Nisâ Sûresi 43. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً  ...

Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تَقْرَبُوا yaklaşmayın ق ر ب
6 الصَّلَاةَ namaza ص ل و
7 وَأَنْتُمْ ve siz
8 سُكَارَىٰ sarhoşken س ك ر
9 حَتَّىٰ ki
10 تَعْلَمُوا bilesiniz ع ل م
11 مَا
12 تَقُولُونَ ne dediğinizi ق و ل
13 وَلَا ve (yaklaşmayın)
14 جُنُبًا cünüp iken ج ن ب
15 إِلَّا dışında
16 عَابِرِي geçici olmanız ع ب ر
17 سَبِيلٍ yoldan س ب ل
18 حَتَّىٰ kadar
19 تَغْتَسِلُوا yıkanıncaya غ س ل
20 وَإِنْ eğer
21 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
22 مَرْضَىٰ hasta م ر ض
23 أَوْ yahut
24 عَلَىٰ üzerinde
25 سَفَرٍ yolculuk س ف ر
26 أَوْ yahut
27 جَاءَ gelmişse ج ي ا
28 أَحَدٌ biriniz ا ح د
29 مِنْكُمْ sizden
30 مِنَ -ten
31 الْغَائِطِ tuvalet- غ و ط
32 أَوْ yahut
33 لَامَسْتُمُ dokunmuşsanız ل م س
34 النِّسَاءَ kadınlara ن س و
35 فَلَمْ
36 تَجِدُوا bulamadığınız takdirde و ج د
37 مَاءً su م و ه
38 فَتَيَمَّمُوا teyemmüm edin ي م م
39 صَعِيدًا toprağa ص ع د
40 طَيِّبًا temiz ط ي ب
41 فَامْسَحُوا sürün م س ح
42 بِوُجُوهِكُمْ yüzlerinize و ج ه
43 وَأَيْدِيكُمْ ve ellerinize ي د ي
44 إِنَّ şüphesiz
45 اللَّهَ Allah
46 كَانَ ك و ن
47 عَفُوًّا çok affedendir ع ف و
48 غَفُورًا çok bağışlayandır غ ف ر
 

Gâte-gâit: Kelimedeki asıl anlam, hareketsiz bir şekilde batmak ve dibe çökmektir. Bir şey içine çöktüğünde arz, yani yeryüzü hakkında, yine suya, ya da kuma battı şeklinde kullanılabilir. Büyük abdesti bozmaktan kinayedir. Gizli ve saklı bir mahalde olması gereken bu iş için seçilmiş bir kelimedir. Unutulmamalıdır ki; Kur’ân-ı Kerim'de gelmiş olduğu her yerde edeben kinai anlamda zikredilmiştir. (Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli gaitadır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

لَمْسٌ kavramı dokunmak gibidir ve dış deri vasıtasıyla bir şeyi algılamak anlamına gelir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli iltimas (yardım istemek)dır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ ; münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ ’dır.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَقْرَبُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  سُكَارٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

سُكَارٰى  kelimesi  فعلان vezninde sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تَعْلَمُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَقْرَبُوا  fiiline müteallıktır.  تَعْلَمُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَقُولُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  

تَقُولُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  جُنُبًا  hal olup  اَنْتُمْ سُكَارٰى  cümlesine matuftur.

اِلَّا  istisna harfidir.  عَابِر۪ي  müstesnadır. Nasb alameti  ي ’dır.Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.  سَب۪يلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تَغْتَسِلُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَقْرَبُوا  fiiline müteallıktır.  تَغْتَسِلُوا  fiili 

نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَغْتَسِلُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  غسل ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ  [Ancak yolcu iseniz…] ifadesi muhatapların genel durumundan istisnadır. Hal olarak mansubtur. Şayet “Peki, bu hal ile önceki hal nasıl birleştirilmiş?” dersen şöyle derim: Adeta şöyle denilmiştir: ‘’Başınıza mazur görüleceğiniz başka bir hal gelmesi dışında -ki bu hal de yolculuk halidir- cünüp iken namaza yaklaşmayın!’’.  عُبُورُ السَّبِيلِ  ifadesi yolculuktan ibarettir. Hal değil de  جُنُبًا  kelimesinin sıfatı olması da caizdir, yani ‘’yolcu olmanız dışında, cünüp iken namaza yaklaşmayın’’. Yani ikamet halinde mazur değilken, cünüp iken. (Keşşâf)


وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  مَرْضٰٓى  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

اَوْ  atıf harfidir.  عَلٰى سَفَرٍ  car mecruru  كُنْتُمْ ’un haberine matuf olup mahallen mansubtur.

اَوْ  atıf harfidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَحَدٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  اَحَدٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.  مِنَ الْغَٓائِطِ  car mecruru  جَٓاءَ   fiiline müteallıktır.

اَوْ  atıf harfidir.  لٰمَسْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.  النِّسَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


 فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَجِدُوا  fiili,  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  تَيَمَّمُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

صَع۪يدًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  طَيِّبًا  kelimesi  صَع۪يدًا ’in sıfatıdır.

فَ  atıf  harfidir.  امْسَحُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِوُجُوهِكُمْ  car mecruru  امْسَحُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَيْد۪يكُمْ  atıf harfi  وَ ’la  بِوُجُوهِكُمْ  matuftur.  اَيْد۪يكُمْ  kelimesi  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

 

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur. 

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir هو  zamiridir ve mahallen merfûdur.  عَفُوًّا  lafzı  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  غَفُورًا  ise ikinci haberdir.


 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ 

 

Bu ayet namazla alakalı iki hükmü açıklamak için gelmiş beyânî istînâf cümlesidir. (Âşûr)  

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nidanın cevabı  لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ ,  nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَاَنْتُمْ سُكَارٰى  cümlesi,  لَا تَقْرَبُوا  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Gaye bildiren masdar ve cer harfi  حَتّٰى ‘yı takip eden muzari fiil sıygasındaki  تَعْلَمُوا  cümlesi masdar teviliyle  لَا تَقْرَبُوا  fiiline müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  تَعْلَمُوا , مَا  fiilinin mef’ûlüdür. Müspet muzari fiil sıygasındaki sıla cümlesi  تَقُولُونَ  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

وَلَا جُنُبًا  hal olan  وَاَنْتُمْ سُكَارٰى  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nefy harfi  لَا  zaiddir. İstisna edatı  اِلَّا ‘dan sonraki  عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ  müstesna olup, bütün hallerden istisna edilendir.

Ayetteki  الصَّلٰوةَ ‘nin namaz fiiline delalet etmesi mümkün olduğu gibi namaz kılınan yere delalet etmesi de mümkündür. Zira ayette ikisi için de karîne vardır.  حَتّٰى تَعْلَمُوا  مَا تَقُولُونَ  [ne dediğinizi bilinceye kadar] kısmı, namaz fiilinin karînesi,  اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ  [ yolcu olanlar hariç] kısmı ise namaz kılınan yerin karînesidir. Bu üslup, iki anlamı olan bir kelimeyi söz içinde iki anlama da gelecek şekilde kullanmak sanatı olarak tarif edilen istihdam sanatıdır.  (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا : Bu kalıp geçtiği zaman şunları düşüneceğiz: (sonu  اٰمَنُوا  yerine كَفَرُوا  gibi değişik olabilir)  يَٓا : uzaktakine hitap eden nida harfidir. Ama Allah bize çok yakındır. Yani bu mecazî bir kullanımdır. Amaç bizim dikkatimizi çekmektir. Çünkü biz uzaktaki bir kişiye dikkatini çekmek için nida ediyoruz. Dolayısıyla Allah bize yakın olmasına rağmen, bizim O’ndan uzak olmamız ve O’nu düşünmememiz nedeniyle böyle nida ediyor. Hem dikkatimizi çekiyor, hem de arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir değeri olduğuna işaret ediyor.

Sonra   اَيُّ  geliyor. Bu da nida harfidir. Elif-lamlı kelime ile nida harfini birbirine bağlayan bir kelimedir. Bu müphem bir harftir, arkadan gelen kelime ile açıklanır. İbhamdan sonra beyan denir. Dikkat artıyor, arkadan emir mi gelecek, nehiy mi gelecek, onu dinlemeye hazırlanıyoruz. Sonra  هَا  geliyor. O da tenbih (uyarı) harfidir. Yani bu hitapta üç tane tenbih (dikkat çekme) harfi vardır.

Ayetin nida ile başlaması namaz ve teyemmüm hususlarının önemini gösterir.

لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ [Namaza yaklaşmayın] sözünde namazdan somut bir varlık gibi söz edilmiş. Maksat namaz yerine (Mevâdi’s salah) yaklaşmayın manasıdır. Mecaz-ı mürseldir. Ayrıca kılmayın yerine yaklaşmayın buyurulması yasağın şiddetini ifade etmek içindir. (Ebüssuûd) Değil kılmak, ‘yaklaşmayın bile’ manası dile getirilmiştir.

حَتّٰى تَعْلَمُوا  مَا تَقُولُونَ  [Ne dediğinizi bilinceye kadar] buyurulması, namazı bilinçli olarak kılmanın gerektiğine işaret eder.

عَابِر۪ي ; İsm-i faildir. Kurallı müzekker çoğuldur. Muzâf olduğu için sonundaki  ن  harfi düşmüştür.  عَبِر۪  fiilinin lügat anlamı ‘köprüyü geçmek’tir. Tabir kelimesi de bu fiilin türevidir.

اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يل  ibaresi de  وَلَا جُنُبًا ‘e matuftur. En geniş halden istisna edilmiştir, yani yolculuk hariç bütün hallerde cünüp iken namaza yaklaşmayın demektir. Bu da suyu bulmadığı vakittir. Buna da arkasından teyemmümden bahsedilmesi delildir.

(Beyzâvî)

وَلَا جُنُبًا  [cünüpken] ifadesi, وَاَنْتُمْ سُكَارٰى  [sarhoşken] ifadesine matuftur, çünkü bu cümlenin -vav ile birlikte- mahalli, hal olmak üzere nasbdır. Adeta “Namaza ne sarhoşken ne de cünüpken yaklaşın” buyrulmaktadır. Cünüp kelimesinin tekil, çoğul, müzekker ve müennesi aynıdır. Çünkü masdar yerine, yani ‘cenâbet olmak’  anlamında kullanılan bir isimdir.  عَابِر۪ي سَب۪يلٍ  [Ancak yolcu iseniz…] ifadesi muhatapların genel durumundan istisnadır. Hal olarak mansubtur. Adeta şöyle denilmiştir: Başınıza mazur görüleceğiniz başka bir hal gelmesi dışında -ki bu hal de yolculuk halidir -cünüp iken namaza yaklaşmayın.  عَابِر۪ي سَب۪يلٍ , yolculuktan ibarettir. Hal değil de  جُنُبًا  kelimesinin sıfatı olması da caizdir, yani yolcu olmanız dışında, cünüp iken namaza yaklaşmayın. Yani ikamet halinde mazur değilken, cünüp iken. (Keşşâf)

Sarhoşluğun cünüplük ile ve ondan sakınmanın da abdest ve gusül ile beraber söz konusu edilmesi ve bu durumda müminin namaza yaklaşmaktan men edilmesi, sarhoş edici maddelerin haram olduğunu ve pisliğini anlatmak için ne kadar beliğ ve edebi bir üslup kullanmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

جُنُبًا  kelimesi, masdar gibi hem bir kişiye hem çoğula denilir.  تَغْتَسِلُواۜ ; Gusletmek, yani tepeden tırnağa yıkanmaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

عَابِر۪ي سَب۪يلٍ ;  yolculuk edenler, sefer halinde bulunanlar demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Cenab-ı Hak, [namaza yaklaşmayın] buyurmuştur. ‘Yaklaşmak’ ve ‘uzaklaşmak’ manaları, hakikat yoluyla, bizzat namaz hakkında doğru olmazlar. Bu manalar ancak mescid hakkında doğru olabilirler. (Fahreddin er-Razi)

Arapça'da  سكر  kelimesinin asıl manası ‘yolu tıkamak’tır. (Fahreddin er-Râzî)

Daha önce insanlar, Allah'a ortak koşmaktan nehyedilmişti. Burada da farkında olmadan kendilerini şirke götürecek hareket ve davranışlardan nehyediliyorlar. (Ebüssuûd)

Bu ayet-i kerime işaret ediyor ki; namaz yerleri insanın dikkatini dağıtan, kalbini meşgul eden şeylerden ve maddi pisliklerden temizlenmeli ve  temizlik noktasında daha iyisine imkân varken, asgari derecesiyle yetinilmemelidir. (Ebüssuûd)


وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart olan  كُنْتُمْ مَرْضٰٓى  cümlesi,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil sıygasındaki   جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ  cümlesi, كان ’nin haberine  اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Aynı üsluptaki  لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ  cümlesi makabline matuftur.

اِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى  cümlesine  فَ  ile atfedilen  فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً  cümlesi menfi muzari sıygada, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا طَيِّبًا  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki  فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ  cümlesi şartın cevabına matuftur.

لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ  ifadesi cinsel ilişkiden,  جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ  ifadesi ise tuvalete gitmekten kinayedir.

بِوُجُوهِكُمْ - اَيْد۪يكُمْۜ  ve فَتَيَمَّمُوا -  تَغْتَسِلُواۜ  ve  لٰمَسْتُمُ - امْسَحُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْغَٓائِطِ ; Engin, çukur yer demek olup helaya işarettir. Heladan gelmek de kinaye yoluyla hades ve abdest bozmak demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Ayetin bu bölümünde, geçen istisnada mücmel kalan ve müstesna hükmünde bulunan özürler dile getiriliyor. Burada beyan edilen bütün haller yolculuk gibi ruhsat hükmündedir. Bundan önce yalnız yolculuğun istisnasıyla yetinilmesi ruhsat hükmüne sebep teşkil eden zaruretin genellikle sefer halinde tahakkuk ettiğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Burada hastalıktan maksat, mutlak olarak su kullanmaya engel olan haldır. Bu hal, ister suya ulaşamamak, ister suyu kullanamamak şeklinde olsun. (Ebüssuûd)

إلّا عابِرِي سَبِيلٍ  şeklindeki istisna, جُنُبًا şeklinde ifade edilen bütün hallerden istisnadır. Buna ‘’nekre hal’’ denir. Nefy siyakta olur.  عابِرُ السَّبِيلِ  ibaresi Arapçada, yolculukta olan kişiyi ifade eder.  إلّا عابِرِي سَبِيلٍ  ibaresinde müstesna  حَتّى تَغْتَسِلُوا  sözleriyle kısaca ifade edilmiş olan mana tamamlanmadan takdim edilmiştir. Bu az görülen bir kullanımdır. (Âşûr)

 

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

كَانَ ’nin  dahil olduğu  كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

كَانَ ’nin iki haberi olan  عَفُوًّا غَفُورًا  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetlerin sonunda gelen esma-i hüsna bazen harf-i tarifle bazen de tenvinle gelir.

Nekre gelişi tazime, elif-lam’lı gelişi de kemâlata delalet eder. Burada nekre gelmiştir. Onun affedici ve bağışlayıcı oluşunun bir şeref olduğunu ifade etmiştir. 

Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemâlat anlamı ve tazim vardır. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

Ayetin sonunda  عَفُوًّا غَفُورًا  isimleri geçmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr  vardır. Bu kelimeler birbirine yakın manada üç kelimedir. عَفُوّ ,صَفَحَ , غَفْر kelimelerinin bir arada gelmesi; tedrîc (derecelendirme) sanatıdır. Tegâbün/14 de bu sırayla zikredilmiştir. Hepsi güzel olmakla ve affı ifade etmekle beraber ğafr en yüksek mertebesidir. Biz de bu isimle müsemma olmaya çalışalım ki Allah da bize öyle muamele etsin. Ğafr kelimesini Türkçede miğfer ve istiğfar şeklinde kullanıyoruz.

Bu cümle, ruhsat ve kolaylığın sebebini belirtir ve onları açıklar. Zira, adeti hata işleyenleri daima affetmek ve günahkârları her zaman bağışlamak olanın zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı olması gerekir. (Ebüssuûd)

Bu cümle tezyîl olup Allah’ın müminleri, hasta olduğunda ve su bulamadığında abdest ve gusül ile yükümlü tutmadığını açıklar. (Âşûr)