وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا وَلّٰى مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْراًۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | تُتْلَىٰ | okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِ | ona |
|
4 | ايَاتُنَا | ayetlerimiz |
|
5 | وَلَّىٰ | sırtını döner |
|
6 | مُسْتَكْبِرًا | büyüklük taslayarak |
|
7 | كَأَنْ | sanki |
|
8 | لَمْ |
|
|
9 | يَسْمَعْهَا | onları hiç işitmemiş |
|
10 | كَأَنَّ | sanki |
|
11 | فِي |
|
|
12 | أُذُنَيْهِ | kulaklarında |
|
13 | وَقْرًا | ağırlık varmış |
|
14 | فَبَشِّرْهُ | ona müjdele |
|
15 | بِعَذَابٍ | bir azabı |
|
16 | أَلِيمٍ | acıklı |
|
Dünyada maddî haz ve mutluluktan başka gayeleri olmayan insanlar, başkalarını da bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak, alıkoymak, boş şeylerle uğraşmak maksadıyla akıl ve bilgi temeline dayanmayan anlamsız, içi boş sözlere (veya bir yoruma göre) çalgılı eğlencelere kendilerini kaptırır, hayatın gayesini bunlardan ibaret görür, bunlara para harcar; bunları konuşup bunları dinlerler; Allah’ın hikmetli, anlam yüklü ve dolayısıyla kurtarıcı âyetleri kendilerine okunduğunda ise büyüklenerek bunlara kulak tıkayıp sırt çevirirler. Böylece inançlı ve inkârcı kesimler arasındaki temel bir mantık ve zihniyet farkı ortaya konmaktadır.
“Eğlendirici söz” diye çevirdiğimiz 6. âyetteki lehve’l-hadîs deyimi klasik tefsirlerin çoğunda mûsiki olarak açıklanmış ve bazı tefsirlerde bu âyete dayanılarak şarkı söylemenin, çalgı çalmanın, dinlemenin, bu işin ticaretini yapmanın haram olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bu deyimin şirk inancı içeren sözler veya daha genel olarak insanlar için herhangi bir fayda getirmeyen boş ve lüzumsuz konuşmalar olduğu yolunda görüşler de zikredilmektedir (bu görüşler için bk. Taberî, XXI, 60-63). İmam Mâlik bir soru üzerine âyetteki “Allah yolundan saptırmak için” ifadesine dayanarak, “Eğer (müzik) insanı Allah’a karşı görevlerinden alıkoyuyorsa haramdır” demiştir (Kurtubî, XIV, 54). Kurtubî mûsikinin haram olduğu yolunda aktarılan bazı rivayetleri sıraladıktan sonra ünlü fıkıh bilgini Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye (bk. Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1494) dayanarak kendi görüşünü özetle şöyle belirtir: İnsanların kötü duygularını tahrik eden, haramları öven şarkıların haram olduğu açıktır; ancak bu tür sakıncalar taşımayan mûsiki bayram, düğün gibi sevinçli ve mutlu zamanlarda veya dinlenmeye ve rahatlamaya ihtiyaç duyulduğu durumlarda câizdir (XIV, 55-56).
Bize göre –Taberî’nin de belirttiği gibi (XXI, 63)– lehve’l-hadîs deyiminin özel olarak şarkı ve mûsiki anlamına geldiğine dair âyette herhangi bir işaret bulunmadığına göre bu deyimin anlamını mûsiki olarak sınırlamak doğru değildir. Bu iki âyette özetlenen inkârcı psikoloji ve tavır dikkate alındığında bunun, genel olarak müşriklerin, ilâhî mesajın insanlar üzerindeki etkisini kırmak veya onları alay ve eğlence konusu yapmak için ileri sürdükleri içi boş iddialar, laf cambazlıkları şeklinde yorumlanması uygun olur. Nitekim 6. âyetteki “bi-gayri ilm” (bilgisiz olarak) tabiri de bunu desteklemektedir. Eğer mûsiki, şiir vb. etkinlikler böyle bir kötü amaca alet ediliyorsa bunu yapanlar da âyetteki eleştiri kapsamına girer. Ayrıca burada, sadece o dönemdeki inkârcıların söz konusu tutumları değil, hangi dönemde olursa olsun “Allah’ın yolu”nu tıkama amacına yönelik zihniyet ile bunun ürünü olan tavır, tenkit ve faaliyetler de eleştirilmektedir.
“Tür” diye çevirdiğimiz zevc kelimesi, sözlükte “eş, bir şeyin zıt yönden dengi, eşiti, birleşik varlığın her bir ögesi” anlamına gelir. Râgıb el-İsfahânî kelimeyi, “varlıklar topluluğunu oluşturan her bir tür” anlamında da açıklamış olup (el-Müfredât, “zvc” md.) meâlde bu açıklama dikkate alınmıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 333-334وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا وَلّٰى مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْراًۚ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُتْلٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُتْلٰى elif üzere mukadder damme ile mebni meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir. اٰيَاتُنَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen وَلّٰى مُسْتَكْبِراً cümlesi şartın cevabıdır.
وَلّٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مُسْتَكْبِراً kelimesi وَلّٰى ’daki failin hali olup fetha ile mansubdur. كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا cümlesi وَلّٰى ’daki failin ikinci hali olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنْ kelimesi, كَاَنَّ ’den muhaffedir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَاَنْ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَمْ يَسْمَعْهَا cümlesi, كَاَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَسْمَعْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ cümlesi كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا ’dan bedel olup mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّ kelimesi, isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ف۪ٓي اُذُنَيْهِ car mecruru mahzuf mukaddem كَاَنَّ ’nin haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَقْراً kelimesi كَاَنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
وَلّٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُسْتَكْبِراً kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاءك فبشّره (Sana gelirse müjdele) şeklindedir.
بَشِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِعَذَابٍ car mecruru بَشِّرْ fiiline mütealliktir. اَل۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
بَشِّرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا وَلّٰى مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْراًۚ
Şart üslubunda gelen ayet, sıla cümlesi olan …يَشْتَر۪ي لَهْوَ ’e atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِذَا , cümleye muzaf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır.
تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا şeklindeki ilk cümle şart cümlesidir. Aynı zamanda cevap cümlesine müteallık olan اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتُنَا izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler tazim edilmiştir. Ayetlerin azamet zamirine isnad edilmesi bu ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi وَلّٰى مُسْتَكْبِراً şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلّٰى fiilindeki failin hali olan مُسْتَكْبِراً , ism-i fail kalıbında gelerek hudûs ve yenilenme ifade etmiştir. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا cümlesi وَلّٰى ’daki failin ikinci hali olarak mahallen mansubdur. كَاَنْ, muhaffefe كانّ ’dir. İsmi mahzuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ يَسْمَعْهَا cümlesi كَاَنْ ’in haberidir. İsminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Tekid ve teşbih harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْراًۚ cümlesi, makablindeki كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا cümlesinden bedeldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ٓي اُذُنَيْهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. وَقْراًۚ muahhar mübtedadır.
وَقْراًۚ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Ayetteki teşbihler, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder. تُتْلٰى fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.
اٰيَاتُنَا ibaresinde ayetler lafzı, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. Sadece yüz çevirdikleri zikredilmemiş, müstekbir oldukları da zikredilmiştir. Bu kelime gelmeseydi büyüklenmeden yüz çevirdikleri ihtimali taşırdı. Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmek çirkin bir davranıştır, büyüklenmek de buna eklenince bu çirkinlik artmıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْراًۚ [Sanki kulaklarında ağırlık vardır.] cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı söylenmiş, vech-i şebeh söylenmemiştir. Böylece mürsel mücmel bir teşbih olmuştur. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Şayet “كَاَنَّ ile başlayan iki cümlenin i‘râbdan mahalli nedir?” dersen şöyle derim: Birinci cümle مُسْتَكْبِراً ’den; ikinci cümle لَمْ يَسْمَعْهَا ’dan haldir. Sözü kesip yeni bir söze başlama (isti’nafiyye) cümleleri olmaları da caizdir. Şeddesiz كَاَنْ ’in aslı كَأنْهُ olup zamir, şan zamiridir. (Keşşâf)
فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri, إن جاءك (Eğer sana gelirse …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve tahkir manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ [Onu, elem verici bir azapla müjdele!] cümlesinde alay üslubu vardır. Çünkü müjde, sadece hayırda olur. Müjdenin şerde kullanılması alay ve istihza ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Azapla müjdelemek ifadesinde istiare vardır. Uyarmak, ikaz etmek; müjdelemeye benzetilmiş, tehekküm ve alay maksadıyla bu istiare yapılmıştır. Câmi’; her ikisinde de sürura kavuşmak olmasıdır. İnzar masdarı tebşir masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir (ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَل۪يمٍ kelimesi, عَذَابٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
عَذَابٍ - اَل۪يمٍ kelimeleri mübalağa kalıplarındadır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Son derece elem veren azap, mutlaka ona erişecektir. Burada müjdeleme ifadesinin kullanılması, onlarla istihza içindir. (Ebüssuûd)