Nisâ Sûresi 147. Ayet

مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً  ...

Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا ne?
2 يَفْعَلُ yapacak ف ع ل
3 اللَّهُ Allah
4 بِعَذَابِكُمْ size azabetmeyi ع ذ ب
5 إِنْ eğer
6 شَكَرْتُمْ siz şükreder ش ك ر
7 وَامَنْتُمْ ve inanırsanız ا م ن
8 وَكَانَ ve ك و ن
9 اللَّهُ Allah
10 شَاكِرًا şükrün karşılığını verendir ش ك ر
11 عَلِيمًا (herşeyi) bilendir ع ل م
 

Allah kullarına lutufta bulunmakla büyümez, ceza vermekle de küçülmez. O, mutlak büyüktür, mutlak kâmildir. O’nun vahiy yoluyla bildirdiği sıfatları ve fiillerine genel bir bakış yapıldığında rahmetinin gazabına galip olduğu, kullarını sevdiği, onlardan iman, ibadet ve güzel davranışlar beklediği, bunlardan hoşnut olduğu, dünyayı imtihan için yarattığından iyilerin mükâfatı, kötülerin ise cezayı hak etmelerinin hikmet gereği bulunduğu, hak edilenin üstündeki lutfu için sınır bulunmamakla beraber azabının, kulların günahlarına ve suçlarına uygun ve bunlarla sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilke çerçevesinde iman eden ve verilen imkânları yerinde kullanan, buna ek olarak diliyle de nimetin sahibini zikredip O’na şükranlarını sunan kula rabbi niçin azap etsin? İman yerine küfre, ibadet ve iyilik yerine kötülüğe sapan kimseler, bunların karşılıklarını gördüklerinde kusuru Allah’ta değil, kendilerinde arasınlar!

(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 169)

 

مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ 

 

مَا  istifham ismi  يَفْعَلُ  fiilinin mukaddem mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.  يَفْعَلُ  merfû muzari fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بِعَذَابِكُمْ  car mecruru  يَفْعَلُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  شَكَرْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اٰمَنْتُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  شَكَرْتُمْ  cümlesine atfedilmiştir.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن شكرتم فما يفعل الله بعذابكم (Şükrederseniz Allah size azap etmez.) şeklindedir.

 

 وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

شَاكِرًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  عَل۪يمًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.


 

مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek soru kastı taşımayıp taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd, soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

 

  اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri,  إن شكرتم فما يفعل الله بعذابكم.  [Şükrederseniz Allah size azab etmez.] şeklindedir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayet-i kerimede imandan önce şükür zikredilmiştir. Çünkü şükür imana ulaştıran bir yoldur.

Tövbe ettikleri için şükretmeleri gerekir. Zira bu onlara Allah’ın bir lütfudur.

اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْ  [Eğer şükreder ve iman ederseniz] şart fiillerinin muzari yerine mazi gelişi, vukuuna rağbetin izharı içindir. Allah Teâlâ kullarını şükür ve imana teşvik etmektedir.

شَكَرْتُمْ - اٰمَنْتُمْ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Beyzâvî burada şükrün (شَكَرْتُمْ ) imana ( اٰمَنْتُمْ) takdimini son derece ince bir nükteyle şu şekilde izah eder: Ayette, şükrü imandan önce zikredilmesi şundandır: Bakan biri önce nimeti görür ve belli belirsiz bir şekilde şükreder, sonra dikkatli bakar nimet vereni görür (bilir) ve ona iman eder. (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Bu ayette şükrün imandan önce getirilmesinin hikmeti:

Ayette, şükrün imandan önce gelmesi hususunda üç izah şekli vardır:

1. Bu ifadede, bir takdim-tehir bulunmaktadır. Bu, “Eğer iman eder ve şükrederseniz…” demektir. Çünkü iman diğer bütün taatlardan önce gelir.

2. Biz, buradaki atıf vavının, tertip (sıra) ifade etmediğini söylersek böyle bir sual ortadan kalkar.

3. Bunun bir üçüncü izahı da şöyledir: İnsan kendisine baktığında, yaratılışında ve düzenlenişinde büyük bir nimetin yatmakta olduğunu görür. Böylece de icmalî (genel) bir şükür ile Allah’a şükreder. Sonra kendisine nimet vereni tanıma hususundaki araştırmasını tamamlayınca O’na iman eder ve tafsilatlı bir şekilde şükreder. Buna göre o genel şükür, imandan önce bulunmuş olur. Bundan dolayı Hakk Teâlâ, şükrü imandan önce zikretmiştir.

Sonra Cenab-ı Hakk, “Allah, şâkir ve alimdir.” buyurmuştur. Çünkü Allah Teâlâ, onlara şükrü emredince o şükrün mükâfatını da istiare yoluyla “şükür” diye ifade etmiştir. Şâkir kelimesi Allah Teâlâ hakkında “şükrün mükafatını veren” manasına; Alîm olması da “O bütün cüziyatı (teferruatı, detayları) bilir, binaenaleyh O’ndan, kesin olarak bir hata sadır olmaz.” manasına gelir. İşte bundan dolayı Hakk Teâlâ, şükredene mükâfat verir, yüz çevireni de cezalandırır. (Fahreddin er-Râzî)


 وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde muhabbet uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Haber olan iki vasfın arasında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

شَاكِرًا ,عَل۪يمًا  sıfatları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

شَكَرْتُمْ - شَاكِرًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Alîm ve Şâkir isimlerinin nekre gelişi; tazim ve teksir ifade eder. Yani Allah Teâlâ amellere öyle bir karşılık verir ki künhüne akıl ermesi mümkün değildir. O’nun ilmi öyle muazzamdır ki kimse o ilmi tam anlamıyla ihata etmeye bir yol bulamaz.

Ayetin son cümlesindeki lâzım olan “Allah, Şâkir ve Alîm'dir.” cümlesinin melzûmu; “Amellerinizin karşılığını verir, gerçekten iman edenleri ve şükredip etmeyenleri bilir, imanınızı zayi etmez. Bu nedenle şükredin, iman edin ve hiçbirinin boşa gideceğini düşünmeyin.” şeklindedir. (Medine Balcı) Yani lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.