Fahreddin er-Râzî)