اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | أُوتُوا | kendilerine verilen |
|
6 | نَصِيبًا | bir pay |
|
7 | مِنَ | -tan |
|
8 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
9 | يَشْتَرُونَ | satın alıyorlar |
|
10 | الضَّلَالَةَ | sapıklığı |
|
11 | وَيُرِيدُونَ | ve istiyorlar |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | تَضِلُّوا | sizin sapıtmanızı |
|
14 | السَّبِيلَ | yolu |
|
Sûrede bir yandan aile, miras hukuku, ibadet gibi alanlarda müslümanlara mahsus hükümler açıklanırken diğer yandan hak dine inanmayanların dünya hayatında diğer inanç sahiplerine karşı haksız, kaba, insafsız, zulme varan davranışları anlatılmakta; bunların âhirette görecekleri muamele ve ağır cezalar tasvir edilmektedir. Bu mukayeseli anlatım tarzı müminlerin içinde bulundukları durumu daha iyi kavramalarını, nimet ve iyilikleri Allah’tan bilip şımarmadan şükretmelerini, karşılaştıkları güçlük, külfet ve mahrumiyetleri ise fazla büyütmeden sabır ve tahammül göstererek ecre çevirmelerini sağlamaktadır. 44-57. âyetler yukarıda geçen 36-42. âyetlerin konu bütünlüğü bakımından devamı gibidir. Başta yahudiler olmak üzere bütün kâfirler ve inanmadıkları halde inanmış gözükerek müslümanları aldatan münafıklar bu âyetlerde müminlere tanıtılmakta, tuzak ve taktikleri açıklanmakta, müslümanlar uyarılmaktadır.
(Kur’ân Yolu Tefsiri)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِلَى harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا نَص۪يبًا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. نَص۪يبًا mef’ûlun bihtir. مِنَ الْكِتَابِ car mecruru نَص۪يبًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ cümlesi naib-i failin hali olarak mahallen mansubtur. يَشْتَرُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الضَّلَالَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. يُر۪يدُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَضِلُّوا fiili نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السَّب۪يلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَلَمْ تَرَ [Görmedin mi?] ifadesinde akıl gözüyle görme kastedilmektedir. İntihâ anlamındaki اِلَى harf-i ceri ile müteaddi kılınmış olup اَلَمْ يَنْتَهِ عِلْمُكَ اِلَيْهِمْ (Bilgin bunlara kadar ulaşmadı mı?) anlamındadır.
Yahut اَلَمْ تَنْظُرْ اِلَيْهِمْ (Onlara bakmadın mı?) anlamındadır. اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ [Kendilerine kitaptan] yani Tevrat bilgisinden “pay verilenler” Yahudi alimleridir. يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ [Dalaleti satın alıyorlar] hidayeti dalaletle değiştiriyorlar. Bu dalalet, Hazreti Muhammed’in Allah Resûlü olduğuna, Tevrat ve İncil’de müjdelenen Arap Peygamber olduğuna ilişkin deliller açıkça ortaya çıktıktan sonra hâlâ Yahudi olarak kalmalarıdır. وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا [Sizin de sapmanızı istiyorlar] ey müminler! Kendileri hak yolu yitirdikleri gibi sizin de hak yoldan çıkıp onların topluluğuna katılmanızı istiyorlar. Kendi sapmaları onlara yetmiyor, bilakis kendileriyle birlikte başkalarının da sapmasını istiyorlar. (Keşşâf)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Müstenefe olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, taaccüb ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ , meçhul mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ cümlesi naib-i failin halidir. Aynı üslupta gelen وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi masdar teviliyle يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Ayetteki fiillerin muzari sıygada gelişleri devam, yenilenme ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle, olay sanki göz önünde cereyan ediyormuş gibi hissettirerek muhatabı etkiler.
الضَّلَالَةَ - تَضِلُّوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
‘’Görmedin mi?’’ sorusu taaccüb ifade eder. Yakîn, yani kesin bilgi görmeye benzetilmiştir. Bu açıdan istiare de düşünülebilir.
راي fiili اِلَى ile birlikte kullanılırsa, hakiki manada görmek anlamında kullanılmış olur. (Âşûr) Fiillerin harf-i cerle farklı anlam kazanmaları tazmin sanatıdır.
Dalaleti satın almak ibaresinde istiare vardır. Burada dalalet, satın alınacak birşeye benzetilmiştir. Dalalet satın alınmaz, tercih edilir.
اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ [Kitaptan nasibi olanlar] ibaresinde kinaye vardır. Ehli kitap, Hristiyanlar ve Yahudiler kastedilmiştir.
44-51-60.ayetlerinde bu kişilerin durumunun şaşılacak birşey olduğuna işaret eden takrîri istifhamla başlamıştır. Sanki, “Kitaptan bir nasip verilen bu kimselerin hali nedir, ne yapıyorlar?” demektedir. Birinci ayette dalaleti satın aldıkları, ikinci ayette putlara iman ettikleri zikredilmiş, üçüncü ayette ise sanki, “Bunlar ne yapıyorlar, hakikatte inanmadıkları halde niye iman ettiklerini iddia ediyorlar?” diye sorulmuş; buna mukabil de tâgût’u hakem edinmek istedikleri ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Tahrif şekli hakkında üç suret rivayet edilmiştir:
1- Bir kelimeyi diğer kelime ile değiştirirler. Mesela: Tevrat’ta, Hz. Peygamberin vasıfları ile ilgili olan “reb’a” kelimesini “uzun olmayan” terimine, aynı şekilde “recm” kelimesini “had(şer’i ceza)” deyimi ile değiştirmeleri gibi ki yazıdaki değiştirmedir.
2- Ortaya şüphe atma ve yanlış yorumlarla bir kelimeyi öteye beriye çekerek manasını haktan batıla çevirmektir ki bu da, tefsir ve açıklamada yapılan bir manevi tahrif (bozma)dir.
3- Yalnız kitap değil, bir söz söyledikleri zaman duydukları ve kalplerinde bildikleri gibi dosdoğru söylemeyip değiştirerek söylemeleridir. Çünkü Yahudiler Hz. Peygamberin huzuruna gelirler, bazı şeyler sorarlar, yanından çıktıkları zaman Peygamberin sözlerini değiştirerek yaymaya çalışırlardı. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bil ki Cenab-ı Hak, bu surenin başından buraya kadar pek çok çeşitli mükellefiyetler ve şer’î hükümlerden bahsedince, burada, bu hükümlerin izahını keserek, din düşmanlarının hallerini ve daha önceki ümmetlerin kıssalarını anlatmaya geçmiştir. Çünkü ilmin bir çeşidini sürdürmek, insanın ruhuna yorgunluk ve usanç veren, zihni bulandıran hususlardandır. Ama, ilmin bir dalından diğer bir dalına geçmek ise zihni gayrete getirir ve zekayı-düşünceyi güçlendirir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenâb-ı Hak onlara, [kendilerine, kitabın ilmi verilenler…] dememiş; aksine, [kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlar] buyurmuştur. Zira onlar Tevrat’tan Hz. Musa’nın nübüvvetini öğrenmişler, ama Hz. Muhammed’in nübüvvetini bilip, tanıyıp kabul etmemişlerdir. (Fahreddin er-Razi)
Cenab-ı Hak o Yahudileri hem sapmak, hem de saptırmak ile vasfetmiştir. Bu iki şeyi beraberce yapan kimseden daha kötü ve âdi bir kimseyi de bulamazsın. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ilâhî kelam, müminlerin, o kâfirlerin kötü hallerini taaccüp ile karşılamalarını ve müminleri, o kâfirlerin yolunda gitmekten sakındırmayı amaçlar. Hitap, bunu ibret nazarıyla görebilen bütün müminler içindir. Bundan sonraki hitabın bunlarla beraber diğer müminlere de tevcih edilmiş olması, o kâfirlerin çirkin hallerinin son derece şöhret bulduğunu ve bütün görenleri hayrete düşürecek kadar zahir olduğunu bildirmek içindir.
Burada görmeden maksat gözle müşahede etmektir. Onlara bakmalı, hallerini müşahede etmelidir. Çünkü onların halleri görülmeye ve taaccüp etmeye değerdir.
Kendilerine Kitaptan nasip verilmiş olanlardan maksat, Yahudi alimleridir. (Ebüssuûd)
O bilgileri, gözetmek ve korumak hak ve görevinin "nasip" kelimesiyle ifade edilmesi, onların görüşlerinin son derece zayıf olduğunu bildirmek içindir. Nitekim onlar, Tevrat'tan edindikleri ilim nasibini tamamen kaybetmişlerdir. (Ebüssuûd)
Bu, bir istînâf cümlesi olup kelamın başından mücmel ve müphem olarak anlaşılan takbih ve tâcib konusunu açıklamakta ve akla gelen bir gizli suali cevaplamaktadır. (Ebüssuûd)
وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ cümlesine atıftır ve Yahudilerin takbih ve taaccüp konusu olan hallerini beyan eder. (Ebüssuûd)
Ayette ‘satın almak’ ile ‘istemek’ fiillerinin muzari kipi ile kullanılması, yenilenmeye ve sürekliliğe delalet eder. Zira o Yahudilerin, mezkûr satın almalarının hükmünün yenilenmesi ve gereğini yapmanın tekerrürü, bizzat onun yenilenmesi ve tekerrürü gibi sayılır. (Ebüssuûd)