وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَـالِحاً اِنَّا مُوقِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | تَرَىٰ | bir görsen |
|
3 | إِذِ | (demekte) iken |
|
4 | الْمُجْرِمُونَ | suçluları |
|
5 | نَاكِسُو | öne eğmiş |
|
6 | رُءُوسِهِمْ | başlarını |
|
7 | عِنْدَ | huzurunda |
|
8 | رَبِّهِمْ | Rablerinin |
|
9 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
10 | أَبْصَرْنَا | gördük |
|
11 | وَسَمِعْنَا | ve işittik |
|
12 | فَارْجِعْنَا | bizi geri döndür |
|
13 | نَعْمَلْ | yapalım |
|
14 | صَالِحًا | iyi iş |
|
15 | إِنَّا | artık biz |
|
16 | مُوقِنُونَ | kesin olarak inandık |
|
Çoğu zaman insanlar peygamberleri yalancılıkla itham etmişlerdir. Hz. Mûsâ böyle bir durumla karşılaşmaktan endişe ettiği için moralinin bozulacağını, bunun da dilinin dolaşmasına sebep olacağını (krş. Tâhâ 20/27), dolayısıyla peygamberlik görevini yerine getirirken rahat konuşamayacağını Allah Teâlâ’ya arzetmiş; ya kendisine yardımcı olmak veya tek başına Firavun’a elçi olarak gitmek üzere kardeşi Hârûn’un görevlendirilmesini niyaz etmiştir. Ayrıca İsrâiloğulları’ndan biriyle kavga eden bir Kıptî’yi öldürmüş olmasından dolayı kendisinin de öldürülmekten korkması böyle bir talepte bulunmasına sebep olmuştur (bu konuda bilgi için ayrıca bk. Kasas 28/15).
Nekese نكس : نَكْسٌ kelimesi bir nesneyi başı üzere (baş aşağı)çevirmektir.
Hastayla ilgili kullanılan nüks نُكْسٌ sözcüğü hastanın sağlıklı, sıhhatli durumuna döndükten sonra tekrar hastalığına dönmesi (hastalığın nüksetmesi) demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de herbiri farklı formda sadece 3 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli nüks (etmek)tür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. لَوْ ’in cevabı mahzuftur. Takdiri, لرأيت أمرا عجبا (şaşılacak durumu görseydin.) şeklindedir.
تَرٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت ’dir. تَرٰٓى ’nın mef'ûlü bihi mahzuftur. Takdiri, البصرية (Manzarayı) şeklindedir. Sonrasındaki mübteda olan الْمُجْرِمُونَ buna delalet eder.
Kalp fiilleri (iki mef'ûl alan fiiller); bir mef'ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef'ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef'ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Bu ayette تَرٰٓى fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef'ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذِ zaman zarfı olup تَرٰٓى fiiline mütealliktir.
الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef'ûlun fih, mef'ûlun bih, mef'ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُجْرِمُونَ mübteda olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. نَاكِسُوا haber olup lafzen merfûdur. İsm-i failin sonundaki نَ izafetten dolayı mahzuftur. رُؤُ۫سِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ zaman zarfı olup نَاكِسُوا ’ya mütealliktir. رَبِّهِمْۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَاكِسُوا kelimesi, sülasi mücerredi نكس olan fiilin ism-i failidir.
الْمُجْرِمُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَـالِحاً
Cümle hal konumunda olan mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur.
Takdiri, يقولون (derler) şeklindedir.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef'ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْصَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
سَمِعْنَا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.
ارْجِعْنَا dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت ’dir. Mütekellim zamir نَا mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen نَعْمَلْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن ترجعنا نعمل (Bizi geri döndürürsen ... yaparız) şeklindedir.
نَعْمَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. صَـالِحاً mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَبْصَرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَـالِحاً kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا مُوقِنُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُوقِنُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُوقِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ, müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilmiş cümle sübut ve istimrar ifade eder.
نَاكِسُوا ’nun sonundaki نَ , muzâfun ileyh olan رُؤُ۫سِهِمْ ’e muzaf olduğu için düşmüştür. Cemi müzekker salim kelimeler muzaf olduklarında sonlarındaki نَ düşer.
عِنْدَ رَبِّهِمْ izafeti, عِنْدَ için tazim ve teşrif ifade eder.
Şartın cevabının takdiri, لرأيت أمرا عجبا [Acayip bir iş, durum görürdün] olabilir. Cevabın mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olmak müşrikleri tahkir içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Makam mütekellimin konuşma makamı olduğu zaman müsnedün ileyh mütekellim zamiriyle gelir. Muhatab zamirinin gelişi esasen muhatabın karşıda olmasını gerektirse de bazen kalpte ve zihinde hazır olan muhatab için de gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümlede durumun korkunçluğunu ifade etmek için لَوْ edatının cevabı söylenmemiştir. Yani (Mutlaka korkunç bir olay görmüş olurdun) demektir. (Safvetu't Tefasir)
لَوْ تَرٰٓى [Âh, sen görecektin…] Bu hitabın Hz. Peygambere (s.a.) yönelik olması mümkündür. Bu durumda iki şekilde izah edilebilir:
1- Temennî anlamının kastedilmiş olması: Sanki وَلَيْتَكَ ترى (Keşke görseydin!) der gibi. Tıpkı Hz. Peygamberin (s.a.) Mugîre’ye لَوْ نَظَرْتَ إلَيْهَا (Keşke o [talip olduğun kadı]na bir baksaydın!) demesi gibi. Peygamberin temennîsi (Temennî olması mümkün olmayan şeylerin, teraccî ise olabilecek şeylerin istenmesidir.) de لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ [Belki yola gelirler.] [Secde Suresi, 3]) ifadesindeki teraccînin Peygambere (s.a.) ait olması gibidir; çünkü Peygamber (s.a.) onlardan çok çekmiş, düşmanlıklarından, davranışlarından çok zarar görmüştü. Buna mukabil, Allah Teâlâ onları bu son derecede utanç verici, rezil, kederli ve korkunç halleri üzere görmeyi onun için temennî kılmıştır ki böylece onların bu haline bakarak biraz olsun rahatlasın, sevinsin.
2- لَوْ ’in, cevabı hazfedilmiş lev-i imtinâiyye olması da mümkündür; cevap da [Korkunç bir durum görmüş olurdun!] ya da [Görebileceğin en kötü şeyi görmüş olurdun!] şeklinde olur. لَوْ ve اِذِ her ikisi de mazi içindir. Böyle olması da mümkündür, çünkü Allah’ın, olacağını belirttiği şey, gerçekleşmesi kesin olan varlık mesabesindedir. تَرٰٓى fiili için mef'ûl takdiri yoluna gidilmez. Sanki وَلَوْتَكُونُ مِنك الرُؤيةُ denilmiş gibidir. اِذِ, onun zarfıdır. (Keşşâf)
Ayette şartın cevabı mahzûftur. Yani bunu görseydin, anlatılması imkânsız pek korkunç bir şey görürdün.
Bu hitap, kim olursa olsun muhatap olabilen herkes içindir. Zira bundan murat, o kâfirlerin kıyametteki kötü hallerini ve bu hallerin korkunçluğunun ve fecaatinin idrakinin, garip ve pek çetin hadiseleri görebilen binlerine mahsus olmayıp fakat görebilen herkesin bunun korkunçluğundan ve dehşetinden taaccüp ettiğini ifade etmektir.
Bazılarına göre bu hitabın umumî olmasından maksat, onların halinin, gizli kalmasının asla mümkün olmayacak kadar aşikâr olduğunu, bu itibarla bunun, birilerine mahsus olmadığını, fakat görebilen herkes için geçerli olduğunu beyan etmektir. Ancak bu izahı yapanlar, hakkın tahkikinden sapmışlardır. Zira burada maksat, onların halinin son derece perişan olduğunu beyan etmektir; yoksa maksat, onların halinin son derece aşikâr olduğunu beyan etmek değildir. Zira bu, müsellem hususlardandır. O halde bunu böyle izah etmek gerekir. (Ebüssuûd)
Ayetteki تَرٰٓى (görsen) kelimesinin, Hz. Peygamberin (s.a.) kalbini yatıştırmak için ona bir hitap olması mümkündür. Çünkü onlar, yalanlayarak ona eziyet vermişlerdi. Yine bunun herkes için genel bir hitap olması da muhtemel olup tıpkı bir kimsenin, hususi oluşu kastetmeksizin, “Falanca cömert bir insandır. Ona bir an bile hizmet etsen, sana ömür boyu iyilikte bulunur” demesi gibidir.
Ayetteki, عِنْدَ رَبِّهِمْۜ [Rabbleri huzurunda] tabiri de bu mahcûbiyyetin derecesini ve şiddetini anlatmak içindir. Çünkü kul, Rabbine karşı kötülükte bulunup sonra onun huzuruna varıp durduğunda, son derece bir pişmanlığa düşmüş olur.
Ayetteki, رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا [Rabbim, gördük, işittik.] ifadesi, “Onlar, ya Rabbi gördük ve işittik” diyordu manasına olup burada “diyerek” ifadesi, onların alabildiğine pişmanlığa düşmüş olduklarına bir işaret olmak üzere hazfedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Mücrimler 10. ayette أاْذا ضَلَلْنا في الأرْضِ إنّا لَفي خَلْقٍ جَدِيدٍ [Toprağa karışıp yok olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız?] şeklinde ifade edilen sözü söyleyenlerdir. Bunu söylemekle suçlu olduklarını kayıt altına almak maksadıyla zamir makamında zahir olarak ifade edilmiştir. (Âşûr)
رَبَّـنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا
Cümle hal konumunda olan mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur.
Takdiri, يقولون (derler) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mekulü’l-kavl cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cümle nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Nidanın cevabı olan اَبْصَرْنَا cümlesi, mazi fiil uslubunda lazım-ı faidei haber ibtidâî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَسَمِعْنَا cümlesi, atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَـالِحاً
فَ harfi, sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. نَعْمَلْ صَـالِحاً cümlesi, takdiri …إن ترجعنا [Bizi geri döndürürsen...] olan şart cümlesinin, فَ karinesi olmadan gelmiş cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terkedilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
اِنَّا مُوقِنُونَ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan مُوقِنُونَ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)