Sebe' Sûresi 33. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَـنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَاداًۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...

Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi(ler) ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 اسْتُضْعِفُوا zayıf düşürülen(ler) ض ع ف
4 لِلَّذِينَ kimselere
5 اسْتَكْبَرُوا büyüklük taslayan(lara) ك ب ر
6 بَلْ hayır
7 مَكْرُ hileler (kuruyordunuz) م ك ر
8 اللَّيْلِ gece ل ي ل
9 وَالنَّهَارِ ve gündüz ن ه ر
10 إِذْ
11 تَأْمُرُونَنَا bize emrediyordunuz ا م ر
12 أَنْ
13 نَكْفُرَ inkar etmemizi ك ف ر
14 بِاللَّهِ Allah’ı
15 وَنَجْعَلَ ve koşmamızı ج ع ل
16 لَهُ O’na
17 أَنْدَادًا eşler ن د د
18 وَأَسَرُّوا ve içlerinde gizlediler س ر ر
19 النَّدَامَةَ pişmanlıklarını ن د م
20 لَمَّا
21 رَأَوُا gördüklerinde ر ا ي
22 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
23 وَجَعَلْنَا biz de geçirdik ج ع ل
24 الْأَغْلَالَ demir halkalar غ ل ل
25 فِي
26 أَعْنَاقِ boyunlarına ع ن ق
27 الَّذِينَ kimselerin
28 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
29 هَلْ mı?
30 يُجْزَوْنَ cezalandırılacaklar ج ز ي
31 إِلَّا başkasıyla
32 مَا şeylerden
33 كَانُوا oldukları ك و ن
34 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
 

İnkârcılıkta direnenlerin, Kur’an’da ve onun sık sık gönderme yaptığı diğer ilâhî kitaplarda ortaya konan ibret levhalarına ve ikna edici kanıtlara değer vermeyeceklerini kesin bir dille açıkladıklarına değinildikten sonra, bu dünyada kendinden emin bir biçimde bu bağnaz tavrı sürdüren ve böbürlenen bu kimselerin âhirette ne hallere düşecekleri, bu arada iradelerine hâkim olamayan ve onların yolunu izleme zaafı gösterenlerin suçu onlara yüklemeye çalışmalarının bir yarar sağlamayacağı canlı biçimde tasvir edilmektedir.

31. âyetin “bundan öncekilere” diye tercüme edilen kısmı genellikle “daha önceki peygamberlerin getirdiklerine” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XXII, 97; İbn Atıyye bazılarının buna “kıyamet vaktinin geleceğine” şeklinde mâna vermesini eleştirir; bk. IV, 420-421).

33. âyette geçen “eserrü’n-nedâmete” cümlesi, iç dünyalarındaki inanç ve hissiyatı belirten bir ifade olduğundan (İbn Atıyye, IV, 421), bunu “için için yanarlar” şeklinde tercüme etmeyi uygun bulduk. Bu kısımla ilgili diğer bazı yorumlar ise şunlardır: Önce birbirlerini itham eden sözlerle karşılıklı konuşurlarken azabı görüverince artık pişmanlığa delâlet eden bu birbirini suçlamayı gizlerler yani bundan vazgeçerler. Şöyle bir yorum da yapılabilir: Birbirlerine söz atıp dururlarken azabı görünce Secde sûresinin 12. âyetinde tasvir edildiği üzere Allah’a yalvarıp dünyaya döndürülmeleri ve iyi işler yapmak için kendilerine bir fırsat daha verilmesi yönünde dilekte bulunurlar. Bir görüşe göre buradaki eserra fiili “açığa çıkarma” anlamında olup, cümle “Pişmanlıklarını açıkça ortaya koyarlar” demektir (Râzî, XXV, 261; İbn Atıyye de bu kelimenin Arapça’da zıt anlamda asla kullanılmadığı gerekçesiyle bu yorumu eleştirir, IV, 421).

 

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ

 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتُضْعِفُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اسْتُضْعِفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle bilikte  قَالَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَكْبَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اسْتَكْبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl mahzuftur. Takdiri, لم نكن مجرمين بل (mücrim değildik, aksine...) şeklindedir.  

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَكْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur. الَّيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. النَّهَارِ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri,  صادّ (engelledi) şeklindedir.

اسْتُضْعِفُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  ضعف ’dir. 

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 اِذْ تَأْمُرُونَـنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَاداًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اِذْ  zaman zarfı  مَكْرُ ’ye mütealliktir.

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. 

تَأْمُرُونَـنَٓا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

تَأْمُرُونَـنَٓا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَأْمُرُونَـنَٓا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نَكْفُرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  بِ  harfi ceriyle birlikte نَكْفُرَ  fiiline mütealliktir.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَجْعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  لَهُٓ  car mecruru  نَجْعَلَ  fiiline mütealliktir.  اَنْدَاداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

 

 وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اَسَرُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  النَّدَامَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezmeden harf olur. 

b) (لَمَّا)ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki ...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

رَاَوُا الْعَذَابَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun İleyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَاَوُا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَسَرُّوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سرر ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  وَجَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا fail olarak mahallen merfûdur. 

الْاَغْلَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ف۪ٓي اَعْنَاقِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl, الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

 

هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

هَلْ  nefy manasında gelmiş istifham harfidir. هَلْ  muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.

يُجْزَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا 

 

Önceki ayetteki …قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُو  cümlesine atfedilen cümlenin atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. 

قَالَ  filinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, لم نكن مجرمين  (Biz mücrim değildik) olan mekulü’l-kavl cümlesi mahzuftur.

الَّذ۪ينَ ’lerde reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Önceki ayetteki, … قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا  cümlesiyle bu ayetteki … قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الَّيْلِ - النَّهَارِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اسْتُضْعِفُوا - اسْتَكْبَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Şayet  قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا  [Kendilerini büyük göstermiş olan dediler ki] ifadesinde atıf harfine yer verilmediği halde  قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ [Ve zayıf görülenler dediler ki] ifadesinde yer verilmiş? dersen şöyle derim: Çünkü zayıf görülenlerin sözleri daha önce geçtiği için, cevabı atıfsız yeni bir cümle halinde zikredilmiş, ardından yine onlara ait bir söze yer verilmiş ve bu söz de önceki sözlerine atfedilmiştir. (Keşşâf)

 

  بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَـنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَاداًۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ 


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  بَلِ  idrâb harfidir. İntikal içindir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَلْ  harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَكْرُ الَّيْلِ  takdiri  صادّ  (engelledi) olan mahzuf haber için mübtedadır. Müsnedün ileyh, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.

مَكْرُ  kelimesininالَّيْلِ وَالنَّهَارِ ’a isnadı mecâz-ı aklîdir. (Âşûr)

وَالنَّهَارِ , muzâfun ileyhe atfedilmiştir. Cihet-i câmia, tezattır.

Mazi manalı zaman zarfı  اِذْ in müteallakı, مَكْرُ ’dur.

Zaman zarfına muzâfun ileyh olan  تَأْمُرُونَـنَٓا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْ , muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.  اَنْ  ve akabindeki  نَكْفُرَ بِاللّٰهِ  cümlesi, masdar teviliyle  تَأْمُرُونَـنَٓا  fiilinin mef'ûlü konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَاداًۜ  cümlesi, masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُٓ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan  اَنْدَاداًۜ ’e takdim edilmiştir. 

اَنْدَاداً ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

اَنْدَاداً  lafzı  نِدٍّ in cemisidir. Mümasil (eş, benzer, denk) demektir. (Âşûr)

وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ  cümlesi  اسْتَكْبَرُوا  ve  اسْتُضْعِفُوا  fiillerinin faillerinden haldir. Veya …قَالَ الَّذ۪ينَ   cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

الَّيْلِ  ve  النَّهَارِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu ayette zamana isnad vardır. Çünkü  مَكْرُ in meydana geldiği zaman gündüz ve gecedir. 

مَكْرُ  kelimesi  الَّيْلِ ’e (geceye) ve النَّهَارِ ’a (gündüze) izafe edilmiş. Halbuki asıl izafe edilmesi gereken kelime insanlar olmalıdır. Gece ve gündüz, zaman ifade eden iki kelimedir. Onların hile yapma kabiliyetleri, daha doğrusu potansiyelleri yoktur. (Alimlerin farklı görüşleri sebebiyle yukarıda bu nispet zamana isnad şeklinde isimlendirilmiştir.) (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil şeklinde gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.

وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ  Bu ayet, “Onlar, suçu ve kabahati daha önce birbirlerine atıyorlardı. Ama kendilerine, onları başka her şeyden alıkoyan o azap gelince bu pişmanlığı ifade eden atışmayı içlerine attılar” demektir. Buradaki  اَسَرُّ  fiilinin, “ortaya koymak” anlamına geldiği, ayetin manasının, “Onlar pişmanlıklarını ortaya koyup izhar ettiler” şeklinde olduğu da ileri sürülmüştür. Şöyle de denebilir: Onlar, karşılıklı olarak birbirlerini suçlayınca [Ey Rabbimiz gördük, işittik. Şimdi bizi geri çevir de güzel amelde bulunalım. (Secde Suresi, 12)] diyerek Allah'a döndüler. Daha sonra kendilerine cevap verilerek, artık onlar için geriye dönüşün mümkün olmadığı haber verildi de işte bu sebeple onlar, bu sözlerini içlerinde sakladılar. (Fahreddin er-Râzî)

Anılan iki fırka, azabı gördüklerinde, dalaletlerine ve saptırmalarına duydukları pişmanlıklarını, ayıplanmak korkusuyla birbirlerinden gizleyecekler. Yahut pişmanlıklarını açıklayacaklar, demektir. Zira isrâr  اَسَرُّ  kelimesi iki zıt manaya gelen kelimelerdendir. Onların haline münasip olan mana da bu ikinci manadır. (Ebüssuûd)


 لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.  لَمَّا ’nın müteallakı cevap cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رَاَوُا الْعَذَابَۜ  şart cümlesi olup  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Ruveynî’ye göre  رَاَوُا  fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebeb müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilirsiniz; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Suresi 29, c. 7, s. 424)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

 

 وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ 

 

رَاَوُا الْعَذَابَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

جَعَلْنَا  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Eğer  لقد جعلت في أعناقهم اَغْلَالَ  (Doğrusu onların boyunlarında bukağılar var) denilseydi, bu bukağıların çözüleceği ümit edilirdi, ama hiç kimsenin Allah'ın takdirini ve hükmünü değiştirmeye gücü yetmez. Allah'ın kapattığını kimse açamaz, açtığını da kimse kapatamaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Yasin Suresi 8, c. 2, s. 35)

ف۪ٓي اَعْنَاقِ  car mecruru, mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir.

Müzekker cemi has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzafun ileyh olarak mecrur mahaldedir.  Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade eden  كَفَرُواۜ  cümlesi, sıladır. Sıla cümlelerinin îrabdan mahalli yoktur.  

ف۪ٓي  harfinde istiare vardır. عَلَى harfi yerine kullanılmıştır. Veya boyun ve kelepçe kelimeleriyle kalp sanatı yapılmıştır. Kelepçenin içine boyun demek yerine, boynun içine kelepçe denmiştir.

Cümlede temsilî istiare vardır. Kâfirler, boyunları zincirlerle sarılmış kölelere, doğruyu bulma kabiliyetinden yoksun kişilere benzetilmiştir.

Bu durum, kâfirlerin halini ve dalalette kalışlarını, hidayete eremeyişlerini, hidayeti bulamayışlarını temsil eder. 

Boyunda bukağılar bulunması, o kişinin boyun eğmemesi ve itaat etmemesi anlamındadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Yasin Suresi 8, c. 2, s. 34-35)

“Biz de o küfredenlerin boyunlarına, (ateşten) bukağılar takarız” ifadesi, o azabın keyfiyetine, sırf görmenin kâfi gelmediğine, “tam aksine onlar o azabı görünce onun içine düşeceklerine hükmettiklerine, böylece nedameti terk ettiklerine ve o azaba düştüklerine; derken, boyunlarına ateşten bukağıların takıldığına “Yapmakla olduklarından mı cezalandırılacaklardı ya?!” ifadesi de bunun, adalet gereği onların müstehakkı ve cezası olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er- Râzî)

Burada, “onların boyunlarına” denilmeyip “o kâfirlerin boyunlarına” denilmesi, onların zemmini teşhir etmek ve boyunlarına halka vurulmayı gerektiren sebebe dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

 

هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ


Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

İstifham harfi burada nefî manasındadır.  مَا  ve  اِلَّا  ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasır fiille mef’ûlü arasındadır.  يُجْزَوْنَ  maksûr/sıfat, mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat alel mevsûftur. Cezalandırılmaları, yapmış oldukları amele kasredilmiştir.

İstifham harfi  هَلْ  burada inkâridir. İstisna da müferrağdır. (Âşûr)

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  ب  harfiyle birlikte  يُجْزَوْنَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, adet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

يُجْزَوْنَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)